|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son günlerde karşımıza çıkan, merkez medyanın ve güçlerin anlam üzerine anlam katmaya çalıştıkları gelişmeler bildik bir hikayeyi yeniden anlatıyor gibi. Bu, siyaseti tepeden dizayn etme, bu yolla tehlikeyi önleme ve toplumu şekillendirme hikayesidir. Hikayede ilginç bir şekilde sözde toplumdan yola çıkılır, çoğunluk adı altında bir toplum varsayılır; ama bu öyle bir varsayımdır ki aslında toplumun yokluğu ve anlamsızlığı üzerine şekillenir. Daha da öte, toplumu, gerçeklerin ve olanın hilafına yeniden biçimlendirme gayretleri üzerine oturur. Hikaye güçlüdür, çünkü Türk siyasetini tümüyle kuşatır. Ama öylesine temelsizdir ki, her fırsatta, oyuncuları değişir... Yalım Erez bu yolda kurban edilmiştir örneğin. Yeni Oluşumcular'a gelinceye kadar daha nicelerinin adı gelip geçmiştir; zira ülkenin sermaye, basın ve asker merkezi uzun süredir hikayenin ilerlemesi için böyle "taşeronlar", "figuranlar" üretmeye çalışmaktadır. Nitekim Cem-Özkan-Derviş üçlüsünden önce, merkezin gözbebeği, bugün "pabucu dama atılmış" gibi görünen, televizyon programlarında siyasi parti lideri olmaktan çok gözlemci muamelesine tâbi tutulan Mehmet Ali Bayar değil miydi? Siyaseti ve toplumu yeniden inşa etme çabaları etrafında dün Bayar'la "makul çoğunluk"tan dem vuruluyordu; bugün Cem'le "çağdaş çoğunluk" sözleri ediliyor. Evet, niyet aynı; yukarıda da söylediğimiz gibi aslında toplum, toplumsal eğilimler yok sayılan, bunalım üzerine kurulu garip bir değişim dalgası estirilmeye çalışılıyor. Ve her girişim hüsranla sonuçlandıkça, yara alan, ahlaki değerler ve değişim fikri oluyor. Aslında toplumdan ve toplumsaldan arındırılmış, mevcut siyasi partilerden birinin içini boşaltma ya da ayrı düşen partileri birleştirme yoluyla siyasette yeniden yapılanma arayışının hikayesi bizde oldukça eskidir. Bu arayış, son dönemlerde boşalan siyasi merkezin içini doldurma, daha doğrusu eriyen merkez sağ ve sol partileri yeni isimler ve yeni partiler etrafında diriltme çabalarından oluştu. Temelde toplumun hiç değişmediği, salt siyasetçinin ve siyasi söylemlerin değiştiği fikrine dayandı. Sermaye, basın, asker, ne yazık ki akademisyenlerin büyük çoğunluğu Türkiye'nin son yılda tanık olduğu, RP'yi birinci parti yapan, ardından FP, MHP, HADEP gibi partileri hatırı sayılır bir oy oranına kavuşturan gelişmelerin, merkez sağ ve sol partilerin hatalarından, dahası bunların başındaki liderlerin basiretsizliğinden kaynakladığına inandı, inanmak istedi ya da öyle göründü. Toplumun 70'li yılları yaşamadığı, etnik, ekonomik, kültürel bir dizi farklılaşmaya tâbi olduğu, bu farklılaşmaların eskiden iki üç bloktan ibaret seçmen kitlesini kimlik ve taleplerine göre ona yakın eğilime ayırdığını ve bunun geri dönülmez bir süreç haline geldiğini görmek istemedi kimse. Kürtler hâlâ merkez sol ile, İslami kesim yine merkez sağ ile birlikte davransın, onların partilerine oy versin beklentisi hep canlı tutuldu. Tersi durumlara ve bunu savunanlara savaş ilan edildi. 28 Şubat bir anlamda bu mantık üzerine inşa edildi. Hep merkez partilerin yöneticileri suçlandı, onlardan çözüm beklendi, çevre partiler ise hep dışlandı, aşağılandı. Ne var ki, aşağılanan ve dışlananların toplam oyları yüzde 50'ye ulaştı. Bu artış bugün de alabildiğine devam ediyor. Ve ülkenin asker-basın-sermaye merkezi bu durumu engellemek için yukarıdaki hikayeyi tekrar dolaşıma sokmaya çalışıyor. Son günlerde yaşanan gelişmeleri bu gözle okumakta büyük yararlar var. Kısacası bu hikayenin yeniden dolaşıma girmesi ne AB ile ilgilidir; ne yaşlı Başbakan'la... İlgili olduğu iki farklı mesele vardır: 1. Çevre geleneğinin en güçlü partisi AKP'nin karşısına onun önünü kesebilecek bir kişi ve parti çıkarmak; kutuplaşma üreterek İslami kesim dışında herkesin oyunu bu kişi ve partiye vermesini sağlamak... 2. Tıkanmış siyaseti, tıkanmasına neden olan unsurları tekrar devreye sokarak beyhude bir şekilde açmaya çalışmak; yani aczi tekrar üretmek. Ama şu unutulmamalı: toplumu yok saymak onu yok etmeye yetmez. Bu tür girişimler siyaseti açmak yerine daha çok tıkayan girişimler olmanın ötesine geçmez. Nitekim, İsmail Cem'in başında olduğu hareketin şimdiden dört olumsuz sonucu olmuştur. Birincisi: Zaten sorunlu olan hükümeti iyice AB karşıtı bir pozisyona itmiştir ve sağlamlaştırmıştır. İkincisi: Etik ve ilke açısından yenilenme fikrini daha doğmadan boğmuştur. Üçüncüsü: Proje ve ideolojiden uzak, siyaset üstü bir oluşum anlayışını siyaset fikriyle ikame etme çabalarına destek sağlamıştır. Dördüncüsü: Solu biraz bölmeye aday hale gelmiştir. Evet, 14 Temmuz itibariyle durum böyle...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |