|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Belâğat'tan söz açınca, Kaya Bilgegil'in eserini (Edebiyat Bilgi ve Teorileri/Belâğat) hatırlamamak nasıl mümkün olur? Olmaz pek tabii ki! Ne zaman bu kitap dilimin ucuna gelse, onunla birlikte şahsî bir hatıram da ister istemez aklıma gelir... Lâkin bugüne değin hep sadece aklıma geldi, dilimin, hele hele kalemimin ucuna hiç gelmedi... Berliner Studenten Verein'da Cevdet Paşa'nın Belâğat-ı Osmaniyesi'ni okuturken Bilgegil'in kitabını da (bir arkadaştan alıp) karıştırmak ihtiyacı hasıl olunca, ister istemez bu küçük hâtıram da canlanıverdi; ne yapayım ben de bu vesileyle fazla diren(e)meyip yazmaya karar verdim. Yıllar önce -"yıllar önce" diyecek duruma gelmek de varmış ya!- küçük kızımın doğumundan birkaç gün önce (Aralık 1988) Dergâh Yayınlarında, Mustafa (Kutlu) ağabeyin arkasında, (bana göre) hemen sol omuzunun üstüne denk gelen rafta Kaya Bilgegil'in bu kitabını görmüş, kendisinden okumak üzere âriyeten almıştım. Eve gelir gelmez de okumaya başlamıştım. (Kitabı, satırların altını gönlümce çizemeden, dilediğimce notlar düşemeden okuduğumdan, ilk fırsatta kendi nüshamı temin edip bu eksiğimi de sonradan tamamlamıştım.) En nihayet, bir akşam aniden hastahaneye gitmemiz gerekince, -dışarı çıkarken mutadım olduğu vechile- yanıma yine bir kitap aldım; pek tabii ki henüz okumaya başlamış olduğum Bilgegil'in mezkûr kitabını... Eskiden hastahanede içeriden mutlu haberin gelişini bekleyen babalar umûmiyetle ne yaparlarmış? Bir yandan sigara içip bir yandan da volta atarlarmış... Ben böyle yapmadım, sadece orada, bekleme salonunda boş bulduğum iskemlelerden birine oturup Bilgegil'in kitabını okumaya başladım... Bir süre sonra, hemşire gelip müjdeyi verince sevinçle yerimden fırlayıp henüz doğmuş olan kızımı (Büşrâ'mı) görmeye gittim. Peki sonrası? Hikâyenin benimle ilgilı kısmı bu kadar ve doğrusu, bu yönüyle hiç de fevkalâdelik taşıyan bir tarafı bulunmuyor. Çünkü en nihayet küçük kızımın doğuşunu beklerken, orada, salonda, yanımda taşıdığım bir kitabı, bir Belâğat kitabını okumuştum, o kadar... Bu kadar değilmiş meğerse... Eşimin kaldığı odada kalan diğer kadının refakatçisi beni öylece dünyadan habersiz bir sûrette ve fakat her halukârda vicdansızca (!) kitap okurken görmüş ve -eşimin uyuduğu zannıyla- aralarında kadın kadına birazcık benim işlediğim bu affedilemez suçun dedikodusunu yapmışlar... (...) Bu kadar yıl geçtikten sonra düşünüyorum da bu suçumu (!) savunmak durumunda kaldığım anlarda, o öğrendiğim Belâğat tekniklerinin hiçbiri işime yaramadı; ya ben o teknikleri iyi kavrayamamış ya da kullanamamıştım veya Belâğat belki de böylesi durumlara düşenler için elverişli olabilecek söz sanatlarını ihtiva eden bir ilim değildi. Vâ esefâ ki bu suâllerin cevabını hâlâ verebilmiş değilim. (Batıda adına Retorika denen ilmi, bazıları yanlışlıkla İlm-i Belâğat deyû anlamakta ve tabiatıyla Türkçe'ye de böyle çevirmektedirler ki bu çeviri fevkalâde hatalıdır; zira bizde Retorika'nın karşılığı Belâğat değil, Hitabet'tir; yani Sınaat-ı Hams'e ait ilimlerden İlm-i Hatabe). Birçok şey gibi kitapların da acı ya da tatlı muhakkak bir hatırası vardır; bazen, tatlı olanları zamanla acılaşır; bazen de acı olanları zamanla tatlılaşır. Bilinmeli ki bu durumlarda insanoğlu "olan olmalıydı" demekten başka bir çare bulamaz. Ahmet Cevdet Paşa'nın "Belâğat-ı Osmaniye"sini, Kaya Bilgegil'in "Edebiyat Bilgi ve Teorileri"ni zikredip de fevkalâde önemli addedilmesi icab eden bir diğer ilim adamının, Berna Moran'ın "Edebiyat Kuramları"na işaret etmemek olmaz... Bizim mahallenin sâkinlerince pek itibara lâyık bulunmasa da Moran nedense bana hak etmediği halde hep unutulmuş, unutturulmuş (!) önemli bir adımın adamı gibi görünür. Onun da bir hikâyesi var... Fakat nasip olursa başka bir zamana... Kendi kendimi sansürlemeyi engelleyebilme gücünü bulabileceğimi umduğum bir zamana...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |