|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Hülya Aktaş'ın ilk hikaye kitabı Ter ve Tempo Pınar Yayınları arasından çıktı. Kahramanlarını daha çok bugünün 'Türkiye'sinden seçen yazar, geçmişe de tatlı hatıralarla göndermeler yapıyor. Hikayelerin hemen hepsinde iç seslerini dinlediğimiz
'kadın' modern hayat içine sıkışıp kalmışların ruhlarını çözümlüyor.
HALE KAPLAN ÖZ
İki senedir yazmakta olduğum öykülerden oluşan bir kitap bu. Belli bir itici güç yazmamda etkili oldu diyemem. Genel olarak hayata bakış, gözlemler, çağrışımlar, hayaller, zamanla birikip iç dünyaya artık sığmaz olunca eser olarak uç veriyor diye düşünüyorum. Ter ve Tempo'daki hikayelerin somut olarak ortaya çıkması iki sene olsa da aslında uzun yıllara, neredeyse bir hayata malolan gözlemlere dayanıyor denilebilir. Kadını dar mekanlarda, sıkıntılarıyla, tercihlerini gözden geçirirken görüyoruz kitapta. Siz kadını sosyal olarak nasıl konumlandırıyorsunuz? Elbette ki kadını dar bir mekanda düşünemiyorum. Bir insan olarak kendini yetenekleri doğrultusunda ifade edebilmesi için özgür ve geniş bir alana ihtiyacı var onun da. Geleneklerin din adına ikame olarak kadını sıkboğaz ettiği bir ortamda ne kadar geniş bir alan sağlayabileceği tartışılır. Bir de Allah'ın bu cinse bahşetmiş olduğu özel bir duygu, annelik duygusu var. Bu duygunun da yüklendiği tüm olumlu taraflarına rağmen kadını içten kuşatarak esir aldığını düşünüyorum. Baba, babalık duygusunu altedebiliyor ama bir anne bu duygusunu yok sayarak davranamıyor. Sonuç olarak gerek normal yaşamını süren gerekse son zamanlarda ortaya çıkan ve sayıları giderek artan parçalanmış ailelerde kadın bir kuluçka gibi, arkasında civcivleri hep anneyle. Babanın ne kariyerine çocukların varlığı engel ne de hayallerine. Bunu kadın adına eksi bir puan olarak değerlendirmiyorum, anneliğin artıları daha fazla ama ortadaki adaletsizliği de görmezden gelemeyiz. Ailenizin diğer hikayecisi Cihan Aktaş'la birbirinizin hikayelerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Cihan'la hikayelerimiz konusunda oturup ciddi bir değerlendirme yapmadık. Zaten bu bizim değil varsa eleştirmenlerin işi olmalı. Ama bu bağlamda Vakit Gazetesi'ndeki köşesinde yazar Sibel Eraslan çok güzel bir değerlendirme yaptı. Ona göre Cihan doksanlı yıllarda yazdığı hikayelerde kamusal alanı kadınlara adres olarak gösterirken ben milenyumda tercihimi evden yana kullanıyorum. İlginç bir tesbit. Bunlar tartışılabilir. Tartışılmalıdır da. "Ter ve Tempo" yeni hikayelerin habercisi gibi görünüyor... Hikaye yazmaya devam etmeyi düşünüyorum. Benim için dengeleyici bir unsur oluyor. Başka bir yazı türünü denersem bu da gezi notları olur sanırım. Gezip görmeyi çok seviyorum, özellikle tarihî ve dînî mekanları. Elimin altında epeyce doküman da birikti ama ciddi bir çalışma için kampa ne zaman girerim Allah bilir. Hikayelerim genelde tarzına uygun olarak iş arasında filan kendisini oluşturuyor. Yani yaşamın içinde oluşuyor. Diğer yazı türleri için her halde emekli olup köşeme çekilmem gerekecek. Biliyorsunuz bizde yazarlık pek meslekten sayılmıyor ve bu yolla yaşam idame edilemiyor. GERİYE DÖNÜK İÇ HESAPLAŞMA Kuşak çatışmaları ve eskiye özlem, modern yaşam kördüğümlerini anlatan monologlar hikaye örgüsünün önüne geçmiş gibi. Düşüncelerin daha yoğun aktarıldığı bir tür modern öykü mü sizinki?
Bir bakıma öyle denilebilir. Ama hikayelerdeki geçmişe özlem hiç de sağlıklı bir kurguda verilmiyor. Bunlar aradığını bulamamış insanların geriye dönük iç hesaplaşması gibi. Bir ömür geçmiştir ve özellikle kadın, geriye dönüp baktığında sadece bir arpa boyu yol aldığını görmektedir. Hayat çok kısadır ve bitmez sanılan ömrün son demleri yaklaşmıştır. Elde ne vardır? Kocaman bir hiç. Ömrümüzün adandığı çocuklar da yoktur etrafımızda ve hayatın acımasız çarkı bize de acımamıştır.
|
|
|
|
|
|
|
|