|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sabah gazetesinin 17 Ağustos'taki manşeti şöyleydi: "Hürriyet'in 'Formula gecikmesin' manşetinin altından Doğan Grubu'nun rant katlama hevesi çıktı: Formula gerçekleşirse bölgede kapattığı arazinin fiyatı uçacak..." Hürriyet'in ertesi günkü "patronun orada arazisinin olduğunu bilmiyorduk" cevabı, gazetecilerin "kamu yararına" haber yaparken bile dikkate almaları gereken bir noktayı daha gözler önüne serdi...
Dikkat ediyorsanız, büyük basın gruplarının biribirlerinin kirli çamaşırlarını deşifre eden haberleri üzerinde bu sayfada epeyce bir süredir hiç durmuyoruz... Birincisi, bu tür haberlerin gına getirmiş olması ve ikincisi bu yolla "Biz bu haberleri salt temiz bir basın için yapıyoruz" propagandasına alet olmama kaygısı... Çünkü biliyoruz ki bu "sistem"den kaynaklanan bir şey... Tek parti diktatörlüğünün geçerli olduğu bir politik sistemde, sisteme hiçbir eleştiri getirmeksizin "Ama biz farklıyız, bizim ekip partinin yönetimine geldiğinde ülke çok daha özgür olacak" diyen politikacıların gazeteci versiyonuyla karşı karşıyayız... Gazete patronlarının "hayatın her alanında faaliyette bulunduğu" bir gazetecilik ortamında, kendi haberciliğinin bu ilişkiden etkilenmeyeceğini öne sürmenin bundan hiçbir farkının olmadığını düşünüyoruz. Bu de diğimiz, bu ilişkinin geçerli olduğu bütün gazeteler için geçerli; sadece iki büyük basın grubu için değil... Bu ilişkiyi şu ya da bu şekilde koparmanın yollarını tartışmayan bir "teşhir" faaliyetinin pek bir işe yaramayacağını düşünüyoruz; bu haberlere "soğuk" duruşumuzun nedeni bu... Hürriyet'teki "Formula gecikmesin" manşetini, bölgede Aydın Doğan'ın "kapattığı" 2 bin dönümü aşkın araziye ve "rant katlama" hevesine bağlayan Sabah gazetesine Hürriyet'in 18 Ağustos'ta verdiği cevap, "patronların öteki işleri"nin, gazetecilerin "kamu yararına" olduğunu düşündükleri haberleri yayımlarken dahi çok dikkatli olmaları gerektiğini ortaya koydu. İki büyük grup arasındaki son "teşhir"e eğilmemizin nedeni bu... Sabah'a cevap, "Sabah'ın iğrenç iftirasına yanıt" başlığıyla yazıişleri müdürü Tufan Türenç tarafından verilmiş. Türenç, her şeyden önce bu manşetten gazetenin sahibi Aydın Doğan'ın ve genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök'ün haberinin olmadığını söylüyor. Ama bu yazı açısından asıl önemli olan cümleler şunlar: "Tanrı tanıktır ki, ne benim, ne Fikret'in, ne yazıişlerindeki, ne de haberi hazırlayan ekonomi servisindeki arkadaşlarımızın Aydın Doğan'ın bölgede arazisi olduğundan haberimiz vardı. O arazi ne zaman alınmış, büyüklüğü ne kadarmış, yeri neresiymiş, hiçbir fikrimiz yoktu." Biz, Tufan Türenç'in söylediklerine samimi olarak inanıyoruz. Ama bakın tam bu noktada nasıl bir gazetecilik problemi çıkıyor ortaya: Türenç, yazısında haberin önerilişinden gerçekleşmesine kadar bütün süreci ve yapılan işleri ayrıntılarıyla anlatıyor. Yapılan işler arasında "Bizim patronun oralarda arazisinin olup olmadığının incelenmesi" gibi bir iş yok doğal olarak. Fakat, görüyorsunuz, bu da araştırılmalıymış... Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi misali, Hürriyet, bundan sonra, "kamu yararına" olduğunu düşündüğü herhangi bir haberi izlerken şu sorunun cevabını da paralel bir muhabirlik çalışmasıyla almak zorunda: "Bu haberden bizim patron da nemalanıyor olabilir mi?" Bu sorunun cevabının "evet" olması durumunda gazetecinin durumunun "yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal" atasözüne pek bir uygun olacağı da aşikâr... Haberi gene de yapsanız rakipler bu örnekte olduğu gibi ortalığı biribirine katacak... Yapmasanız, bu defa da manşete taşıyacak kadar "kamu yararı" taşıdığına inandığınız bir habere yazık olacak... (Bakın, şu soruyu sormadık bile: "Tamam, haberiniz yoktu patronun arazisinden, ama patron bu konuda sizi bilgilendirse ve bir 'Formula gecikmesin' manşeti rica etse, direnebilecek miydiniz?") Yok yok... Bu iş artık çok tuhaf noktalara vardı. Belli ki çözüm de gazetecilerin kendi patronlarıyla bir olup karşı kaleye hücuma kalkmalarından geçmiyor. Çözüm, gazetecilerin bir araya gelip, "Bu beladan nasıl kurtuluruz?" sorusunu sormalarından geçiyor. (A.G.)
On yılda 18 kalem menkul ve gayrimenkul yarattık her yaştan!
Yeni Şafak iki gün haber yaptı; TMSF'ye devredilen Etibank'ın eski yönetim kurulu üyesi Zafer Mutlu'nun mallarına Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu'na (BDDK) olan borçlarından dolayı ihtiyati haciz gelmiş. Biz (kaçırmamışsak) bu bilgiyle diğer gazeteleri karıştırırken karşılaşmadık. Neyse... Vardır bir hikmeti mutlaka... Yeni Şafak söz konusu haberini "İşte Zafer Mutlu'nun malvarlığı" başlıklı bir çerçeve ile süslemeyi de ihmal etmemişti. Belki gözümüzden kaçmıştır diye, bu malvarlığı listesini hatırlatmakta yarar var:
1- İstanbul Tarabya Sümer Korusu'nda, takriben 4-5 milyon dolar değerinde, üç katlı villa.
Öf beee!.. "Zenginin malı züğürtün kalemini yorar!" misali, malvarlığını sıralamaktan yorulduk doğrusu! Şimdi tabii, Zafer Mutlu adıyla, mülkiyetinde olduğu ileri sürülen bu 18 kalem menkul ve gayrimenkulü birlikte nasıl değerlendireceğiz bilemiyoruz doğrusu... Hatırlıyorsunuzdur; Zafer Mutlu, seksenli yılların ortalarında Sabah'taki işinin başına geçtiğinde "orta sınıf"a dahil bir gazeteciydi. Zaten Zafer Mutlu da o yılları bizzat kendisi, "ayakkabının altının delik olduğu yıllar" olarak hikaye etmemiş miydi? Yani diyeceğimiz, "gazetecilik" denilen meslek Türkiye'de doğrusu bayağı kârlı bir işmiş...
Yani bir bakıma, "On yılda 18 kalem menkul ve gayrimenkul yarattık her yaştan!" gibi bir gazetecilik hikayesi... (K.B.)
Başka manşet bulamadın mı?
Hürriyet'in (17 Ağustos) manşeti yine "harikalar yaratan" cinstendi: "Başkasını bulamadın mı". Manşete yerleşen ifade (haberin 17 Ağustos tarihli versiyonuna göre), İstanbul'da yaşayan Barkın Pınar'ın Almanya'da avukatlık yapan ablası Gül Pınar'a sitemini dile getiriyordu. Çünkü Gül Pınar, "Almanya'da 11 Eylül teröristlerinin arkadaşı Faslı Muzudi"nin (Hürriyet) avukatlığını üstlenmişti... Barkın Pınar'ın ablasına bu sözlerle sitem etmesi Hürriyet'i de çok duygulandırdığı için olacak, manşet de böyle düzenlenmişti... Dikkat ettiyseniz, Hürriyet'e kalacak olsa, "Faslı Muzudi"ye "gaz odası"nın yolu zaten çoktan görünmüştü! Baksanıza, hakim karşısına yeni çıkan Faslı'dan basbayağı "Almanya'da 11 Eylül teröristlerinin arkadaşı" diye söz ediyor... Öyle saçma sapan bir manşet ki, doğrusu bu kadar olur... Ülkenin en büyük gazetesi işi gücü bırakmış, Almanya'da bir avukata "Sen bu sanığı nasıl savunursun?" diyor. Derken, 18 Ağustos tarihli Hürriyet çıkageldi. Gazete bu kez, Faslı Muzudi'nin avukatlığını üstlendiği için kınadığı Gül Pınar'ın kardeşine ulaşmış. Bakın, kardeş Pınar meseleyi ne güzel özetlemiş: "Sonuçta kim olursa olsun, en iyi şekilde savunulmak ister. Ablam da kendi işinde en iyilerden birisidir. Onun böyle büyük ve zor bir dava için özellikle seçilmiş olması beni gururlandırıyor." Barkın Pınar, Hürriyet muhabirine "Başka manşet bulamadınız mı?" demeyi unutmuş! Onu da biz hatırlatıyoruz... (K.B.) Nasıl yani?
"Bu anlattıklarımın doğruluğunu bütün kalbimle onaylıyorum..."
"Müslüman Türk askerine karşı düşmanca hareket edenin inancından söz edilemez..."
"(Gaziantepspor teknik direktörünün) Erhan Namlı'yı oyuna alması hatalıydı. Çünkü bu futbolcu, 10 dakika içerisinde gördüğü gereksiz kartlarla sahadan atıldı..."
"Bunu diyen insanlar bu çağın insanı değil, bunlar dinozor.."
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |