T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Ecevit ile Katolik nikâhı

Mehmet Ali Erbil "Eşim Sedef bana uğursuz geldi" diyor ve karısından ayrılmak istediğini açıklıyor.

Ama bizimki sanki Ecevit ile Katolik nikâhı; bir türlü çözülmüyor.

Oysa, millet onun döneminde depremden sel felâketine kadar her türlü doğal afeti yaşamak bir yana, savaş yıllarında görmediği derinlikte ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı.

Beceriksizlik, basiretsizlik, hastalık, uğursuzluk... Ne isterseniz var.

Ecevit'in mazisi

Bedii Faik'in anılarında okudum. Menderes'i hedef alarak yazdığı bir ufak fıkra bugüne, tek bir isim değişikliği ile uyarlanabilir:

1914: 1. Dünya Harbi, 1939: 2. Dünya Harbi, 1999-2002: Ecevit.

*   *   *

Biz, benzer bir felâketi, ama çok daha küçük çapta, 12 Eylül darbesi öncesinde yaşamıştık. Gerçi CHP, sorunlu bir ekonomi devralmıştı; ama, işi, hatalı tedbirlerle iyice çıkmaza soktular. Yaşı 35-40'ın üzerinde olanlar, o yokluk günlerini, kuyrukları ve karaborsayı iyi hatırlar. Avrupa Birliği'ne, Yunanistan ile birlikte girme fırsatını gene o tarihte, "Hazır değiliz" gerekçesiyle kaçırmıştık.

Darbelerin bir olumsuz faturası da, siyasi mevta haline gelenleri diriltmesi olmuştur.

1978 ve 1979'da yaşananlar Türk insanının hafızasına öyle güçlü bir biçimde kazınmıştı ki, Ecevit'e bir daha ülkeyi yönetme imkânının verileceği kimsenin aklına gelmiyordu.

Peki Ecevit, 1978'de Milliyetçi Cephe Hükûmeti'nden devraldığı bozuk ekonomiyi olumsuz bir dünya konjonktürü içinde (Kıbrıs'tan dolayı ambargo altındaydık ve dünyada fiyatları artıyordu) düzeltebilir miydi? Ecevit gittikten sonra, 24 Ocak kararları ve takib eden uygulamalarla, Türkiye'nin çok daha iyi bir noktaya geldiği hatırlanırsa, kötü gelişmeleri sadece "ağır siyasî miras ve dünya şartları" ile izah etmenin mümkün olamayacağı anlaşılır.

Gençler o tarihte de umutlarını kaybetmişlerdi. Ecevit'in sık sık temas ettiği "tünelin ucundaki ışık bir türlü" görünmüyordu.

12 Eylül darbesi, siyasi yasaklar, Ecevit'lerin yürüttüğü onurlu mücadele, şanslarının yeniden parlamasına yol açtı. Ama gene de DSP birden büyüyemedi.

DSP liderinin şansı

Ona büyüme şansını, 1998'de Tansu Çiller verdi. Yılmaz Hükûmeti Türkbank yolsuzluğu sebebiyle -CHP, azınlık hükûmetinden desteğini çektiği için- yıkılınca, önce, Meclis Başkanı Hikmet Çetin başkanlığında yeni bir iktidar formülü konuşulmaya başlandı. Recai Kutan, Tansu Çiller ile anlaşıp, Hikmet Çetin'i başbakan yapmayı ehven-i şer buluyordu.

Tansu Çiller ise, bunun olağanüstü döneme yakışan bir formül olduğunu belirterek, hükûmeti, mutlaka bir parti liderinin kurması gereğini vurguluyordu.

Bu arada CHP, Fazilet ile aynı kare içinde görünmek istemiyordu. 28 Şubat'ın bütün ağırlığı ile yaşandığı vasatta, bırakınız seçime endeksli koalisyon ortaklığını, Fazilet'in dışardan desteklediği bir siyasi oluşuma da, CHP rıza göstermiyordu. Bu yüzden Deniz Baykal, başbakanlığı kaçırdı. Çünkü onu ancak DYP ve Fazilet destekleyebilirdi.

DSP ile Anap bir blok oluşturmuştu. Yılmaz, Ecevit'in arkasında bulunduğunu peşinen deklare etmişti. DYP'nin, ibreyi Ecevit'e doğrultmasıyla, DSP lideri hayatının şansını yakaladı.

*   *   *

Siyasetin gidişatını, bazen ufak bir adım, yüzde yüz ters istikamete çevirebiliyordu. Tabiî Türkiye'nin kaderini de.

28 Şubat olmasaydı, bugün Ecevit başbakanlık koltuğuna büyük ihtimalle oturmazdı.

28 Şubat sürecinde gücünü iyice perçinleyen ve iktidara eklemlenen medya, Yılmaz Hükûmeti'ni düşüren CHP'ye yüklendi; bu partiyi, -adetâ yolsuzluklara yeterince göz yummadığı için- istikrarı sarsmakla suçladı. Onların gözünde Mesut Yılmaz ile ittifak kuran DSP lideri yükselen yıldızdı. Hele Hüsamettin Özkan... tam bir uyum içinde çalışıyordu Yılmaz kardeşlerle. Meşrepleri aynıydı; beklentileri de.

Bir de PKK'nın başı Abdullah Öcalan yakalanmaz mı! Terörist başının tutuklanmasını oya tahvil, Ecevit'e nasip oldu. Herhalde Batı âlemi de, özellikle ABD, Türkiye'nin, bu tecrübeli politikacının elinde esenliğe çıkacağını düşünüyordu. 1970'lerin Karaoğlanı gitmiş; yerine büyük sermayenin ve yabancı güçlerin kolay kontrol ettiği bir lider gelmişti. Böyle düşünmeseydi ABD, Apo'yu paketleyip, idam edilmemesi sözü karşılığında Türkiye'ye verir miydi?

Ecevit, siyasi belirsizlikler ve askeri müdahalelerin yarattığı bir ortamda, Kartel medyasının arkasından iteklemesiyle iktidara geldi.

Liderler zirvesinden önce Ecevit'in kader çizgisinde, tesadüflerin rolünü kısaca hatırlatalım istedik.

Faiz sorunu

Türkiye'nin birikmiş yığınla sorunu var. Sadece bir toplantıda, bunca sorunu nasıl konuşacaklar?

Üstelik bakalım, Ecevit söylenenleri algılayabilecek mi? Onun kelimelerini diğerleri kavrayabilecek mi?

Kapıda ambülans, lider toplantısı yapılır mı?

Toplantı uzadıkça, omur çökmesi ve felç tehlikesi artıyor.

Böyle, bıçak sırtında, ölümle hayat arasında düzenlenen bir zirvede, insan zihnini bile toparlayamaz.

*   *   *

Türkiye'nin Gari Safi Yurt İçi Hasılası'nın ilk üç ayda % 2.3 büyüdüğü anlaşıldı. Artık bunlara sevinir olduk. Oysa yatırımlar dibe vurdu. İlk üç aydaki özel sektör yatırımlarında, gerileme % 26.3, kamuda % 17. Hiç kimse yatırım yapmıyor; herkes ayakta kalmaya çalışıyor. İlk üç ayda, özel tüketim harcamalarının da % 2 gerilediği ortaya çıktı.

Aslında faiz sorununu çözmeden nefes almaya imkân yok. Yatırımlar geriliyor, maaşlar kısılıyor, ama açık halâ yerli yerinde.

Derviş, sıcak paranın yerine İMF kredisini koydu, böylece devletin borçlanma ihtiyacı azalırken, faizlerin düşeceğini hesapladı. Nitekim, 4 Mayıs'ta, Ecevit'in hastalığı öncesinde faizler -beklenilen seviyeye inmese bile- % 50'lere çekilmişti. Ülke ekonomik istikrara kavuştukça, yabancı-yerli sermaye yatırımlarının, dolayısıyla üretimin artacağı hesaplanıyordu. Ama faizler gene yükseldi; döviz ani bir sıçrama yaptı. Standard and Poors notumuzu kırdı, derken bütün olumlu beklentiler terse döndü.

141 milyar dolar ödedik

Zaten bıçak sırtındaydık. Bazı rakamları hatırlatmakta fayda var:

Hazine, 2002'nin ilk 5 ayında elde ettiği 33.7 katrilyonluk iç borcun hemen hemen tümünü, vadesi gelen iç borcun ana parasını kapatmaya kullandı. Dışardan aldığı 16.9 katrilyon liraya tekabül eden paranın, 3.7 katrilyon lirası ile dış borcun ana parasını ödedi; geri kalan kısmı, bütçenin 12 katrilyon liralık nakit açığını kapatmaya sarfedildi.

Dışardan bu ölçüde borç almayı sürdüremeyeceğimize göre, özellikle faizlerden kaynaklanan bütçe açığını nasıl finanse edeceğiz?

Üstelik faizler arttıkça maliyet de yükseliyor.

*   *   *

Türkiye, 1.7.1997'den itibaren, Yılmaz ve Ecevit hükûmetleri zamanında (55'inci, 56'ncı ve 57'nci hükûmetler) toplam 141 milyar dolar; ayda ortalama 2.4 milyar dolar faiz ödedi. (129.4 milyar dolar iç borç faizi, 11.8 milyar dolar dış borç faizi ödendi)

İç borç faizinin dış borca kıyasla yüksekliği, rantiyeye akıtılan haksız kazancın ve sıcak para politikasının yıpratıcı sonuçlarının açık bir göstergesidir.

1997'de faizler GSMH'nın % 11'ine ulaşmıştı. Bu oranın fazlalığından yakınıyorduk. 2001'de toplam faizler GSMH'nın % 23.5'ine ulaştı. Milli gelirimizin neredeyse 4'te 1'i faize gidiyor.

Zirvede ekonomiyi ele aldı liderler. Sizce meseleler birkaç saatlik "kaçamağa" sığacak kadar basit mi?

Ya Avrupa Birliği konusu? Fırsat gene kaçıyor.

MHP'li bir hükûmet ile ne idam çözülür, ne de Kürtçe yayın ve eğitim.

Dikkat ederseniz Ecevit gene seçim tarihini şaşırdı. Belli ki o noktada bir takıntısı var. Nisan 2004 diyeceğine, 2003 dedi. Yaz tatilinde grup başkanvekillerinin gerekirse muhalefetle bir araya gelerek neyi çalışacaklarını da pek izah edemedi. "2004 yılının siyasal yaşamıyla ilgili çalışmalar yapacaklar" şeklinde bir açıklamayı adeta mırıldandı. Herhalde kastettiği Avrupa Birliği ile ilgi yasal düzenlemelerdi.

Bakalım Ecevit bu işi daha ne kadar götürebilecek.


2 Temmuz 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED