|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kişinin dış görünüşüne bakarak ruh ve zihin dünyası hakkında tahminlerde bulunan ilme eskiler ilm-i kıyafet derlerdi. Bu bakımdan suretten sirete gidişin ipuçlarını veren pekçok eser kaleme alınmıştır. Bu eserler arasında en meşhuru Hamdullah Hamdi'nin 150 beyitlik "Kıyafetname" adlı mesnevisidir. Fizyolojik özelliklere bağlı olarak ruh dünyasının resmini sunan örnekler bakımından özellikle Muhiyiddin İbn el Arabi ile Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri'nin yazdıkları halk arasında vecizeleşerek günümüze kadar gelmiştir: "Ağzı burnuna yakın, kendini ondan sakın." "Felsefenin Arka Merdiveni" adlı kitabın yazarı Wilhem Weischedel Hume'un çağdaşı olan üstelik Hume'un felsefesine hayran bir kişiden şu alıntıyı yapar: "Onun tipi, kişiyi her türlü karakteri yüzünden okuyan bilimle alay eder ve bilimde en beceriklisi, onun hiçbir şey ifade etmeyen yüz çizgilerinde, zihin gücünün en az izini bile keşfedemez. Yüzü geniş ve yağlıydı, ağzı büyüktü ve basit bir ifade taşımaktaydı. Gözlerinin içleri boş ve ruhsuzdu ve onun bu şişmanlığını gören bir kimse, kültürlü bir filozoftan çok bir kaplumbağayı yiyen belediye meclisi azasının karşısında olduğunu sanırdı. Bilgelik muhakkak ki ona gelinceye kadar bu derece acayip bir kılığa bürünmemişti..." Hume zihnen felsefenin babası oldğu halde fizik olarak kaplumbağa yiyen belediye meclisi üyesine benzetilirken Refik Halit Karay'ın bir aşçıbaşının muhasebe kaleminde çalışan oğlu olarak Ata Efendi sırf fiziğinden dolayı bir alim, bir profesör olarak algılanır: "Hafifçe kır düşmüş saçları başının şekli, düşünceli haliyle onda bir alim, bir profesör hali olduğunu çok kişiden işitmemiş miydi?" Kalbin güzelliğinin yüze yansıdığına inananlardan çok daha fazla olarak zeka ile güzelliğin ters orantılı olduğuna inananlar vardır. Peyami Safa mesela: "Zeki kadınlar çirkin, güzel kadınlar aptaldır" diye bir yargıda bulunur. Aslında bu yargıda gizliden gizliye merhumun kendi zekasının pırıltısını ortaya koyma arzusu da vardır. Peyami Safa'nın bu yargısı pekçok kişide geçerliliğini koruyor olmalı ki, George Sand adıyla meşhur olmuş olan Amantine-Aurore-Lucile Dupin, "Hayatım" adlı eserinde vasat bir dış görünüşe sahip olmanın ne büyük kazanç olduğunu anlatır: "Gençliğimde ne çirkin ne de güzeldim. Ben bunu önemli bir kazanç sayarım. Çünkü çirkinlik bir anlamda, güzellik ise başka bir anlamda saplantılar yaratır insanda. Ahım şahım bir dış görünüşü olandan çok şeyler beklenir; çirkin görünenden de bucak bucak kaçılır. En iyisi kimsenin gözünü kamaştırmayacak, kimseyi ürkütmeyecek düzgün bir yüzü olmalı insanın. Ben böyle biri olduğum için kız arkadaşlarımla olsun, erkek arkadaşlarımla olsun anlaşmakta zorluk çekmedim." Ortega Y Gasset de George Sand ile hemfikirdir olağanüstü güzelliğin dostluğu öldürdüğü noktasında: "Olağanüstü güzellik ince duyarlılıkları olan erkeklerin bir kadını çekici bulmalarına engel olur aslında. Bir yüzün aşırı mükemmellikte olması, o yüzün sahibini nesneleştirmeye ve bir estetik nesne olarak zevkle seyredebilmek için ondan uzak durmaya iter bizi. 'Resmi güzellere' âşık olanlar yalnızca alıklar ve bakkal çıraklarıdır. 'Resmi güzeller' kamusal anıtlardır; insanın kısa süre uzaktan seyredeceği ilginç nesnelerdir. Onların yanında insan kendisini âşık gibi değil, turist gibi hisseder." Vasat görünüşü bir nimet bilmek konusunda erkek yazarlar kadınlar kadar "yürekli" olamıyor çoğunlukla. Hayatı boyunca aynalarla barışamamış Ahmet Haşim mesela. Ya da Galatasaray Lisesi'nde öğrenci iken çirkinliğinden muzdarip her hafta sözüm ona bir kızdan geliyormuşçasına kendi kendine aşk mektupları yollayan Cahit Sıtkı Tarancı. Ya o kadar sevdiği takdir ettiği, hayran olduğu Yahya Kemal'in ellerini işçi eli olarak tarif eden Ahmet Hamdi Tanpınar'a ne demeli: "Birden bire kapı açıldı. Orta boylu, toplu, yuvarlak çehreli güzel, derin bakışlı bir adam içeriye girdi. Herhangi bir mesleği namus ve haysiyetle kabul edecek genç bir adamdı bu. İyi ve otoriteli bir memur olabileceği gibi, sekiz asır cemaatimizin bel kemiği olan o temiz işçi ve rahat vicdanlı zanaatkarlardan biri de olabilirdi. Hususi hiçbir itinası yoktu. Temiz traş olmuş, temiz giyinmişti. İlk işi fesini çıkarıp masaya koymak oldu. Saçları sonuna kadar, olduğu gibi ikiye taranmıştı. Güzel tombul işçi elleri vardı." İlm-i kıyafet haklı olsaydı kalem parmaklılar şair, solgun benizliler filozof olurdu. Not: Sultandağı depreminde yakınlarını kaybeden bütün hemşehrilerime başsağlığı diliyor, kalanların bir an önce sıcak yuvalarına kavuşmalarını niyaz ediyorum. Afyonlu olduğumu hatırlarında tutarak arama nezaketi gösteren okuyucularıma teşekkürlerimi arzedecek kelime bulamıyorum. Bu yakınlık beni ziyadesiyle duygulandırdı.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |