|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Pavlov vazifesine düşkün, düzenli ve titiz bir bilimadamı imiş... İşine tam zamanında gelir ve iş yerinden tam zamanında çıkarmış... Yanında çalışanların da kendisi gibi vazifelerini hassasiyetle yapmalarını ister, vazife suistimalinden hiç hoşlanmazmış... Bir gün asistanlarından biri haber vermeden enstitüye gelmeyince, Pavlov fevkalâde sinirlenmiş... Ertesi gün hemen işe gelmeyen asistanını huzuruna çağrıp bunun sebebini sormuş... Asistan şaşkın gözlerle, "Efendim" demiş, "Duymadınız mı, dün Rusya'da büyük bir halk ihtilali oldu." Bu gerekçeli cevap üzerine Pavlov bakışlarını yere indirip bir süre düşünmüş ve ardından kaldırıp başını, bütün ciddiyetiyle asistanına şöyle demiş: — Bir daha olmasın! İnsan zihnindeki düzen kavramı doğada varolan düzenle mutabakat arzetmeyince ne yapmalı o halde? Realist kimselerin verecekleri cevap aslında çok basit: doğanın düzenine, dış dünyanın düzenine uyum sağlamak... çatışmayı doğal düzen (!) adına çözmek... gerçeğe mukavemet etmemek... dış dünya ile zihindeki dünya arasında vukû bulan her çatışmayı "hakikat ile savaşmak" şeklinde nitelemek... Hangi hakikat? Dış dünyanın düzenini 'hakikat' kılan ne acaba? "Hakikati dış dünyaya özgü bir nitelik olarak kabul etmek meşruiyetini nereden temin ediyor?" Bu sorular üzerinde düşünmeli değil mi? Düşünenler düşünsün, biz bir de Şarlo'nun hikayesine kulak verelim: — "Bariton sese sahip olan babamın iyi bir sanatçı olduğu söylenirdi. O günlerde bile kazancı hiç de fena sayılmazdı. Haftada kırk pound kazanıyordu. İçkiye olan düşkünlüğü yüzünden annem ondan ayrılmak zorunda kalmıştı. O günlerde bir vodvil sanatçısının içkiden uzak durması gerçekten güçtü. Tiyatrolarda içki satılıyordu ve sanatçının oyundan sonra tiyatronun barına gidip izleyicilerle birlikte içki içmesi neredeyse bir gelenekti. Bazı tiyatroların bardan elde ettikleri kazanç gişe hasılatlarının çok üstündeydi. Birçok sanatçıya yalnız yeteneklerinden ötürü değil, tiyatronun barında çok para harcadıkları için yüksek ücret ödeniyordu. Bununla birlikte babam gibi birçok sanatçı da içkiye bağımlı olmaktan kendini kurtaramadı. Babam otuzyedi yaşında alkolden öldü." (Charles Chaplin, Hayatımın Hikâyesi, İstanbul, 1991) Kişi asıl işini yapmakla hayatı yaşanır kılamıyor olduğunda yapmaması gerekenleri yapmaya başlar ve ister istemez bu durumunu "hayatın gerçeklerine uyum göstermek" gerekçesiyle açıklamaya çalışır. Sanatçı sanatının dışında yaptıklarıyla hayata uyum göstermeye veya dış dünyadan hareketle hayatı anlamlı kılmaya çalıştı mı bir kere, artık sanatı yaptıklarından güç alamaz; üstelik yapıp ettikleri yapması gerekeni 'yapılamaz' hale getirir. Böylece sanatı 'sanat' olmaktan çıkar ve 'gerçek' haline gelir. Gerçeği... dış dünyanın gerçeğini 'hakikat' kılan şey (anlam), bu dünyanın kendisinde bulunuyor olamaz; hakikat eşyanın kendisinde bulunan bir şey değildir de ondan... eşyada bulunan eşyanın kendisi... eşyanın hakikati eşyanın ardında... Niçin tereddüt edelim o halde: hakikat eşyaya ardından gelen bir şey... insandan... Nesefî Metn'ul-Akaid'e "eşyanın hakikatleri sabittir" diyerek başlar ve devam eder: "bilgi işbu subutiyetten nâşi tahakkuk edip gerçekleşir." Demek ki subutiyet ya da süreklilik eşyanın kendisinde değil, hakikatinde... maddesinde değil, suretinde... tekrar edelim: kendisinde değil, ardında... Dış dünyanın gerçeklerine uyum sağlamak, zihinde varolan dünyanın gerçeklerinden kopmadıkça mümkün olmaz; zira güç, uyum sağlanan dünyaya ait bir güç olacaktır. O kadar ki vazgeçilen dünyanın sağladığı gücü elde etmek, o dünyanın yeniden kazanılmasıyla, yani yine dış dünya karşısındaki uyumsuzluğun sağlayacağı imkânlarla mümkün hale gelebilecektir. Uyumun sağladığı imkânlar, sadece sağlanan uyum kadar değil, uyum sağlanılanın niteliği kadardır da. Uyumsuzluğunki de öyle... Dünyayı anlama ve anlamlandırma çabasındaki kimselerin bu çabalarına ilişkin güçsüzlükleri, hiç şaşırmamalı ki dış dünyaya uyumları ölçüsünde olacaktır. Bu bakımdan felsefenin ve sanatın gücü, felsefecinin ve sanatçının uyumsuzluğu sayesinde 'güç' haline gelir. Sorulduğu için söylüyorum; İstanbul'daki Felsefe Kongresi dış dünyayla uyumlu, gayet halkçı bir kongreydi; uyumluların kongresiydi; "Bir daha olmasın!" diyemeyenlerin kongresiydi.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |