AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Asırlık, beledî...ye, ye!...

Muhtemel bir deprem olayında, bir daha gafil avlanmamak için, devletin resmi kurumlarına yapılan açıklamalar sırasında yerel yönetimlerin "feryadı" unutulmuş değildir. Marmara'ya mücavir iller, özellikle de İstanbul'un sorunları, çok önemli bir plan ve çalışmayı gerektirir.

Fakat, son on yıl içinde, bir dört yılı hariç tutarsak, en az yüz yıldır, İstanbul, hiçbir zaman "huzur ve saadeti" bulmuş değildir.

Öyle ise, yapılan plan ve program dahilinde, İstanbul'a gereken ilgi ve yardımın gösterilmesi gerekirdi. Geçmiş hükümetlerde, bir kısım dinozorlarla transfer edilen birtakım Pigmeler'in icraatından kocaman bir "iflas" yönetimi çıkmıştı.

Bu duygular içinde;

"Gitmek mi zor, kalmak mı zor...

Bu mevsimde,

İstanbul'da kalmayı bir de bana sor!..."

nakaratı ile düzmece bir hayal dünyasında avunup dururken,bir hanım yayıncı, gelip Hüseyin Nazım Paşa'nın (1854-1927) "Hatıralarım/ Selis Kitaplar; İstanbul-Ağustos 2003" adlı hatıratını takdim edince, "Böyle gelmiş; böyle gidecek" demekten kendimizi alamadık:

İşte Nazım Paşa'nın "Şehremaneti Mektupçu/Genel Sekreteri ve Şehreminliği/Başkanlığı" görevlerinde bulunduğunda ve ardından Zabtiye Nazırlığı yaptığı dönemlerde,bugünü işaretlercesine, bulduğu yapıyı şöyle anlatır:

"Şehremaneti mektupçuluğunda, Şehreminliğinde bulunarak devrin irtikap ve irtişa rezaletlerine şahit oldum. İrtikâbın saray (Belediye Sarayı değil, Yıldız'ın) kapılarında başladığını, padişahın bilgisinin bulunduğunu öğrendim."

"Belediyedeki mürtekiblerle uğraşmama nihayet verilmek için Beyoğlu Mutasarrıflığı'na tayin edildim. Burada da başka çeşit bir alçaklık ve eşkıya şebekesiyle, saray hafiyeleriyle çarpışmak, ecnebi müdahalelerinden cesaret ve kuvvet alan siyasî ve gayr-i siyasî çeteleri takip etmek mecburiyetinde kaldım."(sh:10)

Şimdi aynı görevleri kim üstleniyor, dersiniz:

İçişleri Bakanı, vali, belediye başkanı ve genel sekreter. Bir de kültür varlıklarını "kollama ve koruma adına" Kültür Bakanı..

Geçen gün, Kültür Bakanı Erkan Mumcu'nun, 112 yıllık İstanbul Arkeloloji Müzesi'nde yer alan tanrı, tanrıça ve imparator heykellerinin resimlerinin sergilendiği Topkapı Sarayındaki ilgisini görünce, bir de İslamî eserlere ve Osmanlı'dan arta kalan tarihî dokuya da biraz ilgi göstermesi gerektiği çağrışımı, bir fıkra ile kafamızda şekillendi:

Hoca, gelin odasına girdi. Hemen "Vankulu" adlı lügatı karıştırmaya başladı. Sürekli sayfalarını karıştırmaya devam eder, bir zaman geldi ki, gelinin sabrı taştı:

"-Hoca efendi, nedir o karıştırdığın? Beni unutturup seni bunca meşgul eden..."

Hoca, tok bir sesle:

"- Vankulu,Vankulu,yavrum!..."

Genç gelin, gerdeğe girme heyecanı ile:

"-Hoca bırak şu Vankulu'nu da, biraz da şu Allah'ın kuluna bak!..."

Şimdi, aynı şekilde Kültür Bakanı'na,sorulmaz mı:

"-Bırak şu tanrıçaları, tanrıları... Biraz da Allah'ın kullarının yaptığı, kültürel eserlerin imhasına ve telef olmasına sebeb olan yapıyı, kurulları ve yöneticileri değiştir."

Değiştir ki, SİT alanları talan edilmesin, Osmanlı mirası heba olmasın... Asırlık çınarlar, ham yobazın testeresinden kurtulsun...Vakıf arazileri üzerinde deprem sigortası olmamış, kaçak yapılar yükselmesin...

İçişleri Bakanı Sayın Aksu, selefi Yücelen'in seyyiatı üzerinde kalmasın. Sessiz bir şekilde görevi terk eden eski valinin hiç mi bir seyyiatı yok. Yönetiminde, emniyet müdürü ile beraber, yukarıdan aldığı emirleri tabana yayarken, haksızlık ve iltimasta bulunup bulunmadığını araştırması ile mağdurların hakkına gereken ilgiyi göstermesi gerekmez mi?

Zira, etrafta dolaşan rüşvet, irtikap, hile, dolandırıcılık iddiaları ile, nereye varılır ki?

Üç-dört ay içinde yeşil alanlar için "ruhsat" alındığı iddia edilen kurumlardan çıkan kokulara dikkat edildiğinde, yüz yıl öncesinden farklı bir konumda olmadığımızı görürüz.. Onun için, Sayın Başbakan'ın, bir "İstanbul âşığı" olarak, BDDK'nın başkanlarına yaptığı serzeniş gibi, İstunbul'un SİT alanlarını son dört yıl içinde talan edip, ağaçlık alanları içinde villa dikip, kaçak yapılaşmaya göz yumanları da "fırçaaaaaaaalamalı " değil miydi?

Değil mi ki,Yunus Emre,kendini sorgulayıp:

"Yunus, sözün doğrusun söyle!

Seni sığaya çeker, bir molla Kasım gelir."

Bu "sığaya çekme" işinde en büyük etken, insan unsurudur:

Sayın Başbakan, İBŞB Başkanı seçildiği 27 Mart 94'ün haftasında özel kalemden çıkarken, "özel olarak" görüşmek isteyen bir kadının, derdinin üç ekmeğin yetmeyip, çocuklarını doyurmak için birkaç tane daha ekmeğe ihtiyacı olduğunu belirtince, kimlere emir verip "taş fırın ekmeği" ile çoluk çocuğunun karnını doyurmak isteyenlerin "özel istekleri" çok gerilerde kaldı. Daha sonra, özel kalemlerde kalın enseli, şişman göbekli adamlar ile onların siyah gözlüklü, ince traşlı "şehir magandaları" boy vermeye başlamıştı.

Şimdilerde durum çok farklı...

İstanbul'un sokakları tıpkı "Los Angeles sokakları" gibi.. Amma filim gibi değil, tamamen gerçek...

Aksaray, Taksim, Şişli, Tophane, Ortaköy, Ataköy vs vs... Tıpkı Harlem'in ara sokakları... New York, halt etmiş İstanbul'un yanında...

Sayın Başbakan'a, İstanbul'un sorunları ile ilgili bilgi verip, deprem senaryoları üretenlere demelidir ki:

New York; kurucusu "Aziz Peder", Peter Stuivessan'ın ruhaniyeti altında...

Mukaddes Emanetlerin bulunduğu ve Ashabın, surları dibinde şehit düştüğü koca İstanbul, kimlerin ellerinde kalmış?

On yıl sonra sormaz mıyız?

"Temiz eller" nerede?

Yoksa, Hz.Hüseyin'in çilesini çekmiş ve Zabtiye Nazırlığı ve Şehreminliği ile "düzen" kurmuş olan bir Hüseyin Nazım Paşa mı bekleyeceğiz?

Çünkü rüşvet, irtikap ve şekavet ile şenaat, "Fetva Yokuşu"nu tırmanıp, nerede ise Süleymaniye'nin temellerini sarsacak yeni bir boyut kazanmıştır...


www.sadikalbayrak.com

24 Ağustos 2003
Pazar
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED