|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
İsrail'in Filistin halkına yönelik acımasız politikasının Amerika'dan yüz bulamasa sürdürülemeyeceğine dair yaygın bir kanı vardır. Bu kanı doğrudur. Amerika'nın İsrail politikası ise büyük ölçüde, Yahudi-Amerikalılar'ın, finans, medya ve yönetim katındaki güçlü nüfuzundan etkilenir. Bu da doğrudur. Bir başka ve çok iyi farkedilmeyen bir 'doğru' daha vardır. İsrail halkının, 'Filistin sorunu'na Amerikalılar ve Amerikan Yahudileri'nden farklı baktığı. İsrailliler'in, kendi varoluşlarını doğrudan ilgilendiren 'Filistin sorunu'na bakışı, 'paradoksal biçimde', Amerikalılar'dan daha esnek ve daha 'ılımlı' sayılır. Nitekim, David Hirst, Lübnan'ın Daily Star gazetesinde yayımlanan 'Arafat'ın özgürlüğü yok ama Sharon'un da seçenekleri yok' başlıklı yazısında bu 'olgu'ya şu satırlarla değinmişti: "İsrail ekonomisi altüst oluyor, parası değer kaybediyor ve kamuoyu yoklamaları Sharon'un popülaritesinin her gün düştüğünü gösteriyor. Artan sayılarda muvazzaf ve emekli askerler ve güvenlik yetkilileri, 35. yılına giren işgalin aşırılıklarını haykırıyorlar. Amerikan politikacıları ve Washington'daki Yahudi lobisi, Sharon'a desteklerinde sıkı duruyorlar ama pek belirgin nedenlerden ötürü: Birinci grup (Amerikan politikacıları) 'anti-Semit' damgası yemek istemedikleri ve Yahudi Amerikalılar ise İsrail maceracılığının fiyatını kanlarıyla ödemek zorunda olmadıkları için. İsrailli gazeteciler, Sharon konusunda Amerikalı meslektaşlarından çok daha eleştireller, çünkü a) İsrailliler'in Yahudi devletini eleştirdiklerini işlerini kaybetme tehlikesi yoktur; b) Sharon'u tanıyorlar. Tercih ettiği 'savaş düzeni'nin açıkça yerlebir olmasıyla, Sharon'un seçenekleri tümüyle kısıtlıdır. Bir 'askeri çözüm' yoktur, dolayısıyla mevcut politikasını sürdürmesi daha çok ölüye ve daha fazla güvensizliğe yol açmaktan başka sonuç getirmeyecektir. Öte yandan, şişman emekli general, onyıllardır kendi gerçek kimliğini bir barış düşmanı olarak oluşturmuştur, bu yüzden, birdenbire beneklerini değiştirmesi ve iyi niyetle müzakerelere oturması hemen hemen imkansızdır." "Konu' ile ilgilenen herkesin bilebildiği bu 'açık gerçekler'e rağmen, New York Senatörü Hillary Clinton, bayram günlerinde Kudüs'te yaptığı bir konuşmada Filistin lideri Yasir Arafat'ı suçlayanlar kervanına katıldı. Bayan Clinton'a göre, 'Camp David görüşmelerinin çökmesinden sonra başlayan şiddetin bütün sorumluluğu Arafat'ın omuzlarında' imiş. İşte tipik bir 'sorumsuz' Amerikan politikacısı söylemi. Bayan Clinton'a bir Filistinli-Ürdünlü bayan gazetecinin, bayramın ikinci günü International Herald Tribune gazetesinde çıkan yazısı en iyi cevabı teşkil ediyor. Lemis Andoni'yi 1980'li yılların ilk yarısında tanımıştım. Amman'da yaşayan bir Hristiyan Filistinli ailenin genç kızıydı. Evlerine çok kez konuk oldum. Lemis, çok genç yaşında saygın bir gazeteciydi ve daha o tarihlerde Amerikan basınının, 'objektif değerlendirmeleri' ve Filistin hareketine ilişkin bilgisi nedeniyle en fazla başvurduğu kaynakların başında geliyordu. Lemis Andoni'nin 'Filistinli gençlere yaşamak için bir neden gösterin' başlıklı yazısı, 'sorun'un derinliklerini ve işlerin bugünkü hazin haline gelmesindeki Amerikan-İsrail 'sorumluluğu'nu anlattığı için üzerine durulmaya değer. Sütunu Lemis Andoni'nin satırlarına terkediyorum: "Son haftalarda Filistin intihar saldırılarındaki keskin yükseliş, çatışmada vahim bir dönüm noktasını ifade ediyor. Bunların sorumluluğunu artan ölçülerde laik grupların üstlenmesiyle, artık Batılı gözlemcilerin dinci aşırılığı kınamaları mümkün olmayacak. Amansız askeri kuşatma karşısında ve kendi hayatları için hiçbir gelecek umudu görmedikçe, giderek daha fazla genç insan ölmeyi ve beraberlerinde İsrailliler'i sürüklemeyi arzulayacaklar. Birçokları için, seçenek kesindir: ya ölüm, ya işgale son. Her İsrail 'bastırma eylemi', her füze saldırısı, her vahşi misilleme, sadece daha fazla insanı canlı bombaya dönüştürmeye yarıyor. Bir İsrailli'nin ölümü ve yoldan geçen düzinelercesinin yaralanmasıyla sonuçlanan, 28 yaşındaki Vefa İdris adlı genç kadının Kudüs'ün ortasında kendisini havaya uçurması olayını düşünün. İdris, hurilerle ve şarap ırmaklarıyla dolu, köktendincilerin vaadettikleri cenneti aramıyordu. Filistinli mülteci, bugüne dek tanıdığı tek hayat olan, işgal altındaki hayatın acısı ve öfkesiyle harekete geçmişti. İntihar saldırıları ne barışı ne de adaleti getirmeyen dehşet eylemleridir. Ama İdris'in trajik eyleminin gösterdiği gibi, bunlar, İsrail, sürekli olarak kuşatma altındaki bir halkın hayatını boğazlar ve ülkelerini tecrit edilmiş gettolara çevirirken sessizce seyreden bir dünyaya karşı umutsuzluk ve hıncın yol açtığı eylemlerdir. İsrail'in askeri gücünün hiçbir ölçüsü -Filistin şehirlerini topa tutmak, nüfusun altına sokulduğu kuşatmayı şiddetlendirmek, eylemcileri suikastlerle öldürmek- Filistinliler'in akan yarasının diğer tarafa yayılmasını durduramayacaktır. Hayatlarını düşmanlarının canını acıtacak şekilde sona erdirmeye hazır, İdris gibi Filistinliler oldukça, intihar eylemleri son bulmayacaktır. İntihar saldırıları son bulmalıdır. Ve bunun yolu, genç Filistinliler'e, ölmek için değil yaşamak için bir neden göstermektir. Fakat bu, ABD'nin Filistin önderliğini tecridi, ya da artan İsrail askeri baskılarıyla sağlanamaz. Filistin saldırılarını kınarken, işgali sona erdirmek için hiçbirşey yapmamakla, Batı sinik bir iki yüzlülük ortaya koyuyor. Bu eylemlerin kökenindeki ızdırabı kabullenmek yerine, Batı, bunları irrasyonel şiddet eylemleri olarak açıklama yoluna gidiyor. Sözde uzmanlar ve bazı haber kuruluşları, Filistinli kuşaklar üzerinde yıllarca süren İsrail askeri işgalinin yüksek maliyetini gözardı ederken, ölüm ve cinayeti yücelten garip ve yabancı bir kültüre dair hikayeler anlatıyorlar. Ve, Washington'un Filistinlilerin acısını kabullendiği nadir durumlarda, Amerikan yetkilileri, 'Filistinli şiddeti'ni kınayarak, esas olarak İsrail'in bütün bir halka boyun eğdirmesini desteklemiş olurken, sahte bir ahlaki üstünlük iddia etmekte hiç vakit kaybetmiyorlar. Dışişleri Bakanı Colin Powell'a göre 'Filistinliler, istekleri ne kadar meşru olursa olsun, şiddet yoluyla seslerinin işitilmeyeceğini anlamalıdırlar.' Peki, bu sözler, Uluslararası Af Örgütü'nün tanımlamasıyla 'insan hayatına 'sorumsuz bir umursamazlık' gösteren İsrail politikasına Amerikan desteğini nasıl açıklayabilir? Powell, İdris gibi birisine, ABD'nin sadece İsrailli değil, Filistinli hayatına saygı gösterdiğini ortaya koymalıydı. Tersine, İdris'in hayat dolu yüzü, canlı bombalar yoluyla özgürlük arayan bir kuşağın simgesi olarak, Batı Şeria ve Gazze'de duvarlara yapıştırılan posterlerde. Onun trajik sonu -işgale son verilmesi ve Filistin halkının çalınmış umut, vakar ve insanlığının iade edilmesi çağrısı- uluslararası ve Arap iktidarsızlığının mahkemeye verilmesidir." Yakından tanıdığım ve bildiğim için söylüyorum: Hristiyan-Filistinli kökenli Lemis Andoni, bulunabilecek en Batılı zihniyetli ve Amerika'ya en yakın duran Ürdünlüler'den biridir. Yazdıkları ve anlatmaya çalıştıkları üzerinde durun ve düşünün…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |