T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
28 yıl sonra Kıbrıs'ta güvenlik hala sorun (mu?)

Yeni Dışişleri Bakanı Şükrü Sina Gürel, Kuzey Kıbrıs'ın işgal edilmesinin 28'inci yıldönümü dolayısıyla Lefkoşe'de yapılan törenlerde esip gürledi.

1974 harekatının, Türkleri Rum katliamından ve mezaliminden kurtardığını ve o tarihten bu yana da Kıbrıs'ta huzur ve güven ortamının bulunduğunu söyledi.

Ada'nın, asla 1974'den önceki durumuna dönmeyeceğini, Türkiye'nin iki egemenlik anlayışından ödün vermeye yanaşmayacağını ifade etti.

Ayrıca, daha önce bilinen bazı sözleri tekrarlayarak, Kıbrıs'ın Türkiye'den önce AB'ye tam üye olamayacağı görüşünü dile getirdi.

Bu sözleri ile, hem uluslararası topluma, hem de KKTC'nin tanınmasının söz konusu olmadığını, buna karşılık federal çözüme yönelik bir anlaşmanın sağlanabilmesi için toplumlararası görüşmelerin hızlandırılması gerektiğini vurgulayan BM Güvenlik Konseyi açıklamasına meydan okumuş oldu.

Ama, aslında asıl meydan okumayı, son yerel seçimde oylarının üçte birini Avrupa Birliği'ne girilmesi ve Rumlarla federasyon tezi çerçevesinde anlaşılmasından yana olan Cumhuriyetçi Türk Partisi'ne veren Kıbrıslılara karşı yapıyordu...

Oyların üçte birinden fazlasını almanın, Lefkoşe, Magosa ve Girne gibi üç büyük şehirde yerel yönetimleri ele geçirmenin kıymeti harbisinin olmadığını, Türkiye nezdinde halkın eğilimlerinin bir şey ifade etmediğini söylemek istiyordu.

CTP'nin, daha doğrusu CTP'ye oy veren Kıbrıs kökenlilerin ve adaya daha sonra yerleşen Kıbrıslıların genel seçimler için heveslenmemeleri gerektiğini anlatmak istiyordu.

Aba altından sopa gösteriyordu.

Gürel'in konuşması, ne Kıbrıslı Rumlara, ne Yunanistan'a, ne İngiltere'ye ne de ABD'ye yönelikti.

Gürel, doğrudan Kıbrıslı Türkleri hedef alıyordu.

"Sizi Rumların elinden biz kurtardık. Şimdiki huzur ve güven ortamını bize borçlusunuz. O nedenle bize kayıtsız şartsız itaat etmek zorundasınız" diyordu.

Utanmadan ve sıkılmadan...

Oysa bir süredir Kıbrıslılar böyle düşünmüyor.

Onlar, Rumlarla anlaşmak ve ortak bir devletin çatısı altında Avrupalı olmak, demokrasi ve refahı yakalamak istiyorlar.

Buna engel olacak bir Türkiye'yi de istemediklerini artık açıkça, çekinmeden söylüyorlar.

Bunu isteyenlere olmadık baskılar uygulandığı, bu görüşleri dile getiren Avrupa gibi yayın organlarına en ilkel yöntemlerle saldırıldığı halde...

Türkiye'nin kendilerine engel olmamasını, gölge etmemesini talep ediyorlar.

Bunu CTP aracılığı ile yerel seçimlerde ifade ettiler.

Oyların üçte birinin bu sloganla yola çıkmış bir siyasi partiye akması Türkiye için uyarıcı bir işaret olmalıydı.

Üstelik de, CTP'nin aldığı oyların arasında, adaya 1974'den sonra yerleşerek Kıbrıs vatandaşlığını almış, Türkiye kökenlilerin oyları da önemli bir yüzde oluşturuyor.

Buna rağmen, Türkiye'de halkın desteğini tümüyle yitirerek azınlık durumuna düşen Ecevit hükümeti, Denktaş ve çevresi dışında Kıbrıslıların ve uluslararası camianın hiç de sempati ile bakmadığı Şükrü Sina Gürel adındaki soğuk savaş artığını Dışışleri Bakanlığı koltuğuna oturtmuştur.

Bu, belki Başbakan Ecevit açısından bir parti içi hesap meselesi olabilir ama, Türkiye için Kıbrıs'ta ve Avrupa Birliği ile ilişkilerde olumsuz sonuçları hızlandırabilecek bir meydan okumadır.

Sakın yanlış anlaşılmasın...

Kuşkusuz İsmail Cem de dışişleri bakanı olsaydı, Kıbrıs meselesine bakışı farklı olmayacaktı.

Belki Cem, üslup olarak aynı meseleyi daha yumuşak koyacaktı o kadar...

Ben bu tür söylem farklılıklarına pek önem vermiyorum. Kıbrıslı Türkler de vermiyor.

Verseler ve Türkiye ile Denktaş'ın tehditlerinden korksalardı gidip oylarının üçte birini CTP'ye verirler miydi?

Biz geçmişte de esip gürleyen çok yönetici, politikacı gördük.

Ama bu politikacıların ve yöneticilerin aslında iktidarsız olduklarını iyi biliyoruz.

Çünkü ipler daima başkalarının elinde olmuştur.

Yine öyle... Kıbrıs konusunda ipler yine dış güçlerinin elindedir...

Türkiye, Sina Gürel gibi uzlaşma kültüründen nasibini almamış kapıkullarını böylesine önemli bir göreve getirerek vaziyeti idare ettiğini sanadursun, bazı uluslararası odaklarda Kıbrıs'ta nasıl bir çözüm oluşturulacağına ilişkin son rotüşlar yapılmaktadır.

Benim burada söylemek istediğim aslında şudur:

Sina Gürel, Türkiye'nin adaya çıkmasıyla Kıbrıs Türklerinin güven ve huzur içinde yaşadıklarını söylemişti ya...

Gerçek öyle değil...

Kıbrıs Türkleri, kendi güvenlikleri için adaya gelen askeri güçlerin ve o işgal ortamının baskısı ve Türkiye'nin dayattığı yoksulluğa dayanamayıp o yıllardan beri İngiltere'ye iltica ediyorlar..

Son olarak, 13 Türkün iltica talebinin reddedilmesi kararını bozan İngiltere Yüksek Mahkemesi şöyle bir hükme vardı:

"Kıbrıslı Türkler ne kuzeyde ne de güneyde güvencede."

Yani artık İngiliz yetkililer, "Adanın Kuzey'inde hayatımız tehlikede" diyerek iltica eden Kıbrıslı Türklere, "O zaman gidin güneyde yaşayın" diyemeyecek.

Böylece Kıbrıslı Türkler için iltica yolu kolaylaşmış oluyor.

Hani Türkiye, Kıbrıslı Türklere, güven, huzur, refah getirmişti?

Güven, huzur, refah içinde olsalar, bu insanlar o güzelim memleketlerinden kaçıp niye ilticacı olsunlar?

Niye İngiliz devletine el açsınlar?

Şükrü Sina'nın bu soruya vereceği bir cevap olabilir mi acaba?


22 Temmuz 2002
Pazartesi
 
KORAY DÜZGÖREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED