|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'Esas'ı kaçırmayalım. Türkiye'nin bir 'siyasi kaos'a sürüklendiği bir haftadır bunu vurgulamaya çalışıyorum. 'Esas'ın ne olduğunu, ne olabileceğini anlamak için Paul Wolfowitz'in önceki gün TESEV'in konuğu olarak yaptığı konuşmada verdiği 'mesaj'ı yakalamak gerekiyor. Wolfowitz, Amerikan Savunma Bakan Yardımcısı sıfatının ötesinde, Bush Yönetimi'nde Saddam'ı devirmek yanlısı 'şahinler'in 'lideri' ya da en azından 'teorisyeni' gibi kabul ediliyor. Tam şu sırada Türkiye'de ve Türkiye'ye Amerikan yönetiminin bakış açısının değerlendirilmesi bakımından ağzından çıkan ve çıkmayan sözlerin 'iyi' ve 'doğru' değerlendirilmesi şart. Paul Wolfowitz, Conrad otelindeki konuşmasından önce kendisine takıldım, 'İnşallah, bu kez konuşma metninde bol bol Kore geçmiyor' dedim. Güldü, 'Pek az' dedi. Amerikalıların Türklere seslenirken, kulaklarına hoş gelecek sözler söylemelerine özen göstermeleri bilinen bir şey. Wolfowitz, 2001'de Washington'daki ATC toplantısında Türk elitinin kalabalık bir topluluğu önünde konuşurken, Kore'de Türklerin Amerikalılarla omuz omuza savaşmasının Amerika'da asla unutulmadığından uzun uzun dem vurmuştu. Bu yılın mart ayında, Washington Institute'de Turgut Özal'ı anma konuşmasını o yapacaktı ve bu konuşmanın hemen öncesinde, raslantı eseri ben Washington'dayken konuşma metninde bol Kore referansını gördüğümde, 'Yine mi!' diye haykırmış ve aramızda bir Kore esprisi oluşmuştu. Conrad'da TESEV'in konuğu olarak yaptığı konuşmadan bir saat sonra, Afganistan'a hareket etmeden önce akşam yemeği için davetli olduğu evde yemek masasına ilerlerken, konuşmasını nasıl bulduğumu sordu. 'Çok önemliydi' karşılığını verdim; 'Türkiye'nin AB'li geleceğine Bush Yönetimi'nin en üst düzeydeki bir yetkilisinden şu sırada yapılan çok kuvvetli vurgu çok önemliydi...' Bu, sadece benim değil; kendisini dinlemiş olan hemen herkesin ortak görüşüydü. İşin ilginç yanı, Wolfowitz konuşmasını yapmadan önce, kendisi ve kurmayları bana, birkaç gün önce eski Başkan Bill Clinton'u'da yaptığı konuşmada 'dikkate değer' bir husus olup olmadığını sormuşlardı. Ben de kendilerine, 'Satır aralarında dış politika yaklaşımı itibarıyla Bush Yönetimi'nden temel farklılığı bulunduğu mesajını verdi. Türkiye için 'dikkate değer' yanı ise, AB üyeliğini kararlılıkla desteklemesiydi' demiştim. Bush Yönetimi'nin Clinton Yönetimi'nden farklı olarak, Türkiye'nin AB üyeliği konusunda pek hevesli gözükmediği, hatta Amerika-Türkiye-İsrail üçgeni ile 'AB'siz Türkiye'nin yaratacağı 'stratejik boşluk'un doldurulacağını düşünenler vardı. Örneğin, Richard Perle, 'Türkiye'nin AB gereği olmadığını' bu yılki ATC toplantısında açıkça söylemişti. Bu yüzden, Paul Wolfowitz'in Türkiye-AB-ABD bağlamında söyledikleri çok 'tayin edici' idi. Şöyle dedi: "Ekonomik reform süreci Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma arzusuyla yakından irtibatlıdır... Türkiye şu sırada bir kavşak noktasında. Türkiye ile dostluğumuz ne kadar derinse, Türkiye'nin Avrupa'yla temel ilişkisi buna eklendiğinde bu dostluğumuz daha da derinleşecektir. Türkiye'nin Avrupa kurumlarına tüm entegrasyonu, Türkiye halkının, Avrupa halkının ve Amerika halkının en yüksek çıkarlarına uygundur. Avrupa Birliği'ne Türkiye'nin üyeliğine açık olan ve Türkiye'nin Kopenhag kriterleri doğrultusunda yol almasını destekleyen bazı Avrupalıların bulunduğu açıktır. Fakat, içe dönük, geride kalmış ve redçi Avrupalılar da var. Bunlar, çeşitlilikten korkuyorlar. Ama, Türkiye'yi içine alalcak bir Avrupa Birliği; daha güçlü, daha güvenli ve daha zengin bir çeşitliliğe sahip olacak. Birçok bakımdan, Türkiye'nin AB üyeliği Türkiye için olduğu kadar Avrupa için de yararlıdır." Peki, Wolfowitz ya da Amerikan (Bush) Yönetimi niçin böyle düşünüyor? Bunu Wolfowitz'in şu 'vurgu'sundan anlamak mümkün: "Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne katılma arzusu Avrupa uygarlığından doğup büyüyen özgürlük ve demokrasi değerlerini paylaşan herkes tarafından hoş karşılanması gereken bir gelişmedir. Ancak bunlar sadece Batı ya da Avrupa değerleri değildir. Bunlar, aynı zamanda Müslüman ve Asyalı değerlerdir de. Aslında, bunlar evrensel değerlerdir. Avrupa'nın elinde, Türkiye'ye AB'ye katılma arzularını yerine getirmesi için stratejik bir fırsat var; böylece dünyadaki 1.2 milyar Müslümana teröristlerin önerdiğinden çok daha iyi bir yol bulunduğu gösterilmiş olacaktır." Yani, Amerika, Türkiye'nin tüm İslam Dünyası'na arzu ettiğince bir 'model' olabilmesi için, Türkiye'nin AB'de bulunmasını 'zorunlu' görmektedir. Bunun, bir 'Wolfowitz pozisyonu' olmadığını, bir 'Amerikan pozisyonu' olduğunu, Yasemin Çongar'ın dünkü Milliyet'te 'Washington'dan görünen...' başlıklı yazısındaki şu satırlarda da görebiliyoruz: "Bush yönetimi, Ankara'daki gelişmelere ilişkin resmi suskunluğunu bozan tek tük açıklamalarından birinde, AB vurgusunu öne çıkardı. Dışişleri sözcülerinden Lynn Cassel "Türkiye ile AB arasında yapıcı ilişkiler olmasının, Türkiye ve AB kadar, ABD'nin de stratejik çıkarı" doğrultusunda olduğunu vurguladı ve özetle "Türk halkı AB'ye üyelik ve bu yolda iktisadi ve siyasi reformlar gerçekleştirilmesi hedefine bağlıdır. Biz de, bu arayışı destekliyoruz" dedi." Ama, bu yaklaşımın, adı 'Pentagon şahini'ne çıkmış olan Paul Wolfowitz'den de gelmiş olmasının, elbette 'özel önemi' var. Dahası, bu 'yaklaşım', Amerikan ölçülerince Wolfowitz zihniyetinin tam tersi yönde, 'liberal-sol' sayılabilecek olan Bill Clinton tarafından da aynen yansıtıldı. Kendisini geçen çarşamba günü Çırağan otelinde dinlerken, şu sözlerini önemle not etmiştik: "Türkiye'de biraz tartışma konusu olmakla beraber AB için herşeyi yapmanız gerektiğini düşünüyorum. Etnik azınlıklarla sorunlarınızı AB standartlarına uyacak biçimde çözmeniz gerekiyor. Herhangi bir birliğe üye olmak istediğinizde bu birlik evlilik olsun veya iş ilişkisi olsun.. ne olursa olsun bu birleşmeyi yaptığınız yerde ortak olacağınız taraflarla karşılıklı anlayış içinde olmanız gerekiyor. Başka türlü olması mümkün değil. Yoksa daha büyük bütün içinde bulunmayı düşünmüyorsunuz demektir. Türkiye'nin AB üyeliği ve bunun faydaları, bu (Kopenhag) kriterleri yerine getirmekte ortaya çıkabilecek her türlü zorluğun kat kat ötesinde bir fayda. Siz AB içinde olmak istiyorsunuz. ABD sizin AB içinde olmanızı istiyor. Dünyanın buna ihtiyacı var… Söyleyeceğim son şey şu: İlişkimiz kuvvetli, kuvvetli olmaya devam edecek. AB'ye girdiğinizde bu ABD için daha iyi olacak. Sizin AB'ye girmeniz için herşeyi yapmanızı istiyorum…" Bu 'herşey' içinde tabii Kıbrıs da var. İşte Clinton'un Kıbrıs için söyledikleri: ".. Kıbrıs'ı bir zincir gibi taşımaya devam etmek, Türkiye için de, Yunanistan için de kötü. Kıbrıslı Rumlar ve Türkler için de kötü. Bütün dünya bugün bütünleşme (entegrasyon) üzerine kuruluyor ve dünyada entegre olmayan her yer, 11 Eylül'de Manhattan'ın güneyinden Batı Şeria'ya kadar entegre olmayan her yer hep sorunla karşı karşıya. O yüzden size dost olarak şunu söylüyorum: Bir şekilde bunu çözebilirsiniz, çözmeniz lazım. Onlar biraz verecek siz biraz vereceksiniz. Bu işi bağlamak lazım." Daha açık nasıl söylenebilir? Dolayısıyla, hele Wolfowitz'i dinledikten sonra 'işin esası'; ABD de Türkiye'deki 'reform'a bunca kararlı bir destek ifade ediyor ve Türkiye'nin 'AB perspektifleri'nin arkasında duruyorsa; bu yola dikilecek –örneğin MHP, Şükrü Sina Gürel'in Dışişleri Bakanı olduğu hükümet vs.- engellerin fazla dayanma gücü yok. O yüzden, hükümet gitti gidiyor zaten. Uzatma dakikaları dahi kısaldı. Ve, o yüzden, bu 'uluslararası parametreler'e uyan Kemal Derviş; tek başına hükümetten de, nereye nasıl varacağı belli olmayan, asıl 'anlam ve işlevi'nin hükümetin 'mukadder ölümü'nü hızlandırmak olduğu sezilen 'yeni oluşum'un tümünden daha 'güçlü' ve 'önemli' O nedenle, Osman Ulagay'ın Milliyet'te yayınlanan ve 'asıl komplo'nun Kemal Derviş'i hedef aldığını belirten yazısından şu satırları okumaya ne dersiniz: "Komplo senaryolarına ne kadar meraklı olduğumuz son haftalarda bir kez daha anlaşıldı. Bu tür senaryolara pabuç bırakmayacağını sandığım kişiler arasında bile komplo senaryolarının rüzgarına kapılıp yazılar yazanlar, açıklamalar yapanlar oldu. Onlara göre bazı dış güçlerle iç güçler sinsice bir plan yapıp medyayı da arkalarına almışlar ve hiçbir sağlık sorunu bulunmayan Başbakan Ecevit'e ve MHP'ye karşı bir komplo tezgahlamışlardı. Bu komplonun amacı Ecevit'i ve MHP'yi devre dışı bırakarak Türkiye'nin yönetimini dış güçlere ve onların yerli işbirlikçilerine teslim etmekti. O halde komploculara karşı Ecevit'i ve MHP'yi savunmak vatanını milletini seven her Türk'ün doğal görevi haline geliyordu. Son günlerde yaşananlar ise farklı bir komplonun uygulamaya konduğunu düşündürüyor bana. Bu komplonun hedefi Ecevit değil Kemal Derviş. Derviş'i zor tercihlerle karşı karşıya getirip hata yapmaya ve zikzak çizmeye zorlayarak itibar kaybına uğratmak isteyenlerin planı fevkalade başarılı uygulandı şu ana kadar. Derviş yıpratılıp hükümet dışına itilince, IMF desteğiyle uygulanmakta olan programın başarı şansı sıfıra inecek, piyasalardaki kriz derinleşecek ve "bu iş IMF ile olmuyor, biz bağımsız politika izleyelim" diyenler sahaya çıkacak. Ondan sonrası için felaket tellallığı yapmayayım ama bu da benim komplo senaryom işte." Ve şu satırlar: "Cem ve "yeni oluşumcular, medyanın hakim tepelerinde gördükleri yaygın ilgiyi ve desteği, ayrıca sesini iyi duyurabilen kesimlerden gelen destek mesajlarını "halkın yaygın ilgisi" olarak algılıyorlarsa büyük bir düş kırıklığı yaşayabilirler. Bana öyle geliyor ki sözünü ettiğim çevre ve kesimlerden yaygın destek gören bir siyasi hareket için, ilk bakışta avantaj gibi görünen bu durumun bir noktada dezavantaj haline gelmesi de mümkün. Halkın bütün kesimlerini kucaklama iddiasındaki bir siyasi oluşumun büyük medya ile aynı frekansta görülmesi sonuçta hiç de lehine olmayabilir." Paul Wolfowitz, bugün Kabil'de'ya dönüyor. Kemal Derviş'le önceki gecenin ardından ikinci kez görüşecek. Ortada, geleceğe dönük hesaplar yapılacak 'troyka' pek yok. Gözünüzü Kemal Derviş'ten ayırmayın ve bu hükümet göçtükten sonra yeni hükümet kuruluşunun nasıl olacağı ve 'seçim tarihinin nasıl belirleneceği' ile ilgilenin. Ve, 'esas'ı kaçırmayın.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |