T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bir efsane ya da umacı olarak değişim...

"Değişim", Türk siyasal hayatının hem "efsane"si hem de "umacı"sı olmayı sürdürüyor...

Türkiye'nin yapısal sorunları "yönetemeyen demokrasi"yi her geçen gün biraz daha derinleştiriyor. Buna karşılık, atılması gereken adım, ciddi reformların bir an evvel gerçekleştirilmesi iken, tam tersi yöndeki sürat de artıyor. Böylece, "değişim"in kaçınılmaz olduğunu görüp de, bunun tam tersi yönde alabildiğine bir hızla koşan bir ülke olarak pozisyon alıyor Türkiye.

Uluslararası sistemin esneme yönü, iç politika ve dış politika denklemlerini giderek birbirine yaklaştırmaya dönük. Hatta AB meselesinde olduğu gibi, iç politika dinamikleri ile dış politika dinamikleri tamamen örtüşmüş durumda. Bu örtüşme iç politikadaki her adımın uluslararası sistem içinde bir etki-tepki denklemine oturduğunu, "sistem"den türeyen her refleksin de iç politikada kaçınılmaz bir dinamik olarak operasyonelleştiğini gösteriyor.

Bu noktada Türkiye'nin "değişim" tartışması altında istihdam ettiği her alt başlık, dış politikasını da etkileyen bir hareketlilik üretmeye dönük olmaktadır. Ekonomik kriz ile beraber iç politika dinamiklerini, dış politikanın nüfüzuna açık hale zaten getirmiştir Türkiye. 11 Eylül'le beraber ise bu azamileşmiştir.

Peki bunu kavrayan bir siyasi aklı deneyimleyebiliyor mu Türkiye?

İrrasyonel bir biçimde tam tersini yapıyor...

İç politikanın dar koridorlarındaki dengelerin korunması uğruna ülkenin gelecek perspektiflerini sığlaştıran bir pozisyon alma kültürü, siyasal kültürün tüm hücrelerini boğmaya devam ediyor.

Neticede olan ise açık...

Türkiye'nin yönetilmesi için önce ayakta tutulması gerekiyor.

Ayakta kalabilmesi, en azından birazcık dik durabilmesi ise, IMF'den gelecek kaynağa bağlı.

Gündemde olan para ile bu seneyi atlatmak mümkündür belki, ama öbür sene, Türkiye, yönetim krizini çözecek reformları yapamamış bir ülke olmanın krizleri eşliğinde yeniden görünürleşmeye mecbur olacak.

Buradan nasıl çıkılacağı ise belli aslında.

"Değişim"i bir "efsane" ya da "umacı" haline sokan iç politika kültüründen uzaklaşmak gerekiyor.

Siyasetin rasyonel bir temele oturabilmesi, ülkenin önündeki tek gündem maddesi olmak zorundadır.

Çünkü siyaset rasyonelleşmeden, reformların yapılması mümkün değil.

Siyaset rasyonel bir zemine oturmadan, koalisyon ortağı partilerin en temel demokratikleşme konularında birbirleri ile karşı karşıya gelmelerine rağmen, koalisyonun sürmesinde bir problem olmadığını ilan etmelerindeki garipliğin ülkeye ödettiği bedeli ölçebilmek mümkün değildir.

Siyasetin üstündeki bagajlar kalkmadan demokrasinin alanının genişlemesi ve dolayısıyla krizin çözülebilmesi mümkün değil çünkü.

Siyaset temelindeki hareketlilikler yönetimin rengini vermediği sürece, "idare"nin "siyaset" üzerindeki vesayetine son vermek imkansız.

Bir bakıma Türkiye'yi, kaderi krizlere endeksli bir ülke olmaktan çıkarmak sözkonusu bile değil.

İşte bunun için sadece "policy"e indirgenmiş siyasette çakılı kalmadan, "politics" anlamındaki siyasete uzanmak gerekiyor.

Aksi halde "değişim" sadece dar siyasi koridorların reflekslerine tabi bir "efsane" ya da "umacı" olmaktan kurtulamaz...


11 Şubat 2002
Pazartesi
 
ÖMER ÇELİK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED