|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Bir Kurban Bayramı'nı daha geride bıraktık. Yoksulluğun, işsizliğin kavurduğu yurdumuzda, bir yıldan bu yana et girmeyen sofralar et gördü. Bayram, istisnasız her eve, geçici de olsa bir sevinç taşıdı. Aynı sevinci bu ülke, Ramazan Bayramı'ında da yaşar. Çünkü Ramazan Bayramı da bir toplumsal ziyafet tarzında gelişen iftarların ardından sadaka-i fıtırlarıyla, zekatlarıyla gelir ve onarır gönülleri... Yıkıntıların içinden bir sevinç yumağı doğar. Şunu çok açık olarak söyleyebiliriz ki İslam, bu ülke için hayati bir toplumsal inşa hizmeti sunar. "Gelir seviyesi itibariyle Arjantin'den kötü oluruz da, neden halk patlamaz?"ın cevabı, İslam'ın bu inşa edici vasfında aranmalıdır. Peki ya yönetimlerin ve yönetimlerle iktidarı paylaşan güç odaklarının halkın Müslümanlığı'na gösterdiği saygı ve itinanın nisbeti bununla orantılı mıdır? İşte buna olumlu cevap vermek zor. Bizde, sevinçleri kursaklarda bırakılan günlerdir bayramlar desek yanlış olmaz... Bizde sadaka-i fıtırda kavga olur. Zekat, yönetimlerin kuşkusuna hedeftir. İftarlar didiklenir. Kurban'dan önce gündeme yönetimlerle toplum arasında deri kavgası gelir. Haccın kurbanını tartışmayı severiz sadece... Bir annenin vedası veya yeniden kavuşmasındaki hüzün ve sevinç karışımı kucaklaşmayı ülke çapında büyütmek ve yüreklerimize taşımayı düşünmeyiz. İhramın beyazlığını değil, Arafat'taki milyonlarca insanın dua güzelliğini değil, hac pastasındaki rant bölüşümünü öne çıkarırız. Namazlar, başörtüler, camiler, Kur'an okulları, o efsunkar güzellikleriyle içimizi dışımızı inşa edeceğine kovuşturmaların, kuşkuların, suçlamaların konusu olur. Bizde konu "Kimsenin namazına niyazına karışan mı var?" tartışması etrafında güncelleşir... Yani demek ki en iyi ihtimalle Türkiye'de böyle bir tartışma zeminini besleyecek ihtimaller söz konusudur. Bir sancı alanından söz edilir, dinden söz edilince Türkiye'de... Halk sancılıdır, yönetimler sancılıdır. Ve bu alanda gerçekten bir durulma sağlanmadan Türkiye'nin sancısının bitmesinden söz etmek de mümkün değildir. Ben diyorum ki, yönetimlerin, külli anlamda devletin din alanına negatif bakıştan kurtulması ve dinin inşa edici hüviyetini yeniden idrak etmesi, diğer bir ifadeyle içselleştirmesi gerekir. Yani negatif bakışın tüm zemini kazınmalıdır. Yani her kimde varsa, "Bu ülkede bir insana nasıl daha az kurban kestiririm? Bir insanı daha nasıl namazdan alıkoyarım? Bir insanın daha camie gitmesine nasıl mani olabilirim? Orucu nasıl zorlaştırır, iftar neş'esini nasıl engellerim? İnsanların dinle ilişkisini nasıl azaltırım? Din eğitimini nasıl asgari seviyeye ve üstelik inançları artırıcı değil, sorgulayıcı boyuta indirgerim? İbadetlerin mali boyutu varsa, bunu nasıl bir biçimde kamu alanı haline getiririm ve rant meselesine dönüştürürüm?" gibi soruların kökünün kurutulması lazım. Bunun yerine "Ülkemin insanlarına nasıl daha mutlu, coşkulu bir bayram yaşatırım? Bayramlarda sevinci nasıl büyütebilirim? Bayram görüşmelerini kolaylaştırmak için nasıl katkıda bulunabilirim? Kurban diye bir ibadet varsa onun temininde, kesiminde, evet etlerin fakir-fukaraya ulaştırılmasında, halkın gönlünde en küçük bir kuşku oluşmaksızın nasıl yardımcı olabilirim? Nasıl halkımla bütünleşebilirim?" soruları bize meşgul etmeliydi. Bunun yanında, belki tüm din-toplum ilişkisine yönelik pozitif yaklaşımlardan da söz edilebilir: "Benim insanlarım nasıl orucu daha gönüllerinin dilediği deruni iklimde yaşayabilirler? İftarlarına yetişebilmeleri için daha geniş bir düzenleme yapılamaz mı? İnsanlarıma, iş yerlerinde namaz kılabilmeleri için kolaylık sağlayabilir miyim? Din tesettür gibi bir sorumluluktan söz ediyorsa, bunu evet laik devlet yapım içinde nasıl bir formülle onların gönlüne huzur verecek bir uygulama haline getirebilirim? Bu ülkenin çocuklarının dini eğitim talebini, onların içinde bir burukluk kalmayacak seviyede nasıl karşılayabilirim? Hani ünlü tabirle herkes nasıl göğsünü gere gere 'Ben Müslümanım' der?" Bu söylediklerimin cevabı "Herkes göğsünü gere gere ben Müslümanım demiyor mu?" ki değildir. Bir kurban kesim yeri konusunda bunca tartışmanın yaşandığı ve her kademedeki yönetimin hizmet önceliğinden değil de toplumu zaptu rapt altına almaktan yola çıktığı intibaı verilen bir ilişki, sağlıklı toplum-yönetim ilişkisi değildir. Şöyle düşünelim bir: -Beldesinde yoğun biçimde Müslümanlar'ın bulunduğu bir Batı ülkesinde acaba yönetimin insanların ibadetleri ifa talebi konusundaki tavrı ne olurdu? Hiç şüphe duymuyorum ki, bizdekinden çok daha sağlıklı olurdu. Çünkü yönetimin çıkış noktası "Hem bu insanları mutlu edecek, hem şehrin-ülkenin sağlık, başkalarının özgürlüğü gibi hassasiyet gösterilmesi gerekli disiplinlerinin gözetildiği bir hizmet tarzı geliştiremez miyim?" olurdu. "Neden başörtülü öğrenciler bir Avrupa ülkesinde rahatsız edilmeden eğitim imkanına kavuşurlar da bizim ülkemizde okuyamazlar?" sorusunun cevabı nedir? İnsanımızın dinle ilişkisine hep kuşkuyla bakmanın eseri bunlar. İnsanlar kurban keserken başka şeyleri de kesecekler diye endişe ediyor birileri... Oysa hangi insan mezbelelik içinde kesmek ister kurbanı? Hangi insan eziyet etmek ister kurbana? Hangi insan, yarın içinde yaşayacağı çevreyi pislik içinde bırakmak ister? Ortalıkta, "Avrupa gelip denetliyor" diye bir heyula dolaştırılıyor ve vatandaşın boynunda boza pişiriliyor. Ben de sormak istiyorum: Acaba Avrupalı herhangi bir ülke kurban kesimi için hijyenik-sıhhi bir ortam oluşturmakla görevli bulunsaydı, böyle, vatandaşın iki ayağını bir pabuca sokacak şartlar mı hazırlardı? Şöyle bir soru geçmiş midir yönetimlerin içinden? -Bu ülke Müslüman bir ülke. İnsanlar kurban keser. Şehirler büyüyor. Hem kurbanın temini, hem kesilmesi, hem fakir-fukaraya dağıtılması noktasında karşılaşılan zorluklar nasıl giderilebilir? Şehir planlamasında buna yönelik tedbirler alabilir miyiz? İnsanlar kurbanı en kolay nasıl alabilir, en kolay nasıl kesebilir? Kurban'ın bayram şenliğini nasıl artırabiliriz? 10 milyonluk nüfusa 250 kesim yeri belirleyip, iki ayağınızı bir pabuca sokun dediğinizde, vatandaşa tek yol kalır: Aşabiliyorsa yönetimin iradesini aşmak...İşte TEM kenarlarındaki manzara budur. Bir zihniyet değişikliği talep etmek istediğimi hissetmişsinizdir. Şu sorular etrafında: -Bu Müslüman ülkede insanlara, dinlerini doya doya yaşayabildikleri hissini verecek bir yönetimi nasıl gerçekleştirebiliriz? Yönetimin kuşku ile baktığı insanlar ve insanların "Bugün hangi hayat alanıma kısıtlama getirecek?" endişesi ile yaklaştıkları bir yönetim ilişkisinden bir an önce nasıl kurtulabiliriz? "Daha özgür ortamlar var" değerlendirmesiyle insanların sürekli başka ufuklara baktığı bir ülke olmamalı bizim ülkemiz... Şu Kurban ikliminde bunu anlarsak ülke olarak kazançlı çıkmış oluruz diye düşünüyorum.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |