|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Necef'te, hem de Cuma namazında, hem de Hazreti Ali'nin türbesinin bulunduğu camiye yönelik bombalı saldırı... Sonuç: İçinde Irak İslam Devrimi Yüksek Konseyi lideri ve Geçici Hükümet Konseyi'ndeki Şii üyelerden olan Muhammed Bakır el Hekim'in yer aldığı en az 20 ölü ve yüzlerce yaralı... Irak'ın en güçlü toplum kesimini oluşturan Şiiler'in kalbinden vuruluşu... Kim vurdu? Evet, kaos bu demek: Cinayet işlenir ama "Kim vurdu?" sorusunun cevabı genellikle bulunmaz. Bunun sonucu, tüm güç odaklarının birbirlerine karşı mevzilenmesi demek ve bunun sonucu kaos demek... Hoş canilerin bilinmesi de kaosu ortadan kaldırmaz çünkü, rövanşlar, rövanşlar ve rövanşlar, bir cinayet silsilesi üretir. Irak bir etnik ve dini kaosun içine sürükleniyor. Pandoranın kutusu... Bu kaos, hiç şüphesiz Irak'la sınırlı kalmaz. Türkiye nasıl Irak'ta olan bitenle, Türkmen-Kürt-Arap-Sünni-Şii meselesiyle hareketleniyorsa, tüm Arap dünyasının, İran'ın ve bölge ülkelerinin gözü kulağı ve kalbi de Irak'ta olan bitenden etkilenecek. Bizzat Irak içindeki gruplar arasında yoğun hareketlenmeler olacak. Amerika'nın amacı Ortadoğu İslam ülkelerini batağa sürüklemekse bunun yolunu açmış gibi görünüyor. Türkiye, bu batağın içinde hangi misyonu üstlenebilir? Ya da hiçbir şey yapmadığında ortaya çıkacak sonuçlardan etkilenmekten kurtulabilir mi? Zor soru...
Yeniden...
Ben ki, 1969'dan itibaren yıllarca "Yeniden Milli Mücadele" isimli haftalık derginin fiili yazıişleri müdürlüğünü yapmış bir insanım. Yani "bir milli mücadele var, onun şuur çerçevesi var, ama geçen zaman içinde hakim yapı o çerçevenin dışına çıkmış, öyleyse yeniden bir milli mücadele ile o şuur yapısı ikame edilmeli" çerçevesine oturan bir değerlendirmenin siyasal-sosyal-kültürel söylemini seslendirmişim. Bugün de o hassasiyetleri taşıyan bir insan olarak benim, "Yeniden müdafaa-i hukuk, yeniden kuvayı milliye, bütün ulusal güçler, vatanın bölünmez bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı için emperyalizme ve mandacılığa karşı harekete geçiyor. Mütareke basınına rağmen." şeklinde bir çağrıyla ortaya çıkan ve kendisine "Ulusal Güç Birliği Platformu" adını veren bir oluşumu önemsemem gerekir... AB ile ilişkilerdeki kritik zemini, Kıbrıs'ı, Ege'yi, Patrikhane etrafındaki oluşumların nereye yöneldiğini, İslam coğrafyasına yönelik operasyonları, Türkiye'nin toprak bütünlüğüne yönelik hesapları olağanüstü bir dikkatle takip etmek gerektiğine inanıyorum. Yazılarımda da bu hassasiyeti dile getirmeye çalışıyorum. Ama...Gene de şu "Ulusal Güç Birliği Platformu" işine içim ısınmıyor. Bir dil arıyorum. Yazılarımın o çevrelerde okunduğunu bildiğim için, doğru anlaşılmayı ve bir sağduyu çizgisinin gelişmesini temin edecek bir dil arıyorum. Acaba, o "güç birliği platformu" içinde yer alan kimi isimlerden korktuğumu söylesem... Ne bileyim ben, inançlarına göre bir giyimi tercih ettikleri için üniversite öğrencilerinin üzerine çullanan ve onlara hayatı dar eden, eğitim hayatlarını cehenneme çeviren rektörler, rektör yardımcıları, millet iradesinin üzerine siyasal yargı mekanizmasını süren hukuk adamları.... Onların vatanseverlikleri bana, ironik bir hadise gibi geliyor. Yanyana durmak bir kara öfke tufanı ile elele tutuşmak gibi görünüyor. "Vatanseverlik" onlarla temsil edilen bir çizgi olmamalı diyorum. Bu, vatanseverliği bile toplum yanında tanınmaz hale getiriyor diyorum kendi kendime... Sonra kimi isimlere hiç mi hiç güvenmediğimi söylesem... Birçok ismin dünkü fanatizmi ile bugün yüz seksen derece zıt fanatizminin arasını nasıl bulacağımı bilemiyorum desem. Hep en aşırı dozlarda yaşanan bir militanlık sürecine bugün itimad edilebilir mi? desem... Yarın o adam nerede duracak sorusu içimi bulandırıyor desem. Sonra bu oluşumun içinde yer alan kimi insanların vatanseverliklerinden, bağımsızlık hassasiyetlerinden hiç şüphe etmesem de, bazılarının bu işi, bir siyasal istismar vesilesi olarak düşündüklerinden endişe ettiğimi belirtsem... Sonra, bu oluşum içinde yer alan kimi insanların, yakın geçmişte, toplumun inanç hassasiyetleri ile çelişik tavırlar içinde görünmüş olmalarının bu oluşumun en sancılı yanı olduğunu düşündüğümü belirtsem... Yani "Ezanın Türkçe okunması" söylemiyle ortaya çıkıp, partisinin adaylığından ihraç edilenler, "irtica" dosyaları ile geniş toplum kesimlerinin inanç yönelişlerini karalayanlar, jurnalleyenler, ya da bütün şöhretlerini bu alandaki yırtıcı, militan girişimleri ile edinenler... Bu hususun bu oluşumu "toplumun islami hassasiyetleriyle sorunlu hale getirdiği"ni söylesem... Bir şey daha söylesem... Bu hareket, bana, millet adına çıkıyor görünse de, milletin yönelişlerini çok da önemsiyor gibi görünmüyor desem. Seçim... Demokrasi... Seçimle gelmiş iktidar... Hükümet... Bütün bunlar ne ifade ediyor bu oluşum için? Acaba "Kurucu Meclis misyonu üstlenmek" iddiası nasıl anlaşılmalı? Bu hareketin samimiyetinin sorgulanmasına yol açacak belki en önemli alan bu. Düşünüyorum ki bu harekete el uzatsam, millet iradesini hep yanılıyor gören bir "tepeden inmeci"nin eliyle buluşacak elim. Acaba yanılıyor muyum? Din istismarı, Atatürk istismarı, laiklik istismarı ve vatan istismarı, bağımsızlık istismarı... Elhasıl, kendi vatanseverlik çizgimin özgünlüğünü korumakla sona eriyor düşünce seyrim... O çizgiyi oluşturanlar bir gün bildirilerine benim "milletin temel hassasiyetleri" içinde yer aldığını düşündüğüm "inanç özgürlükleri" konusunu dercederlerse, bu sebeple mağdur olan insanların acılarına sahip çıktıklarını ilan ederlerse ve ordan burdan çıkıp hala "irtica yaygarası" ile millet üzerinde baskı oluşturmaya yönelen, Türkiye'nin 1946 sonrasını "yanılgı dönemi" olarak gören ve 1930'lar özlemi içinde yaşayanlarla içiçe oldukları intibaını silerlerse o zaman belki... farklı bir yazı yazacak gücüm olur...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |