|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
AK Parti hükümetinin alacağı yolun bir yerinde rejim tartışmasının gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktı. İktidara yönelik parlamento içi ve dışı muhalefetin meşru enstrümanların dışında arayışlara yönelecekleri tahmin edilemeyecek bir siyasi gelişme değildi. Dolayısıyla bugün Başbakan'ın konuşmalarına kadar giren "rejim tartışması" hem geçmişine aşina olunan, hem de gelişi pek şaşırtıcı olmayan bir sürecin adıdır. Öte yandan, her açıdan, Türkiye için bir "Avrupa Birliği Yılı" olacak 2004'e böyle bir gündemle girmeyi arzulayanların bir taşla birkaç kuş vurmak istedikleri de anlaşılmaktadır. Ya da bir kuş olmazsa bir diğerini vurmak istedikleri bellidir. Hedef, içeride Ak Parti'yi geriletmek, aynı anda Kıbrıs ve Kopenhag kriterlerine uyumu engelleyerek AB sürecinde Ankara'nın elini zayıflatmaktır. Amaç, olursa ikisi birden; olmazsa da hiç olmazsa birini sağlayabilmektir.
Dinçer üzerinden muhalefet…
Peki, bugün Türkiye'de bir rejim tartışması açmayı sağlayabilecek kadar yeterli malzeme bulunmakta mıdır? Hayır. Bu tartışmalar hâlâ, hükümetin niyetini sorgulamaktan öte bir derinliğe ulaşabilmiş değildir. Kur'an kursları yönetmeliğine yönelen tepki bunun ifadesidir. Büyükşehirlerin alanlarını genişleten ve 340 beldeyi kaldıran yasaya gelen eleştiriler de bundan farklı değildir. Kur'an kursları yönetmeliğini sinsi bir din eğitimi projesinin, belediye yasasını da jandarmayı (askeri) geriletme sürecinin ilk adımı olarak kaydedenler, gerçekte bir planı değil düpedüz niyetleri sorgulamaktadırlar. Bildik nedenlerle, Ak Parti'nin mutlaka böyle bir planı olması gerektiğini düşünmektedirler. Başbakanlık Müsteşarı Prof. Ömer Dinçer'in 1995 yılındaki bir konuşmasının bugün, muhalefetin elindeki en önemli çatışma materyaline dönüşmesi de aynı anlayışın tezahürüdür. CHP lideri Deniz Baykal'ın bu materyale sıkı sıkıya sarılması da gösteriyor ki; elde hükümete karşı kullanılabilecek daha ciddi bir silah bulunmamaktadır. Aslında herkes Prof. Ömer Dinçer'in söz konusu konuşmasında ortaya attığı görüşlerin ne anlama geldiğini ve hangi amaca yönelik olduğunu çok iyi biliyor. Yıllardır, ılımlı politik görüşleriyle ve sağduyu analizleriyle tanınan Dinçer'in 8-9 yıl önce, demokrasi ve cumhuriyete bir içerik kazandırma amacıyla giriştiği entelektüel çabanın bugün bir rejim tartışması aracına dönüşmesi; o çabanın ne kadar haklı ve gerekli olduğunu göstermektedir. Dinçer, aydın ve bilim adamı sorumluluğu gereği toplumun kendisinden beklediği cesareti göstermekle risk almıştır. O zaman yanlış yapmadığı için, bugün de aynı görüşleri yine savunmaya devam etmektedir.
Ak Parti'nin tecrübesi
Problem, iştirak etmediği iki paragraf karşılığında ülkeyi hemen rejim tartışması eşiğine getiren anlayıştadır. Türkiye elbette ve kesinlikle bir rejim sorunuyla karşı karşıya bulunmamaktadır. Ancak, hükümetle arasındaki iktidar mücadelesinde bir adım ilerleyebilmek için topyekün demokrasiyi ve istikrarı bir kalemde feda etmeyi göze alan bir irade mevcuttur. Sorun budur. Ve aynı irade şimdi aktif hale gelmek için fırsat kollamaktadır. Ancak, ne kadar zorlanırsa zorlansın bugün Türkiye'de siyasetin 28 Şubatvari bir demokrasi dışı seçenekle dizayn edilmesi mümkün değildir. Böyle bir irade ve zemin olmaması bir yana; o dönemdeki koalisyon da (asker, iş dünyası, siyaset, medya, bürokrasi ve dış güçler) söz konusu değildir. Dahası… Hükümet kadrolarının bu tür girişimlere karşı, demokrasiyi korumak için yapılması gerekenler konusunda tecrübeli olduklarını da hesaba katmak gerekmektedir. Yakın geçmişte içinden geçtikleri siyasi cenderenin, ne kadar karşı saldırı olsa da hepsine ülkeyi kazaya uğratmadan yönetme becerisini kazandırmış olduğu varsayılmalıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |