|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Meclis, başarılı bir çalışma ile, uyum yasalarını çıkarttı. Tasarının mahzurlu noktaları törpülendi ve gerçekten de Türkiye, özgürlüklerin gelişmesi açısından önemli bir adım atmış oldu. 159'uncu madde (Türklüğe, hükûmete, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne vs. hakaret ve aşağılamayı cezalandıran madde) artık ağır cezalık değil. Bu suretle, cezaların ertelenmesi veya paraya çevrilmesi de mümkün olabilecek.
312 ve Erdoğan
312'nci madde değişikliği ise, 12 Eylül'de getirilen bazı düzenlemeleri geçersiz kılıyor. Çünkü, 12 Eylül öncesinde, mahkûmiyet için, "kamu düzenini bozma" şartı mevcuttu. 12 Eylül döneminde, hem 312'nci maddeden mahkûm olanlara siyasî yasak getirildi, hem de, kamu düzeni kıstası, sadece ağırlaştırıcı sebeb olarak kaldı. Halkı kin ve düşmanlığa sevk edenler, kamu düzenini bozma tehlikesi bile olmadan cezalandırılabiliyordu. Nitekim, Tayyip Erdoğan ve Hasan Celâl Güzel, bu şekilde mahkûm oldular. Ağırlaştırıcı sebeb sayılan "kamu düzeni açısından bir tehlike yaratma" kıstası onlara uygulanmadı. Bu durumda, her ikisi de iade-i muhakeme yoluyla, hemen, siyasi haklarına, bütünüyle kavuşabilecekler. Milletvekili seçilmelerinin önündeki engel kalktı. Çünkü, yeni kanunda, ağırlaştırıcı sebeb, suçun ana unsuru haline geldi. Her türlü iyileştirme geriye doğru işlediğine göre, bir tartışma da böylece sona ermiş bulunuyor. Tayyip Erdoğan'ın 1997 yılından beri karşılaştığı engeller bitiyor.
Adalet ve kanun
AK Parti Grup başkan vekillerinden Hüseyin Çelik, bir konuşmasında, Çin filozofu Konfiçyus'a atıfta bulunmuştu: "Eğer hükümdar adil olursa, kanuna gerek yok. Eğer hükümdar adil değilse, kanunun anlamı yok." Gerçekten de, uygulama, kanun metninden bile önemli. 312'yi, 159'u ve Terörle Mücadele yasasının bazı maddelerini düzelttik. Bakalım, tatbikat umut ettiğimiz demokratik ortama bizi getirecek mi? Yoksa keyfilikler sürüp gidecek mi?
Uyum yasalarında hükûmet geri adım attı. Bu gelişmede, basının önemli bir rolü oldu. Keşke, gazete patronları, emirlerindeki medya kuruluşlarının, yolsuzlukların üzerine gitmesine de izin verse. Ama bu mümkün değil. Çünkü Türkiye, "medya - siyasetçi - bürokrasi" işbirliği sayesinde sömürülüyor. Adeta kanı emiliyor.
50 milyar dolar
Bankacılık sektöründe kaybedilen para, 50 milyar dolar civarında: 20 milyar dolar Fon'a intikal eden 19 bankanın külfeti. 20 milyar dolar kamu bankalarının açıklarını kapatmaya giden meblağ. 5 milyar dolar ayakta kalan bankalara aktarılması düşünülen para. 5 milyar dolar da, Fon'daki bankaların mevcut zararı. Milli gelir, 200 milyar doları aşmışken, 150 milyar dolara kadar geriledi. Herkes fakirleşti. Finans kesimi 50 milyar dolarımızı yuttu. Zaten, Türkiye gelişirken de, kaynaklar rantiyeye gidiyor, fakir fukara havasını alıyordu. Kur-faiz makası, zengini daha zengin ederken, gelir dengesizliğini arttırıyordu. Bankalar, kâh yurt dışından aldıkları borçlarla, kâh mevduat olarak topladıkları paralarla, devletin açığını finanse ediyordu. Kısa vadeli fonları (meduatı) kullanmak suretiyle, (amiyane tabirle, el kesesinden) Hazine'nin nisbeten daha uzun vadeli kağıtlarını satın aldıkları için, bir noktada sıkıştılar. Şahsi sermayelerini değil, halkın parasını veyahut yabancı ülkelerden getirdikleri dövizleri devlete borç olarak veriyor, kendilerince risksiz bir oyun oynuyorlardı. İki bin yılının Kasım ayında, likidite sıkışıklığı aşılamayınca, faiz yüzde 7 binlere fırladı. Bazı bankalar borçlarını çeviremedi. Şubat 2001'de ise, büyük devalüasyon, dolar cinsinden borçları taşınamaz duruma getirdi. Bankalar bu yüzden iskambil kâğıdı gibi yıkıldı.
Zimmet suçu
Müdebbir tüccar gibi davranmadılar. Hudutsuz bir kazanç peşinde koştular. Ayrıca, bankalarının kaynaklarını, limitlerin çok üstünde, zaman zaman hile yoluna da saparak, kendi şirketlerine kullandırdılar; hiç bir zaman bu borçları tahsil etmeyi düşünmediler. Sultanlar gibi yaşadılar: Yatlar, katlar vs... Bankalar Kanunu buna "zimmet suçu" adını veriyor. Gelin görün ki vazifesini yerine getiren Zekeriya Temizel şu anda hedef tahtası oldu. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'nun, Zekeriya Temizel'in istifasından sonra değiştirilen yeni üyeleri ise, yargılanan bankacılar aleyhine suç duyurusunda bulunmadı. 20 milyar dolarlık külfete mukabil, Bank Kapital'in eski sahiplerinden 1 trilyon 109 milyar 244 milyon 466 bin lira, Etibank'ın eski sahiplerinden 3 trilyon 625 milyar lira ve Sümerbank'ın eski sahiplerinden 2 trilyon 480 milyar 160 milyon lira, ancak tahsil edilebilmiştir. Bunun yanı sıra, Site Bank nakden 90 milyar lira ve 180 bin dolar, Yaşarbank ise, 40 bin mark ödemede bulunmuştur. Söz konusu rakamları, Azmi Ateş'in soru önergesine Kemal Derviş'in verdiği cevaptan aldım.
Azmi Ateş, önemli bir soru daha soruyor önergesinde: "Tasarruf Mevduat Sigorta Fonu'na devredilen bankaların sahiplerinin, borçlarına karşılık teminat olarak gösterdikleri malların bedelleri kim veya kimler tarafından hangi kriterler esas alınarak tesbit edilmiştir?" Cevap, üstün körü: "Bu tesbitler, Fon ve Fon bankalarının kadrolarındaki eksperlere, ayrıca, Emlak Gayrimenkul Ekspertiz şirketlerine yaptırılmakta." Şeffaflık, hangi mala kaç para değer biçildi, kim bu değerlendirmeyi yaptı, teker teker açıklanmasını gerektirmez mi? Acaba BDDK, yıkım kararı olan gayrimenkulleri de mi, borç tasfiyesinde kullanıyor? Bugüne kadar, borcun tasfiyesi için aldığı malı satmaya teşebbüs etti mi? Ettiyse kaça sattı? Benim bildiğim Azmi Ateş, işin sonunu bırakmaz. Bence, BDDK Yönetim Kurulu'nun niçin Ağır Ceza Mahkemesi'ne suç duyurusunda bulunmadığını da kurcalayacaktır. Tokat Milletvekili Ergün Dağcıoğlu'nun benzer soruları aylardır cevapsız kaldı.
Fuzuli'den şikâyet
Milletvekili Hüseyin Çelik, Türkiye'nin halini anlatmak için, Fuzuli'nin meşhur mısralarına temas ediyor: Fuzuli Bağdat'ta yaşayan bir şair. Kanuni Sultan Süleyman'a müracaat ediyor; maaş bağlanmasını istiyor. Fuzuli'ye, maaş bağlanması için berat gönderiliyor. Şair, beratı Bağdat'taki vakıf idaresine teslim ediyor. Aradan günler, haftalar, aylar geçiyor, bir ses çıkmıyor. İşte o zaman "Selâm verdim rüşvet değildir deyu almadılar" mısralarını yazıyor. Fuzuli padişaha gönderdiği şikâyetnamesinde rüşvet mekanizmasını anlatıyor: "Dedim bu beratımın mazmunı niçin hasıl bulmaz." (Neden yerine getirilmez) "Dediler: Zevaiddendür anın için hasıl bulmaz" (Masraflar çıktıktan sonra kalan paradan alacaksın, onun için hasıl bulmaz) "Dedim: Bunca cesim vakfın zevaidi olmaz mı?" (Böyle büyük bir vakfın artanı olmaz mı?) "Dediler: Asitane'den artarsa bizden artar mı?" (İstanbul'dan –Asitane İstanbul'un adlarından biri– artarsa, bizden artar mı?)
"Dedim - dedi" muhabbeti sürüp gidiyor. Fuzuli, vakıf malında hakkı olmadan tasarrufta bulunanın günaha gireceğini söylüyor; hesap sorulacağını hatırlatıyor. Diğerleri, hesabı ahirette vereceklerini söylüyorlar. Ve şikâyetname şöyle bağlanıyor: "Dedim: Dünyada dahi hesap alınır, zira, haberi işitmişiz. Dediler: Andan dahi bakîmiz yoktur; zira kâtipleri razı etmişiz." (Ondan dahi korkumuz yoktur, cevabını veriyorlar Fuzuli'ye) Alan memnun, satan memnun. Aynı düzen devam ediyor. Ama bir şikâyetname yazıp göndersek, bugün muhatap dahi yok.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |