|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Tarih, medeniyetlerin, kültürlerin ve ideolojilerin mezar taşı ibaresidir. Tarihin küflü sayfalarında önceleri bir ideal, bir rüya, bir fikir olarak nüvelenen pekçok siyasi, dini, bilimsel ve iktisadi hareket, kimi yüzlerce yıl süren devirleriyle şahlandı, devlet oldu, medeniyet oldu, güç oldu, ekol oldu. Ama tarih, Bizans ve Osmanlı gibi asırlara hükmeden uzun ömürlü devletlere, Yunan ve Roma gibi tüm dünyayı etkisi altına alan medeniyetlere ve Newton'un ve Darwin'inki gibi tek doğru sanılan bilim teorilerine dahi kefen giydirdi. Bunlardan insanoğlunun dimağında derin tesirler bırakanlar, ölümlerinden yıllar ve hatta çağlar sonra dahi bir heyecan uyandırabildi, hatta bazen şekil değiştirerek yeniden canlandı. Antik Yunan felsefesinin ortaçağlarda, Budizm'in hippilerce 70'lerde yeniden keşfedilmesi gibi, tozlu sayfalar arasında kaldığını sandığınız pekçok şey gençleşmiş ve yenilenmiş olarak çıkabiliyor karşınıza. 1960'ların sonuna doğru, dünyanın bütün komünist olmayan rejimlerinde aynı hava estiriliyordu. Batı kökenli iktisat politikalarının aldığı en son şekil olan Keynesci görüş – yani devletin ekonomiye makul ölçülerde müdahale etmesini tavsiye eden ekonomi okulu –, bundan sonra ekonomi ilminin teferruatla uğraşmak zorunda kaldığını söylüyordu. 1930'ların Büyük Buhranı'nın tekrar edeceği korkusu, devletin arz ve talebi dengelemesi gerektiğini öngören politikaların benimsenmesine sebep oluyordu. Bu politikalar, özellikle "henüz kalkınamamış" olan ekonomilere salık verilmeye başlanmıştı. Zira, ileri düzeyde sanayileşmiş olanlara yetişmek için çok hızlı bir kalkınma hamlesine ihtiyaç vardı ve bu da ancak merkezi planlama ile sağlanabilirdi. Dahası kapitalizmin bu daha gerçekçi yorumu, önerdiği politikalar açısından komünizm tehdidi altında olan ülkelere, ABD kaynaklı bir alternatif sağlıyordu. Zaman değişti, ekonominin merkezden yönetimi kötülenir oldu. Gariptir, Keynezyen iktisadı politika arenasından silenler, bizzat Keynes'in yumrukları karşısında can verdiği sanılan klasik ekolün, yepyeni matematik gereçlerle kuşanmış olan "neo" torunlarıydı. Parasalcıların estirdiği fırtına yirmi senedir sürüyor. Demir yumruk yumuşadı, Doğu Bloğu çözüldü. En komünist ülkeler bile bir-iki sene içerisinde liberalleşiverdi. Gelişmeler, Batılılar'ı o kadar heyecanlandırmıştı ki, aynen 1960'larda yaptıkları gibi yeniden tarihin sonunu ilan ediverdiler. Ama Tayland'da patlak veren küçük ve yerel bir kriz, bir anda bütün bölgeyi sarıp tüm dünyanın üzerine Asya fırtınasını estirince, her şey değişiverdi. Önceleri durumun vahametine kimse inanmak istemedi. Hatta, sanılanın aksine IBM ve Fujitsu gibi bazı yabancı şirketler, kriz sonrası taze ortamın sağlayacağı avantajlardan hemen faydalanabilmek için bölgeye reel yatırım bile yapmışlardı. Ancak beklenen toparlanma bir türlü gelmediği gibi, bir anda sadece Asya Kaplanları değil, dünyanın tüm ekonomileri, teker teker anafora kapıldılar. O gün bugündür, Batı'dan Doğu'ya, Kuzey'den Güney'e tüm ülke ekonomileri, yedikleri bu darbenin şokunu üzerlerinden atmaya çalışıyorlar, ama nafile. Faiz oranlarını % 1 seviyelerine çeken, doların dünya paraları karşısında değer kaybından medet uman ABD, küçük canlanma sinyallerini hayra yorarak gün geçiriyor. İkinci çeyrekte ABD'de yaşanılan % 2,4 oranındaki büyüme, işsizlik ve kapasite kullanım oranlarına yansımıyor bir türlü. Aynı Türkiye'de olduğu gibi, ABD'de de şirketler daha az emek gücü kullanarak daha çok üretim yapma yoluna gidiyor. Bugüne kadar ABD Merkez Bankası'nca uygulanan politikalar, piyasalara güven vermekten ziyade, akılları karıştırmış gözüküyor. Bugün ABD'de önünü tam anlamıyla görebilen tek bir iktisatçı yok. Avrupa Birliği'ndeki durum daha iç açıcı değil. Burada başta Almanya gibi ülkeler ciddi boyutlara varan işsizlik ve deflasyonla savaşmaya çalışırken, diğer bazıları, düşük büyüme rakamlarına rağmen enflasyonu dizginlemeye çalışıyor. Politika hedeflerindeki bu farklılıklar, birliğin tutarlı bir ekonomi politikası uygulamasının önünde ciddi bir engel oluşturuyor. Sanayileşmiş ülkelerin dışındakiler ise, oldukça düzensiz ve sürdürülemez olan iktisadi performanslar sergiliyor. 1980 sonrasında kullanmaya alıştığımız politika araçları, dünyanın her yerinde farklı sonuçlar ve ikilemler doğuruyor. IMF hâlâ kabullenmese de, başta G7 üyesi ülkeler olmak üzere tüm ekonomi yönetimleri, iktisat politikalarının artık enflasyona değil durgunluğa yönelik hazırlanması gerektiğini ilan ediyor. Alışmak zor olacak belki ama, ekonomi politikaları sil baştan yeniden yazılacağa benziyor. Yoksa liberal parasalcıların korktuğu başlarına gelecek ve Keynescilik, taze bir yüzle, yeniden mi hortlayacak?
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |