AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

D Ü Ş Ü N C E    G Ü N L Ü Ğ Ü
CESUR BİR SORU

Evladını dindar yetiştirmek isteyen aileler, taleplerini gerçekleştirirken ülke meselelerinin çözümüne de katılmış oluyorlar. Bu cezalandırılacak bir durum mudur?

Irak tezkereleri hakkındaki görüşlerine katılmasam da 'Tank Hasan' lakabıyla ünlendiği mücadelesi ile takdir ettiğim ve sevgi duyduğum değerli bir siyaset adamı Sayın Hasan Celal Güzel son yazılarından birinde müthiş, doğru ve cesur bir soru sormuş... Altı-yedi senedir doruk noktasına çıkmış militarist baskıları halkın güçlü iktidarına rağmen sürdürmek isteyen bazı çevrelerin başlarını iki elleri arasına alıp düşünmelerini, vicdanlarının sesini duymalarını, belki de en doğruyu bulmalarını sağlayacak bir soru...

Hasan Celal Güzel 'İmam Hatip Şamatası ve Gerçekler' başlıklı yazısında "Genelkurmay II. Başkanı Org. İlker Başbuğ, Irak'a asker gönderme konusunda verdiği brifingde, peşmergeleri uyarıp 'Saldırırlarsa cevabını alırlar; TSK varlığını koruyabilecek imkan ve kabiliyete sahiptir' sözüyle göğsümüzü kabartıyor. Tam, 'Yaşa Paşam!...' diye bağıracakken, bakıyoruz Başbuğ Paşa, kendisiyle, Genelkurmayla, hele Irak'la hiç ilgisi olmayan ve yıllardır politikanın tam merkezinde bulunan bir konuda görüş bildiriyor; İmam Hatip şamatasına, hariçten gazel atarak katkıda(!) bulunuyor" dedikten sonra soruyor: 'Sorarım size Paşam, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı ya da Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Irak'a asker gönderme konusunda beyanda bulunurlarsa doğru olur mu?!... Sizin, İmam Hatip konusunda beyan buyurmanızın bundan ne farkı var?...' Benim bildiğim paşalar konuşacakları konuda öncelikli bir araştırma yaptırır, gerçeği yakalamanın gayretinde olurlar, ama, burada buna ihtiyaç duymamış veya yanlış bilgi edinmiş görünüyorlar...

Eğer böyle bir araştırma yapılsaydı, çocuklarını İmam Hatip Liselerine gönderen ailelerin hepsinin çocuklarını imam hatip olsunlar diye göndermedikleri tesbit edilirdi...

İmam Hatip Lisesi mezunlarının hepsinin imam olmak için okumadığı şeklindeki tesbit doğru, doğru ama devamı ve bunun değerlendirmesi doğru değil. Buradan çıkarılan sonuç; İmam Hatip Liseleri, imam hatip ihtiyacından fazla mezun veren bu kadarı ile hatta talep edilen daha fazlası ile bir külfettir, zarardır, hatta zararlıdır. Yapılan yanlış tartışmalarda çıkarılan sonuç bu oluyor... Bu doğru değil; çünkü doğru bir araştırmaya dayanmıyor...

Çocuklarını İmam Hatip Liselerine gönderen ve hatta bunda ısrar eden ailelerin üzerinde iyi bir araştırma yapılırsa görülecek şey şudur: Bu aileler, çevrelerinde gördükleri yozlaşmalardan ve tehlikeli gelişmelerden, çocuklara kurulan tuzaklardan hele hele sigara, içki ve uyuşturucu gibi gittikçe yaygınlaşan kötü itiyadlardan fena halde tedirgindirler...

Çocuklarına aşırı düşkün buna karşılık fakir veya kırsal muhitteki bu aileler çocuklarını kaybetmek istememektedirler... Aksine çocuklarının anne baba saygısını ve aile bağlarını kuvvetlendiren dini ve milli duygularla dolu bu konularda yeterince bilgili evlatlar olarak yetişmesini istemekte, bunu şiddetle arzu etmektedirler...

Böyle bir arzunun ve bu arzunun gerçek olmasının kime ne zararı olabilir?.. Nitekim şimdiye kadar olmamıştır da... Devlet adına endişe taşıdığını iddia edenler bu çocuklara iyice yaklaşabilirlerse Devlet, Millet ve insan sevgisinden başka bir şey bulamazlar!... İmam Hatip Lisesi mezunlarından ne millete, ne devlete zararlı bir insan çıkmış, ne de onlar arasında gangster, katil, hırsız, terörist türünden insanlara rastlanmıştır... Eğer varsa herkesin karşılaşamayacağı veya haberdar olamayacağı kadar nadir ve istisnaidir.

İmam Hatip Liseleri bu milletin ana unsuru olan en temiz, en samimi geniş halk kesimlerinin bir sığınağı haline gelmişse bundan dolayı İmam Hatip Liselerine hasım mı olmak gerekir, takdir mi etmek gerekir?

Ülke meselelerini ilgilendiren birçok tartışmada görüyoruz ki problemin temelini insan teşkil ediyor. Bu tartışmaların ortaya koyduğu sonuç, beden rahatı yerine vicdan rahatı arayan insanlara ihtiyaç var. Evladını dindar bir eleman olarak yetiştirmek isteyen aileler aslında bu farklılığa katkıda bulunuyorlar, yani aile olarak taleplerini gerçekleştirirken ülke meselelerinin çözümüne de katılmış oluyorlar. Bu cezalandırılacak bir durum mudur ? Elbette değil!...

Bir başka husus da, bu çocuklar aradıkları vicdan rahatlığını çalışmakta, hem de çok çalışmakta buldukları için, katıldıkları her alanda bilgili ve başarılı bir kişilik ortaya koyuyorlar... Öyleyse, böylesi bir bilgi ve başarıya düşmanlık niye?!...

Haydi, tartışılmaması gereken bu hususları tartışmaya açıp konuşalım; ve bunların günahkâr olduğunu farzedelim; pekiyi diğer meslek liselerinin günahı ne; onlar niye mağdur ediliyorlar?!.. Bunu izah etmek mümkün mü?... Savunmak mümkün mü?...

İşin bir başka yönü; diyelim ki meslek liselerinde problem var, şöyle veya böyle bir problem... Bunun çözümü, haksızlık, adaletsizlik ve zulüm olabilir mi? Elbette olamaz ve olmamalıdır!..

Kaldırılmak istenen haksızlık, genç yüreklerde böylesine fedakâr yüreklerde bir gönül inkisarı oluşturmaktadır ki aileleri ile birlikte hesaplandığında büyük bir tahribat ortaya çıkar. Bu ülkenin önemli bir dayanağını yok etmektir.

Üniversite giriş sınavındaki katsayı farklılığı haksızlıktır, adaletsizliktir ve zulümdür...

Bunları ifade etmek, yanlış ve haksız bir işlem olduğunu ortaya koymak, bunu çarpıcı bir soru ile vurgulamak zor tarafta yer almaksa da takdire şayan bir tavırdır; bunun için Sayın Hasan Celal Güzel'i takdir ve tebrik ediyorum. Sorusu cesur bir sorudur ama çözüme yaklaştıran bir sorudur...

Milletini ve devletini seven hiçbir kimse bilerek yanlıştan, zulümden yana olmaz, olamaz!..

İşte bundan dolayı, bu soru, önce anlaşılmayı, doğruyu bulmayı sonra da çözümü getirecektir. Daha doğrusu çözümün yolunu kesme faaliyetlerini durduracaktır... Dileğimiz sağduyu, iz'an, insaf ve vicdan ölçüleri kazansın.

  • PROF. DR. MUSTAFA ÜNALDI / KONYA MİLLETVEKİLİ


  • Sayın Gürüz'e soruyoruz!..

    Baştan belirtmekte yarar var. Bu konu Türkiye'nin olması gereken gerçek gündemi değil. Millete "cambaza baktırmak" üzere ortaya atılmış temcid pilavıdır. Asıl gündemler dikkat çekmesin diye... Ancak üniversiteler üzerinden siyaset yapıldığını iddia eden Sayın Gürüz, bulunduğu makamı ve kurumu gündem konusu yapmakta ısrar ettiği için diyoruz ki:

    Sayın Gürüz, eğer gerçekten iktidarın YÖK'ü siyasallaştırma çabası var da bunu ispat edersen yanındayız. Ancak şu sorulara cevap vermeniz şartıyla...

    Önce hükümet tarafından, üniversiteye giriş sistemini değiştirecek olan tasarıya karşı çıkan YÖK Başkanı Prof. Dr. Kemal Gürüz'ün Star Gazetesi'ne söylediklerine bir bakalım: "Ben başında bulunduğum sürece Türk üniversite sistemi söz konusu yasaya alet olmayacaktır. Uzlaşması yoktur bunun. Uzlaşmak isteyen tarih önünde sorumlu olur. Türk devletine Türk milletine karşı sorumlu olur."

    "Cumhuriyetin temel niteliklerini hedef alan bir tasarı bu."

    Hangi açıdan olduğunu ise "yorumu uzundur" diyerek belirtmiyor. Ardından tehdit vari bir cümle: "Bu yasa TBMM'den geçerse sonuç çok kötü olur."

    "Biz insanların Tanrı ile aralarındaki inanç ilişkilerine son derece saygılıyız. Ama bunun toplumsal hayata taşınması fevkalade yanlış."

    "Türk Üniversite sisteminin başındaki bir kişi olarak söylüyorum: Türk üniversite sistemi, üniversiteye giriş sisteminde herhangi bir değişikliğe yol açmayacaktır. Bu konuda herhangi bir uzlaşma söz konusu olmayacaktır. Yumuşama diye bir şey söz konusu değildir."

    Şimdi sayın Gürüz'e soruyoruz:

    Siz Meclis'in üstünde bir kişi değilsiniz. Öyle veya böyle bu yasa meclisten geçerse ne yapacaksınız?

    Neye güveniyorsunuz da sonuç çok kötü olur diyorsunuz? Hem ne demek istiyorsunuz?

    Siz varken bu yasa geçmese bile, siz ne zamana kadar bu kurumun başında kalacaksınız? Dikkat edin, "kurum" diyorum... Kurumlar şahıslarla mı kaimdir? Demirel'in dediği gibi, mahkeme kadıya mülk olmadığına göre, sizden sonra arkanızda aynı kararlılıkta mücadelenizi sürdürebilecek kaç Kemal Gürüz yetiştirdiniz?

    Bir de Başbakan'a sorun, ardında kaç Recep Tayyip Erdoğan var?

    Siz İmam Hatiplerin önünü ısrarla kesmek istedikçe halk tuttu İmam Hatipli birini Başbakan yaptı. Bu bir tesadüf mü? Değilse halk acaba ne demek istiyor?

    Eğer halk sizi bir türlü anlamıyorsa, cahilse, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilmiyorsa, bu halkla nereye kadar gideceksiniz?

    Çünkü cahil de olsa, aptal da olsa, arkasında halk olmayan bir düşünce ne kadar ayakta kalabilir?

    Oysa Mustafa Kemal Atatürk bu cumhuriyeti, bu halkı arkasına alarak kurmadı mı? Yoksa o halk ile bu halk farklı mı?

    Değilse zamanında yediden yetmişe Atatürk'e destek verdiği halde, halk şimdi size niçin destek vermiyor?

    Yökü sizin istediğiniz hale getiren siyasi partiler bugün nerede?

    Hükümetin üniversiteleri siyasallaştırmasından söz ediyorsunuz. Peki önceki yasayla bilimsel kimliğe kavuşturulan YÖK, bugüne kadar bilimsel olarak neler ortaya koydu?

    Diyelim ki hükümet allem ediyor kallem ediyor ve YÖK'ü tekrar 28 Şubat öncesine getirmeye çalışıyor. YÖK 28 Şubattan sonra bilim adına ne kazanmıştı, şimdi ne kaybedecek?

    YÖK sizin istediğiniz şekildeyken üniversiteler, uluslararası bilim arenasında hangi ekstra başarıları elde etti? Kaç bilimsel kitap yayınlandı? Kaç bilimsel proje üretildi? Kaç akademik makale dünyaca kabul gördü? Oysa malum bir rektörünüzün, yurt dışında yayınlanan bilimsel bir çalışmayı kendininmiş gibi kopya ettiği haberi dolaşıyordu basında... Bunu koskoca profesörünüz kendine nasıl yakıştırabilmiştir bilmiyoruz ama acaba YÖK'ü koruma ve kollama mücadelesinden vakit bulamadığı için mi bu duruma düşmüştür?

    Sayın Gürüz, bu sorulara samimi cevaplarınızı aldığımızda eğer amacınız bilimselliği korumak ise ve bu konuda kamuoyunu ikna edecek bilgi ve belgeleri ortaya koyabilirseniz, sonuna kadar yanındayız.

    Yok amacınız, "Laiklik, Atatürkçülük, Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü" gibi Cumhuriyet'in kutsal kavramlarını zırh edinerek, halka rağmen kendinize özel duygu ve düşüncelerinizi hükümete ve halka dayatmak ise kusura bakmayın, artık halk bu kadarcığı ayırt edecek kadar bilinçlendi.

    Çünkü siz bilmeseniz de halk bütün dünyada olup bitenleri görüyor biliyor ve kıyaslıyor. Sonra da kimin Çağdaş Türkiye'den yana kimin statükocu olduğunu, kimin bilimle kimin filimle uğraştığını, kimin iş kimin laf ürettiğini, kimin ilerici kimin gerici olduğunu çok net değerlendiriyor. O yüzden seçim sandıkları artık takım tutar gibi partilere oy verenlerle dolmuyor. Dün zirveye çıkardığını bugün sandığa gömebiliyor. Haklısınız... Bu halk sizi anlamıyor... Sizin inadınıza, siz dayattıkça size ters görüşteki insanları iktidara taşıyor. Ama ne yaparsınız ki elimizdeki halk bu... Sizi anlayacak halkı nerden bulalım sayın Gürüz?

  • ÜNAL BOLAT / GAZETECİ-YAZAR


  • Hürriyet üzerine

    Hürriyet, yaşamanın anlamı ve onurudur. Hürriyeti olmayan, yahut hürriyeti aramayan, değerini bilmeyen; köleliğe gönüllü davetiye çıkarmış demektir.

    İnsana ekmek gibi, su gibi gerekli olan temel değerlerden biri de Peyami Safa'nın "Hayatın hızı, akışı ve saldırısıyla bir giden, geniş ve taşkın bir ruh halidir. Hayatın ve ruhun ta kendisidir" dediği hürriyettir. Hürriyet, yaşamanın anlamı ve onurudur. Hürriyeti olmayan, yahut hürriyeti aramayan, değerini bilmeyen; köleliğe gönüllü davetiye çıkarmış demektir. Bu tip insan ve topluluklarının insanlıkları, gelecekleri kararlı, gökleri parçalı bulutlu, ufukları kapalı, şafakları karanlıktır.

    Bundan dolayıdır ki insana yaraşanın onu kendisiyle, onu çevresiyle ve tabiatla barışık tutacak, onu başarılı, mümtüz ve saygıya değer ve derin düşünce sahibi bir kişi haline getirecek, kişiliğini ve kimliğini koruyacak bir zırh hüviyetinde olan hürriyete koşmak olduğu her zaman söylenmiştir.

    Herkesin bildiği bir gerçek de ancak hürriyet sahibi olanların sağlıklı ve sağlam fikirlere talip olduğudur. Hürriyet sahibi insan o fikri arar, bulur, yaşar ve değerini bilir. Bilgiyle bilenmiş ve tamamlanmış akıllı, sevgi dolu ve seviyeli bir hürriyet, sersesi ve serkeş olmayan bir hürriyet anlayışı, devamlı gelişerek, doğruyu bularakve doğruları taşıyarak insanlara ve layık olan topluluklara ulaşır, tam zamanında. Hürriyet sayesinde anlar ve anlaşılır, insan. Her türlü medeni gelişmeye, ilmi ilerlemeye, teknik bakımdan yüksekliğe ancak hür olanlar layıktır.

    Bilelim ve hiç unutmayalım: İnsanlar hürriyeti tattıkça ve ona layık oldukça gelişir, ilerler, büyük kültür, sanat ve medeniyet eserleri meydana getirebilirler. Dağ gibi engelleri teklemeden ve hiç kimseden yardım beklemeden aşar, her şartta daha iyiye ve daha güzele koşarlar. Hürriyetsiz toplum esir, hürriyetsiz insan köledir.

    Gerçekle yaşayanlar hürriyet sahibidir. Hakkıyla güzel, seviyeli, ölçülü ve yüksek ökçeli birhayat, hürriyetsiz olmaz. Hürriyet, önce bir inanış, bir kabul, fikrin ve fiilerin gelişmesi oranında dozu artarak meydana çıkan bir ruh halidir. Onun için hürriyet insanların ruhunda çiçeklenir, önce. Sonra gelişir ve meyvesini sunar. Bereketi her tarafa yayılır. Ruhunda hürriyet olmayan kimseler, hürriyeti ne tanır, ne de o değerli değer yargısının değerini bilirler. Bu yüce ve temelli değrein kıymetini bilenlerin kendi nefsine ve başkalarına sözü geçer, alınlarında onur ve haysiyet ateşi sürekli yanar. Bu insanlar, sevgi köprüsünden seviyesini ve sempatisini kaybetmeden, ahlaki olgunluğunu yitirmeden, ileriye dönük umudunu ve gayretini bitirmeden geçerler.

    Bu manada hürriyet, tabiat ve toplum kanunlarına zıt olmamak şartıyla insanın vicdanından gelen bir zevkle severek hareket etmekten, yani yaşamaktan başka bir şey değildir.

  • DURDU ŞAHİN / YAZAR




  • 27 Ekim 2003
    Pazartesi
     


    Künye
    Temsilcilikler
    Abone Formu
    Mesaj Formu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Karikatür | Çocuk
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED