|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Genelkurmay başkanı Org. Hilmi Özkök, "Türk Silâhlı Kuvvetleri adına kimin konuşabileceği belli" dese de, birkaç gün sonra sırtlarındaki üniformaları çıkartacak komutanlar kendisinin de hazır bulunduğu ortamlarda konuşuyorlar... Dile getirdikleri konular da ele alınmaya değecek önemde; ancak daha da önemli olan, bu konuşmaların 'karargâh' tarafından tasvip edilmediğinin bilinmesi... Org. Özkök'ün bir başka vesileyle yaptığı açıklamadan biliyoruz; karargâh, sadece iki kişinin TSK adına konuşmaya yetkili olduğu kanaatinde: Genelkurmay başkanının kendisi ve ikinci başkan... Bu iki kişi dışındaki üniformalı kişilerin kurum adına veya bağlayıcı konuşmalar yapması söz konusu değil. Org. Özkök, ayrılmak üzere olan generallerin gider ayak görüş açıklamalarından hoşnut olmadığını, "Sonradan konuşsalardı iyi olurdu" cümlesiyle dışa da vurdu. Ordu, tanımı ve doğası gereği, disiplin üzerine oturan bir kurum; bu bakımdan 'adına' kimlerin konuşabileceği sıkı kurallara bağlı. Disiplinin sürebilmesi, dolayısıyla kendinden beklenen görevlerin ifa edilebilmesi o kurallara uyulmasıyla yakından ilişkili. Kuralın çiğnenmesi disiplin suçu teşkil ediyor; TSK'nın disiplin suçu işleyenlere karşı müsamahasız olduğu ise yılda iki kez yapılan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) toplantıları vesilesiyle iyi biliniyor. Bu da bizi şimdi karşı karşıya bulunduğumuz durum üzerinde düşünmeye sevk ediyor: Gözünün içine baka baka yapılan konuşmaları Genelkurmay başkanının tasvip etmediği târiz kokan sözlerinden anlaşılıyor; belli ki, konuşmalar kendisine danışılmadan yapılmış. "Keşke" ile başlayan cümlesi bunu açığa vuruyor... Bu ise, konuşmacılar henüz üniformalarını sırtlarından çıkartmadıklarına göre, bağımlı bulunmaları gereken disiplin kurallarına aykırı. Acaba, bu, cezayı gerektirecek bir 'suç' teşkil etmiyor mu? Sorunun akla getirdiği disiplinsizliği, halen tartışmaları bitmemiş '2. tezkere' öncesi günlere de taşıyabiliriz. Hatırlayacaksınız, o günlerde, "Türkiye Irak'a asker göndersin mi?" konusu üzerinde tartışılırken, Milliyet gazetesi, 'üst düzey bir komutan' olarak kendisinden söz edilen birine atfen, "Ordu tezkereden rahatsız" haberini manşete taşımıştı. Ardından, Genelkurmay başkanlığı, "TSK'nın görüşünü yansıtmadığı" gerekçesiyle haberi tekzipte gecikmedi. Ancak, o manşete esin kaynağı olan sözlerin benzerleri emeklilik hayatının eşiğindeki bazı komutanlar tarafından şimdilerde yeniden ifade ediliyor. 1. Ordu komutanlığından ayrılmak üzere olan Org. Çetin Doğan, Irak'a asker gönderilmesine karşı olduğunu, tersine arzuları 'yeşil kart aşkı' ile de irtibatlandırarak dile getirdi. Ben de Irak'a asker gönderilmesine karşıyım, ama bu beni Org. Doğan'ın üniformasıyla yaptığı konuşmayı tasvip etme noktasına götürmüyor. Tersine, disipline hassasiyet gösteren bir kurumdan farklı sesler çıkmasını tedirginlikle karşılıyorum. Bu noktada bazı soruları gündeme taşımamız kaçınılmaz oluyor: '2. tezkere' günlerinde manşete kurulan "Ordu rahatsız" haberi üzerine bir soruşturma açılmış mıydı, açıldıysa ne sonuç alındı? Benzer görüşleri bugünlerde açıklayan komutanların habere kaynak teşkil eden 'üst düzey komutan' ile bir ilişkileri var mıdır? Yoksa, o 'üst düzey komutan' henüz emekli olmayanlardan biri mi? Bu soruları klasik 'asker düşmanlığı' iddiası arkasına sığınarak gözardı etmenin bir yararı yok. Her kafadan ayrı bir sesin çıktığı, devletin üst düzey yönetiminin birbiriyle görüşmediği de bir komutan tarafından aleni şikâyet konusu yapıldı. Devletin üst düzeyi neyse, ama ordunun üst düzeyinden aynı sesler çıkmıyor ise, bunun sebebini bilmek her vatandaşın hakkı... "Nasıl olsa emekli oluyorlar?" mı dediniz? Oysa, disiplin son ana kadar sürdürülüyorsa bir değer taşır; orduda bile olsa... Hatta, özellikle orduda...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |