|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Dışişleri Bakanı İsmail Cem'in özel çaba ve girişimleriyle bu hafta İstanbul'da yapılacak olan AB-İKÖ zirvesi, pek çok bakımdan önem taşıyor. Her şeyden önce Türkiye'nin böylesi bir şeye öncülük ediyor olması, elitlerimizin Türkiye'nin sıradan bir ülke olmadığı gerçeğini kavradıklarını gösteriyor. Yakın / modern tarihi boyunca Türkiye, iç ve dış politikada Avrupa ile ABD'nin uluslararası öncelikleri, çıkarları ve stratejilerini benimsemekten ve uygulamaktan başka bir şey yapamadı. Biz pek kabul etmeye yanaşmasak da Türkiye'nin benimsediği bu edilgen tavır, Avrupalılar ve Amerikalılar tarafından doğal olarak şöyle okundu ve yorumlandı: "Artık Türkiye'nin kendine ait söyleyeceği bir 'söz'ü, 'iddia'sı kalmadı." Hoşumuza gitmese de fiili durum ne yazık ki böyle. Peki neden Türkiye'nin söyleyecek sözü, dünyaya sunabileceği iddiaları kalmadı? Türkiye, Arnold Toynbee'nin deyişi ile "kültür ve medeniyet değiştirme"ye soyununca Türkiye'nin dünyaya söyleyeceği sözü ve iddiaları kalmadı. Türkiye'nin elitleri, Türkiye'nin Batı yörüngesine girdiğini ve Batı medeniyeti'nin bir üyesi olduğunu veya olmak istediğini söyleyegeldiler. Ama Batılılar, her ne suretle olursa olsun, Türkiye'nin Batı medeniyeti'nin bir üyesi veya parçası olmadığını, olamayacağını; tarihsel olarak, tarihin işleyiş mantığı açısından böyle bir şeyin imkansız olduğunu çok iyi biliyorlar. O yüzden Türkiye'ye karşı, son kertede, kuşkuyla bakıyorlar: Türk toplumu hâlâ ezici bir çoğunlukla müslüman bir toplum olduğu için, Batılılar, Türkiye'nin elitlerinin "Türkiye, Batı medeniyetinin bir parçasıdır" şeklindeki iddia veya hayallerinin gerçeği yansıtmadığını ve dolayısıyla Türk toplumu müslüman kaldığı sürece ve müslümanlığı artan bir şekilde kültürel, tarihsel, toplumsal ve entelektüel bir kimlik kaynağı, kurucu irade ve akıl olarak görmeyi sürdürdüğü sürece Türkiye'nin bir gün, yeniden Osmanlı'nın misyonunu üstlenebileceğini düşünüyorlar. Elbette ki, Batılılar, Türkiye ile "dostane" (ne kadar dostane acaba?) ilişkiler kurmayı sürdürüyorlar ama Türkiye'ye kuşku ile bakmaktan da geri durmuyorlar. Batılıların Türkiye'nin yeniden Osmanlı'nın misyonunu üstlenebileceği için Türkiye'ye nasıl kuşkuyla baktıklarını Batı'daki akademik yayınlara da, Batı medyasına da baktığınızda kolaylıkla görebilirsiniz. O halde burada sorulması ve cevabı araştırılması gereken yakıcı soru şu: Batılılar, Türkiye'nin yarın neden yeniden Osmanlı'nın misyonunu üstlenebileceğini düşünüyorlar öyleyse? Bu sorunun cevabı şu: 100-150 yıl önce Osmanlı ile birlikte dünyanın süpergücü olan Britanya, Fransa, Almanya, Rusya gibi süpergüçler, bugün dün hakim oldukları coğrafyalarda fiilen hakim değiller; ama hâlâ büyük ölçüde söz sahibiler. Sadece Türkiye, dün hakim olduğu hiçbir yerde bugün söz ve iddia sahibi değil. Demek ki, burada bir yanlışlık veya terslik var: Üstüne üstlük buradaki yanlışlık ve terslik öylesine absürd boyutlar kazanmış durumda ki, Türkiye, dün fiilen hakim olduğu coğrafyalarda bugün ABD ve Avrupalıların geliştirdikleri, hakim kılmaya çalıştıkları sözleri, iddiaları, proje ve iddiaları benimsemek ve uygulamaktan başka bir şey yapamıyor. Avrupalıların ve Amerikalıların Türkiye'nin şu an bulunduğu konumda ve durumda bulunabilmelerinin mümkün olabileceğini düşünebiliyor musunuz? Ben, Avrupalıların ve Amerikalıların böyle bir şeyi asla tahayyül edemeyeceklerinden ve buna asla tahammül edemeyeceklerinde adım gibi eminim. Bu nedenle, Türkiye'nin elitleri, ne kadar "Türkiye, Batı yörüngesinde olan, Batı medeniyetinin bir parçası olan bir ülkedir" derlerse desinler, bu, Avrupalılara da, Amerikalılara da asla inandırıcı ve rasyonel gelmiyor. Türkiye'nin bu edilgen, yenilgiyi kabul eden psikolojisi ve tavrı elbette ki Avrupalıları ve Amerikalıları fazlasıyla memnun ve meftun ediyor. Ne ki, her ne suretle olursa olsun, Avrupalılar da, Amerikalılar da, Türkiye'nin bir gün mutlaka Osmanlı'nın misyonunu veya buna benzer bir rolü üstlenebileceğinden bir an bile kuşku duymuyorlar ve Osmanlı coğrafyası demek olan Balkanlar, Kafkaslar ve Ortadoğu'nun geleceğine siyasi, kültürel ve stratejik açıdan sadece kendilerinin karar verebilmeleri için yoğun çaba gösteriyor ve Osmanlı coğrafyası'ndaki vakumun (boşluğun) bölge ülkeleri tarafından doldurulmaya kalkışılmasını düşünmek, hatta akıllarının köşesinden bile geçirmek istemiyorlar. O yüzden Osmanlı coğrafyasına her bakımdan yerleşmiş durumdalar. Yeryüzündeki küresel hegemonyalarının sarsılmaması ve devam etmesi için Osmanlı haritasındaki vakumun bölge ülkeleri tarafından değil, kendileri tarafından doldurulması gerektiğinin bilincindeler. O yüzden kendilerini Türkiye'nin yerine koydukları zaman Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumu, izlediği tavrı ve durduğu yeri kesinlikle benimsenebilecek bir durum, tavır ve yer olarak kabul edemeyeceklerini çok iyi biliyorlar. Bu gerçeği asla unutmayalım. İstanbul'da yapılacak AB-İKÖ zirvesi, Türkiye'nin oynaması gerektiği rolü bir şekilde oynamaktan kaçınamayacağı gerçeğini kavramasa bile sezinlediği gibi bir izlenime kapılmama yol açtı. Mevcut konjonktür, Türkiye'nin böylesi bir rolü oynamaya kalkışmasına müsait olmayabilir. Ki, nitekim öyle. Ama her ne suretle olursa olsun, Türkiye böylesi bir rolü oynamak için gerekli entelektüel, siyasi, stratejik ve psikolojik hazırlıkları yapmak ve zamanla konjonktürü bu tür bir rolü oynamasını mümkün kılabilecek hale getirebilmenin yolları üzerinde kafa patlatmak zorunda. Aksi takdirde, Türkiye'nin Avrupa ile ABD arasında bir top gibi yuvarlanmasını, bir duvardan ötekine toslamasını önleyebilmek kolay kolay mümkün olmayacaktır. İstanbul'da yapılacak bu toplantının sembolik, psikolojik ve stratejik değeri ve anlamı küçümsenemeyecek kadar büyük. Bu tür toplantıların artmasını umalım ve Türkiye'nin gerçek tarihi rolünü kavrayabileceği günlere hazırlanacak uzun bir koşuya soyunmasını mümkün kılabilecek entelektüel, stratejik hazırlıkları yapmasını bekleyelim. Aksi takdirde, uzun vadede önümüzde Türkiye'nin içerdeki ve dışardaki sorunlarını hal yoluna koymasını mümkün kılabilecek başka esaslı seçeneği olmadığını hatırlatmak isterim. Burada altını çizmek istediğim bir nokta var: Rüya göremeyen, büyük rüyalar göremeyen insanların, ülkelerin bu dünyaya, hayata, insana dair bir beklentileri, söyleyecekleri "büyük" sözleri ve iddiaları da olamaz. Yazıyı bitirirken aynı zamanda iyi bir entelektüel olan İsmail Cem'i İstanbul'da başlattığı AB-İKÖ zirvesi girişiminden ötürü kutluyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |