|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Adalet sisteminde yaşanan sorunların adaletin gecikmesine neden olması kaygıyla izleniyor. Dava sonuçlanana kadar sanığın suçsuz olduğu ilkesi gelişigüzel hazırlanan müfettiş raporlarıyla zedeleniyor.
'Geç işleyen adalet başlıklı" tebliğlerin ve yapılan sempozyumların haddi hesabı yok. Ceza adaleti mekanizmasının geç işlemesi ceza adaleti yönetiminin kalitesi ve etkinliği açısından da son derece olumsuz kabul ediliyor. Hukukçular ceza yargılamasının suçlu olmayanların da karışabileceği bir süreç olduğuna dikkat çekerek, "Hakikat bir an önce ortaya çıkarılmalıdır ki masum sanıkların sosyal itibarları daha fazla yıpranmasın. Masum sanıklar bir an önce temize çıkarılmalıdır. Kişinin uzun süre suç isnadı altında kalmayıp yargı halini alan bir kararla davasının sona ermesi demokratik toplumun gereklerindendir" diyorlar. Yeterli delil olması durumunda ceza davası açılarak olayın mahkeme önüne götürülmesi gerektiğini ifade eden hukukçular ceza davalarının yeterli delil gösterilmeden açılmasının, mahkemelerin aşırı olan iş yükünü daha artırdığını, davaların da çoğunlukla beraat ile sonuçlandığını kaydediyorlar. Raporları bağlayıcı mı? Adalet sisteminde yaşanan sorunlar arasında yargıda çifte standartı andıran uygulamalar da yer alıyor. Benzer davalarda kimi sanıkların tutuklanmaları kimi sanıkların serbest bırakılması tartışmalara neden oluyor. Yargı sistemine yöneltilen eleştirilerden biri de objektif olmayan müfettiş raporlarına dayanılarak yapılan tutuklamalar. Bakanlıkların bünyesinde teşkil edilen teftiş birimlerine bağlı ve hukukçu olmayan müfettişler tarafından hazırlanan raporlar çerçevesinde başlatılan davalarda sanıklar hakkındaki iddiaların yeterince araştırılmadan polise sorgulama talimatı verilmesi kimi zaman işkence ve kötü muamele iddialarıyla gölgeleniyor. Siyasi baskıların teftiş raporlarının hazırlanmasında da etkili olduğu iddiaları epeydir kamuoyunun gündeminde tartışılıyor. Siyasi iktidarı paylaşan güçlerin, siyasi hasımlarını yıpratmak ve itibarlarını zedelemek maksadıyla yaptıkları müdahaleler basında siyasi linç operasyonları olarak yer aldı pekçok zaman. Bunlara uzun yargı süreci de eklendiğinde adalet açısından hoş karşılanmayan bir manzara ortaya çıkıyor. Üçlü dörtlü standartlar var Kastamonu Barosu eski Başkanı 38 yıllık avukat Mehdi Keskin, ceza usul kanunlarının iyi niyetle hazırlandığını ve gecikmeye sebep olmayacak nitelikte olduğunu ifade ederek "Ama uygulamada böyle olmuyor. Avukatların yanısıra hakimlerin de dört dörtlük çalışmamaları davaların gereksiz yere uzamasına neden olabiliyor. Mesela hakimin çeşitli yerlerden istediği bilgiler var, bunların hepsini birden istemek yerine ayrı ayrı istiyor. Bazı hakimler davaya hazırlıksız geliyor. Dosyayı incelemedim, inceleyeceğim diyor, 2 ay gün atıyor. Nüfustan gelen kayıtlara bakmadım diyor, gün atıyor. Bunları önleyici tedbirler getirilmelidir. Davaların gereksiz yere uzaması adalete olan inancı sarsıyor, hatta zaman zaman adalete gölge düşürüyor" şeklinde konuştu. Av. Keskin, "Aynı suça aynı tutuklama olması gerek. Aynı suçtan Konya'da bırakıyorsun, Kastamonu'da tutuyorsun. Tutukluluk sebepleri kanunda yazılıdır, ama takdir hakkı yargıçların. Bizde çifte standart değil üçlü dörtlü standartlar var. Bu da vatandaşın adliyeye olan güvenini sarsıyor" dedi. İzmir Barosu eski Başkanı Av. Güney Dinç herkesin adaletin gecikmesinden rahatsız olduğunu ifade ederek, "Adalet sistemi tıkır tıkır işlemeli. Türkiye'de tutukluluğun uzaması da başlı başına bir sorun olarak karşımızda duruyor. İnsan Hakları Avrupa Komisyonu'nda Nihat Sargın ve Nabi Yağcı ile ilgili olarak aldığımız bir karardan sonra CMUK'ta bir değişiklik yapıldı ve tutuklulukta makul bir süre öngörüldü. Ama her koşulda yasaların uygulanması yargıçların yetkisindedir" dedi. Av. Dinç, "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde davanın makul süreyi aşamayacağı belirtiliyor. Karar organının tutumundan söz etmek gerekirse, yargıçlar davayı doğru bir şekilde mi görmüşler, hiç ilgisi olmayan delilleri ve tanıkları dinlemeye mi çalışmışlar buna bakmak lazım. Bürokratik işleyiş de davaları uzatıyor. 1 yılı geçen davalarda tutukluluğun devamı için çok haklı gerekçeler olmalı" dedi. Makul süre aşılmamalı Tutuklamanın tedbir olduğunu, sanığın kaçmaması, tanıklara ve delillere müdahale etmemesi gibi nedenlerle gerçekleştiğini kaydeden Dinç, "Sanığın ağır cezalık olması tutukluluk nedenidir, kaçma tehlikesi var diye. Sorgusu yapılmışsa, deliller toplanmışsa, toplumda bulunabilecek biri ise tutmaya gerek yok. Kişiyi cezası kadar içerde tutmak gibi bir yaklaşım var. Tam tersine kişi suçsuz bulunup beraat edebilir. Bu gibi durumlarda haksız tutuklamaya dava açılabilir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde öngörülen makul sürenin aşılmamasına dikkat edilmelidir. Dava karmaşık değilse, yeni delillere ihtiyaç yoksa, kişinin sorgusu yapılmışsa onu tutmaya gerek yok" dedi. AİHM'de davaların 4-5 seneye yayıldığını kaydeden Diyarbakır Barosu Başkanı Av. Mustafa Özer ise, "Avrupa'daki mahkemelerde bir fark var, oradaki gecikme özgürlüğü kısıtlayıcı nitelikte değil. Bizde adalet, ceza alanında zamanında tecelli etmiyor. Özgürlüğü kısıtlayıcı nitelikli davalarda görülen adaletteki gecikmenin bedeli ağır. Böyle bir şey, bireyin en kutsal değer olduğu 21 yüzyılda yakışık almaz" dedi. Av. Özer, sözlerini şöyle tamamladı: "Bir mahkeme yükünün üstünde dosyaya bakıyorsa, sağlıklı karar çıkmaz. Bir dosyanın içeriği sanığın beraat edebileceği bir nitelikte ise tutuklama olmaması lazım. 7 yıldan az ceza öngörülen davalarda tutuklama olmamalı. Bu genellikle gözardı ediliyor. Ceza yasasında tutuklama nedenleri belirtiliyor. Kaçma ve delilleri karartma ihtimali, sanığın toplumdaki yeri gibi... Burada aslolan tutuklamamaktır. Yargı kurumları infaz kurumları değildir. İnfazı infaz kurumu gerçekleştirir. Bu yargının görevi değildir. Özgürlük en büyük değerdir. Ama infazı her zaman gerçekleştirebilirsiniz" dedi. AVUKAT EKREM MARAKOĞLU: Deliller iyi araştırılmalı Eldeki imkanlar iyi kullanılıyor mu, buna bakmak lazım. Mesele burada. Ceza davaları için konuşmak gerekirse, dosya eksik tahkikat ile hakim önüne gelirse, hakim Medyum Memişlik yapacak. Niye? Çünkü ortada delil yok. Savcı müfettiş raporlarına bağlı değildir, ama bu kez polise dönecek tekrar. Mecburen. Bir zamanlar Akrep Nalan vardı. Birçok suçtan tutuklu. İstanbul Sıkıyönetim serbest bıraktı. Basında bir gürültü koptu. Kenan Evren, İstanbul'a geldiğinde 'Niye serbest bıraktınız?' diyor. 'Efendim delil yok' cevabı veriyorlar. Evren de 'Bu kişi mutfakta akrep olmadı ya, ismi yetmez mi? Neden araştırmadınız?'diyor. Delillerin iyi araştırılması lazım. Mesela beş kişi tabanca yakalatmaktan ayrı ayrı hakim önüne çıkıyor. Hepsi de yastık altında yakalatmış, bellerinde değil. Hakim 2'sini bırakıyor, 3'ünü tutukluyor. Müfettişin yönlendirmesi ile tutuklama yapılmaz. Hakim dosyayı inceler, dosyadaki deliller yeterli değilse, serbest bırakır. EMEKLİLER SEN. ESKİ SEK. AV. RASİM ÖZ: Hakimler müfettiş raporuna bağlı değildir Adalete ayrılan bütçe %1 sınırlarında. Bu da adalete değil infaza, cezaevlerine gidiyor. Yargıç yetersizliği had safhada. 7 bin yargıç açığı var, kadro açılmıyor. Bakırköy İş Mahkemesi'nde 2500 dava var, bu mahkemede 1 hakim, katip ve bir başkatip var. Cumartesi Pazar çalışıyorlar. 3 hatta 6 ay atılan davalar var. Yasalarda açıklık bulunmayan hallerde yargıçlara geniş yetkiler tanınıyor. Yasalardaki boşluklar nedeniyle yargıçlar keyfi tutumlara yönelebiliyorlar. Duvara bir yazı yazan 1 yıl yatıyor, belki bir yıl sonra dava açılıyor. Devleti savunma adına savcılar, hukukçu olmayan müfettişlere bağlı hissediyorlar kendilerini. Onların raporlarına ya da polis fezlekelerine göre hüküm veriyorlar. Benim bir müvekkilim, mahkemede işkence yapıldığını, bu nedenle bir başkasına suç atmak zorunda kaldığını, kendisinin de eylemde bulunmadığını belirtti. Örgüt yöneticisi olarak yargılandı, 1 yıl yattı. Hiçbir delil yok. Savcı görüş değiştirdi, örgüt yöneticisi olduğu sabit değil dedi, ama örgüte yardım ve yataklıktan ceza verildi, Yargıtay da onayladı. Bir hukukçu müfettiş raporuna ya da polis fezlekesine bağlı değildir. Bağımsız olarak dosyayı incelemesi, deliller toplaması lazım. BAKAN YÜCELEN: DEVLETTE DOSYA KAYBOLMAZ Sadettin Tantan'ın sözlerine cevap veren İçişleri Bakanı Rüştü Kazım Yücelen, "Devlette dosya kaybolmaz" dedi. TBMM'de gazetecilerin sorularını cevaplandıran Bakan Yücelen, eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan'ın 13 yolsuzluk dosyasının yakılacağına ilişkin açıklamasının hatırlatılması üzerine, şunları kaydetti: "Sorduğunuz sorunun cevabını sizler de biliyorsunuz. Elbette dosyanın kaybolmadığını da biliyorsunuz. Bu iddiayı ortaya atan bakana sormanız lazım: Devlette dosya kaybolur mu, olmaz mı? Sen İçişleri Bakanlığı yaptın, böyle bir şüphen varsa niye cumhuriyet savcılığına haber vermedin? (Bütün operasyonları cumhuriyet savcılarıyla beraber yaptık) diye konuşmasını gayet güzel becerdin. Bunları sormanız lazım. Yanlış şeyler soruyorsunuz. Devlette dosya kaybolmaz. Kim ne biliyorsa ilgili kurumlara versin. Benim bilgim dahilinde dosya kaybolmaz, onu bilesiniz. Zaten devletin arşivi tek yerde değil. Herşey arşivlerde var." Yücelen, 312. maddde değişikliği değerlendirirken de "Meclis'in iradesi" dedi 'YEŞİL' VE 'BEYAZ ENERJİ'DE GÖREVSİZLİK Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığı, eski İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı Akın Birdal'ın öldürülmesi emrini "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın verdiği iddiasıyla yürüttüğü soruşturma ile "Beyaz Enerji" soruşturmasında "görevsizlik" kararı verdi. Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Ömer Suha Aldan, Birdal'a 12 Mayıs 1998 günü düzenlenen silahlı saldırının emrini, Türk İntikam Tugayı'nın (TİT) kurucusu, lideri ve olayın azmettiricisi Cengiz Ersever'e, "Yeşil" kod adlı Mahmut Yıldırım'ın verdiği iddiasıyla yürüttüğü soruşturma dosyası üzerinde yaptığı inceleme sonunda görevsizlik kararı verdi. Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Talat Şalk da TCK'nın "cürüm işlemek için teşekkül oluşturma ve teşekküle yardım" hükümlerini düzenleyen 313 ve 314. maddelerinin DGM kapsamından çıkarılması nedeniyle "Beyaz Enerji" dosyasının kalan bölümü için görevsizlik kararı verdi.
|
|
|
|
|
|
|