|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin şu anda, başörtüsü yasağı nedeniyle ölümüne sebebiyet verilen Medine Bircan'dan daha önemli bir meselesi yoktur. Ülke bu mesele ile hesaplaşmadan, bu ölümün sorumlularını yargı önüne çıkartmadan ve bu ölüm vesilesiyle başörtüsü yasağını masaya yatırıp, herkesi tatmin edecek bir çözüm bulmadan yoluna devam edemez. İnsanların inançları ve inançlarının tezahürleriyle uğraşmayı görev haline getiren zihniyete de, bu zihniyetin Cumhuriyet'in başörtülü ile başörtüsüzün bir arada aynı haklarla yaşayabileceğine dair "yazılı olmayan kuruluş sözleşmesi"ni ihlal etme alışkanlığına da dur demenin zamanı geldi. Gerçek şu ki, Türkiye'de hiç kimsenin elinde başörtüsüne yasak uygulamak için bir gerekçe yoktur, böyle bir gerekçe olamaz ve zorlayarak dahi üretilemez. Buna tevessül etmek insana ait bütün değerleri, topluma ait bütün kuralları hiçe saymak ve ayaklar altına almaktır. Yıllardır uygulanan yasağın izahı da bundan başka bir şey değildir. Medine Bircan olayı, başörtüsü yasağının temelinde düpedüz sınıfsal bir ayırımcılığın bulunduğunu; ülkenin bütünüyle başörtüsüz hale getirilmesi projesinin hak ve insaf tanınmaksızın yürütüldüğünü apaçık ortaya koymuştur. Yıllardır ileri sürülen başörtüsünün "ideolojik ya da siyasal simge" olduğu iddiası da bir kez daha geçersiz hale gelmiştir. Bu sınıfsal ayırımın en açık delili üniversiteyi sözümona savunmak için bir açıklama yapan Tıp Fakültesi Dekanı Faruk Erzengin'in şu sözleridir: "Hastalar burkalı da gelseler bizden hizmet alırlar" Ülkesinin insanına yabancı, Türkiye'nin temel ve sembol kıyafetlerinden başörtüsünü "burka" ile kıyaslayan, başörtüsünün kendisine "burka"yı çağrıştırdığı zihin yapısına sahip olan bir anlayışa ne kadar güvenebilirsiniz? Bu anlayışın tasnifine göre, kendisini Müslüman olarak tanımlayan ve öyle yaşayan insan da herhalde Taliban olmalıdır. Dekanın, skandalı savunurken daha da battığı açıklamaları bundan ibaret değil. Bakın ne diyor: "Biz karnelerdeki fotoğrafların, kimlik belli olsun diye açık başlı çekilmesini istiyoruz. Ama hasta tedaviye nasıl gelirse gelsin, bizi ilgilendirmez... Hasta zaten ağır kanser hastası ve kanserden ölmüş." Bu sözlerdeki, "Hasta tedaviye nasıl gelirse gelsin bizi ilgilendirmez" cümlesinin bir anlamı yoktur. Zira, Medine Bircan'ın tedavisi sürmüştür ama üniversite, tedavinin daha kolay olabilmesi için hastanın evine yakın bir sağlık kuruluşuna sevkini sağlayacak raporu sağlık karnesindeki resim başörtüsüz olduğu için vermemiştir. Bu sevk de tedavi sürecinin bir parçasıdır ve hasta başörtüsüz resim çektirmediği için karnesi işleme konmamıştır. Medine Bircan, fakültenin yasakta ısrarı sürerken, resmi bilgisayarla değiştirmek gibi formüller arandığı sırada vefat etmiştir. Vefatın erken olması, üniversitesinin ihmalini asla önemsizleştirmez. Şu halde dekanın sözlerinin anlamı, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'nin "zaten ağır kanser hastası" olan Medine Bircan'a o halde yatağından kalkıp başörtüsüz resim çektirmediği için, bir tür ötenazi –kendi rızasıyla ölüm- uyguladığıdır. Ayrıca, Bircan ağır değil de "hafif kanser hastası" olsaydı da durum değişmeyecekti. İ.Ü Tıp Fakültesi, sağlık karnesinde başörtülü resim olan hastaların tedavisini kesinlikle kabul etmemektedir. Dekan da zaten sağlık karnesinde başörtüsüz resmin şart olduğunu söylüyor. Bu açıkça, "başörtülü hastayı tedavi etmeyiz" demektir. Olayla ilgili bazı görüşmeler yaptım ve sadece Medine Bircan'ın değil, bu yasak nedeniyle yüzlerce hastanın ya başını açmak zorunda kaldığını ya da tedavi olamadan geri döndüğünü öğrendim. Tıp Fakültesi civarında stüdyo işleten bir fotoğrafçı, son dönemde sadece kendisine 500'ü aşkın kadın hastanın gelerek, istemeye istemeye başını açıp karne için fotoğraf çektirdiğini ifade ediyor. Bu uygulamayla insanlar, "ölüm ya da başörtüsü" seçenekleri arasında tercihe zorlanmaktadır. İşin bir başka yönü de şu... Genelgenin altında imzası bulunan, yani olayın iki numaralı sorumlusu olan Rektör Yardımcısı Nur Serter hiçbir açıklama yapmıyor. Üniversitesi tarihin en büyük suçlamasıyla karşı karşıya bulunan Rektör Kemal Alemdaroğlu da kamuoyunu tatmin edecek adımlar atmak yerine, bu gibi durumlarda her zaman işe yarayan! "laik olduğum için beni hedef alıyorlar" anlamında sloganlara sığınmaktan başka çare bulamıyor. Tıpkı, kendisi hakkındaki "intihal", yani bilimsel hırsızlık iddiaları karşısında çaresiz kalıp topu taca atması gibi, üniversitesindeki "başörtüsü yasağı nedeniyle ölüme sebebiyet verme vak'ası"nda da kaçıyor. Serter ve Alemdaroğlu, bu kaçışın hem insanlık, hem tıp bilimi, hem de İstanbul Üniversitesi'nin alnına sürülen lekenin örtbas edilmesine yeteceğini sanıyorlar. Ama hayır, artık deniz bitti... Tedavi alma ve hayat hakkına tecavüz noktasına kadar uzanması, yıllardır milyonların hayatını derinden sarsan, eğitim, istihdam ve sosyal hayata iştirak etme haklarını gasp eden başörtüsü yasağının da sonunu getirecektir. Yasakçılığın da...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |