T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Müdâhene

Etyen Mahçupyan'ın yazısında bu sözcükle kaçıncı kez karşılaşıyorum? Belki üçüncü, belki dördüncü, belki beşinci kez... Tüm yazıları elden, gözden geçirilse, belki bu sayı artacaktır da. Radikal'deki, Yeni Yüzyıl'daki yazılarından birinde rastlamış olmalıyım ilk kez. Şimdi de, 24 Şubat 2002 tarihli Zaman gazetesinde "Yozlaşma bahsine giriş (2)" başlıklı yazıda gördüm onu. Sözcüğün geçtiği cümle şu: "... tek parti döneminin siyaseten belirlenmiş iktisadi merkeziyetçiliği olmasaydı, DP'nin popülizmi de muhtemelen bu denli müdanaasızca olmazdı."

Yazarın sözcüğe yüklediği anlamın "pervasız-ca, umursamaz-ca, ölçüsüz-ce, çekinmeksizin, sakınmadan..." gibi bir anlam olduğu söylenebilir. Belleğim beni yanıltmıyorsa, önceki kullanışlarında da aşağı yukarı aynı anlam vardı ve sözcük hep olumsuz sıfat ya da zarf olarak kullanılmıştı: müdanaasız, müdanaasızlık, müdaanasızca, müdanaa etmeden, vb.

Zihinsel çabasına saygı duyduğum, düşüncelerini önemsediğim bir yazar olan Etyen Mahçupyan'da bu sözcüğe her rastlayışımda bir yadırgama, bir tuhaflık duydum. Bu duygu, yazılı kültürü özümsemiş, ölçülü kitap dilini özenle kullanan bir yazarda ansızın "avâmî" bir öğeyle karşılaşmanın sonucu olmalı. Onun dağarcığına bu sözcüğün yazılı kaynaklardan çok, sözlü kültürden geçtiğini düşünüyorum. Fakat bu geçişin, özellikle anlam bakımından pek de uygun bir geçiş olmadığı anlaşılıyor. Çünkü "müdâhene" sözcüğünün halk ağzında değişmesiyle ortaya çıkan, "müdânâ", yine halk dilinde "minnet, gönül borcu" gibi bir anlam yüklenmiş. Dolayısıyla, "müdânâsız" ya da "müdânâsızca" da, kimseye minnet duymaksızın, herhangi bir gönül borcu hissetmeden davranabilmeyi ifade eder. Bu durum da kuşkusuz, bir aldırmazlık ya da pervasızlık izlenimi uyandırabilir ama örneğin, haklılıktan ya da güçlü olmaktan kaynaklanan pervasızlık ile bir tutulmamalı.

Arapça "de-he-ne" eyleminden türeyen "müdâhene", "dalkavukluk etmek, kavuk sallamak, çıkar sağlamak amacıyla gerçek dışı övgüler düzmek" gibi anlamlar taşıyor. Sözcüğün temel anlamının "yağlamak" oluşu da, bizdeki "yağcı", "yağcılık", "yağdanlık", "yağlamak" sözcüklerinin halk ağzındaki anlamlarıyla örtüşüyor.

Dehene'nin anlamları arasında bulunan "örtme, sıvama, kaplama" da müdâheneyi iş edinen yaltakçı "müdâhin"in doğruyu yanlışla örtmesine, gerçeği sahte ile sıvamasına, hakkı bâtıl ile kaplamasına denk düştüğü için anlamlı görünüyor. Müdâhenede bulunan kimse, iki yönlü bir örtme işlemi yapmaktadır: Bir yandan, haksız yere övdüğü kişinin gerçek yüzünü örtmekte; böylece hem muhatabını, hem başkalarını aldatmakta; öte yandan bu işten çıkar sağlayacağını, dolayısıyla kendi yüzünü de gizlemektedir.

Müdâhene denince, hemen hatırlanması gereken örnek, Keçecizâde İzzet Molla'nın ünlü beytidir:

Meşhurdur fısk ile olmaz cihan harab
Eyler ânı müdâhene-i âlimân harab

Alimlerin, küçük çıkarlar uğruna ilmin izzetini pâyimâl edebilmeleri, yaltaklanmaya gönül indirebilmeleri, hayatımızda ahlâkın bilgiden üstün olduğunu gösteren acı bir gerçektir.


26 Şubat 2002
Salı
 
İBRAHİM KARDEŞ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED