T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
O manzara protokole oturmazsa devlet milletiyle nasıl barışacak?

Star gazetesi, Tayyip Erdoğan başta olmak üzere Ak Parti'nin önemli isimlerinin "başörtülü" eşleriyle birlikte fotoğraflarını alt alta basarak manşetten şu soruyu sordu: "Bu manzara devlet protokolüne nasıl oturacak?"

Seçim, hukuk, siyasi örgütlenme hakkı ve millet iradesi ekseninde yani, bir demokraside yaşadığımızı varsayıyorsak sorunun tartışmasız cevabı şöyle olmalıdır: Aynen, Star gazetesinin resimleri bastığı sırayla oturacak!

Bu varsayım tartışmalı olmalı ki başörtüsüyle bir sorunu olmadığını herkesin bildiği Rauf Tamer ağabeyimiz bile köşesinde, gazetesini müdafaa ederken Ak Parti'lilere de teselli veren, "hem nalına hem mıhına" bir yazı yazma gereği duydu. Ne var ki, iyi niyetli olduğu şüphe götürmese de yazı sonuçta, yasakçılarla başörtüsü mağdurlarının sorun karşısındaki sorumluluklarını eşitlemek gibi yanlış bir mantığa, haksız bir yargıya istinad ediyor.

Rauf Tamer ağabeyimiz, "Yıllardır görüyoruz ki, Laik Cumhuriyet'in bazı hassas odakları, tam bir teyakkuz halindedir... Bu bir gerçek. Onların teskin edilmesi lazımken, yangına körükle gider gibi, tabloyu daha da fazla koyulaştırmak, lüzumsuz enerji kaybıdır" diyor ve gazetesinin bu manşeti Ak Parti'yi uyarmak için hazırladığını anlatmaya çalışıyor. Teyakkuz halinde olanları teskin etmek için başlar açılamayacağına ya da siyasetten vazgeçilemeyeceğine göre bu uyarının anlamı tartışmalıdır ama, manşetin Ecevit'in Ak Parti'ye karşı sürdürdüğü kampanyanın değirmenine su taşıdığı besbellidir. Nitekim Ecevit de, "bazı gazeteler nihayet benim işaret ettiğim tehlikeyi görmeye başladılar" diyerek, minnetini ifade etmiştir.

Türkiye seçime doğru gidiyor. Bu, elbette ülkenin karşı karşıya bulunduğu bütün sorunların referandumu değildir ama seçim siyaset eliyle ülkenin yenilenmesi ve geleceğe ilişkin projeksiyonların tazelenmesi demektir.

İnsanlar, oylarını verirken partilerin temsil ettikleri politikaların sosyal ve kültürel arka planını da hesaba katarlar. Yani, partilerin başörtüsüyle ya da mini etekle yaşama konusundaki yaklaşımlarını da sözgelimi ekonomide sosyal ya da piyasacı yaklaşımı benimseyip benimsemediğini de birlikte oylarlar. Bununla birlikte, hayat tarzlarının şeklini ve güvenliğini de önemserler...

Bu bağlamda, "isteyenin başının örtmesi istemeyenin örtmemesi ama her iki tercihin de aynı yasal güvence altında toplumda birlikte yaşayabilmesi" reddi mümkün olmayan demokratik bir talebin ifadesidir.

Kimsenin kimseye hayat tarzı dayatamayacağı da aynı şiddette öneme sahip bir demokratik kuraldır. Başörtülü olanın olmayanın hakkını kısıtlaması kabul edilemeyeceği gibi başörtülülerin baskı alında tutulması onların eğitim, istihdam hatta sağlık haklarının gasbedilmesi de kabul edilemez. Baş örtmek; okula sokulmama, çalıştırılmama gerekçesi, tedavi edilmeme bahanesi ve nihayet devlet protokolünde oturtulmama nedeni olamaz.

Oluyorsa, başını örtenler bundan dolayı hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz, onlardan yasakçıları teskin etmek için adım atmaları beklenemez. Zira bu, dolaylı olarak yasağı meşrulaştıran, yasakçıyı kayıran haksız bir yaklaşımdır.

Bugün, madem bir seçime gidiliyor ve madem ülkenin her alanda kronikleşmiş sorunları olduğu konusunda bir mutabakat var, o halde bunların nedenleri konusunda da kafa yormamız gerekiyor.

Özellikle son 5-6 yılda, ülke insanlarını bir arada tutan yazılı olmayan sözleşmeler ihlal edilmiştir. Dindarlığa hücum ve başörtüsüne baskı bu ihlalin en bariz örnekleridir. Tarihin en büyük ekonomik ve sosyal buhranı, hortumlaması, fakirleşmesi ve işsizliği işte bu ayırımcılık ve baskı ortamında doğmuş; ortaya her kesimden suratı asık, gelecekten umutsuz insanlardan oluşan bir toplum profili çıkmıştır. Türkiye, olduğu yere yığılıp kalmıştır.

Ülkenin düştüğü yerden kalkabilmesi için de çok şeye ama en başta kimsenin inancı, ideolojisi ve kılığı- kıyafeti nedeniyle farklı muameleye tabi tutulmamasına ihtiyaç vardır. Çünkü, "dini inanç", her türlü "aşırı hassasiyet"ten daha makul ve öncelikli bir demokrasi hakkıdır.

Demokrasinin uygulanmasında çok daha öncelikli hususlar vardır ama devlet protokolünün verdiği fotoğraf da nihayet, ülkede demokrasinin varlığının ve komplekslerden arınmışlığın bir sembolüdür. Orada, politikacıların başörtülü eşlerinin oturabilmesi ülkede dini ayrımcılık yapılmadığına delalet eder. Aksi ise, devletin milletiyle barışmaya niyetli olmadığına...


30 Temmuz 2002
Salı
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED