AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Çağdaşımız Hz. Peygamber: Tanık, özne ve öncü

İslâm'ın doğduğu ortama tekabül eden Hz. Peygamber'in "kişisel tarihi"nin vahiy-öncesi 40 yıllık kesiti ile vahiy-sonrası 23 yıllık kesiti arasında kopmaz bir irtibat var.

İslâm'ın doğduğu ortamı da içeren sürece dâir kapsamlı bir tarih felsefesi geliştiremezsek, İslâm'ın bugün bize ve tüm insanlığa neler söylediğini kavrayamaz; müslümanlar olarak İslâm'la ve içinde yaşadığımız dünyayla ilişkimize dâir belirlememiz ve benimsememiz gereken konumumuzu tespit, tayin ve tarifte zorlanırız. Yaklaşık iki asırdan bu yana tam da böylesi bir zorluk durumu ile karşı karşıyayız.

İşte bu zorluğu anlamlandırabilmenin ve aşabilmenin yolu, İslâm'ın doğuş ve teşekkül ediş süreci demek olan Hz. Peygamber'in vahiy-öncesi ve vahiy-sonrası 63 yıllık kişisel tarihini bir bütün olarak kavramaktan geçiyor: Bu da bizim esaslı bir tarih felsefesi fikri ve fikriyâtı geliştirebilmemizle doğru orantılı bir şey.

Müslümanlar, ne zaman ki, Hz. Peygamber'in kişisel tarihini sadece vahiy-sonrası kesitle sınırlamışlar ve vahiy-öncesi kesitini ıskalamışlarsa, işte o zaman/larda, İslâm'ı da, içinde yaşadıkları çağı ve sorunları da bütün boyutlarıyla anlamakta, kavramakta, anlamlandırabilmekte zorlanmışlar ve sonuçta içinden çıkamadıkları, hareket ve varoluş alanlarını daraltan bir ufuksuzluğun kurbanı olmuşlar ve İslâm'ın vaadlerini, mesajını kavramakta da, karşı karşıya kaldıkları iç ve dış sorunları (içinde yaşadıkları dünyanın sorunlarını) tespit, teşhis ve tarifte de zorlanmışlardır.

Şu ân işte böylesi bir zorlu süreçte yaşıyoruz. O yüzden İslâm'ın doğduğu ortamı bütün boyutlarıyla kavramak; bunun için de Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin vahiy-öncesi kesitini çok iyi anlamak zorundayız.

Burada geliştirilebileceğini düşündüğüm tarih felsefesinin ilk kalkış noktası, Hz. Peygamber'i çağdaşımız olarak görebilmektir. İslâm'ın doğduğu ve Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin vahiy-öncesi kesitine yakından baktığımız zaman, Hz. Peygamber'in nasıl da yakıcı bir şekilde çağdaşımız olduğunu görmekte zorlanmayacağız: Her şeyden önce, özelde Hz. Peygamber'in yaşadığı toplumda, genelde ise Bizans ve Sasani imparatorluğu ile Yemen Krallığı'nın kuşattığı coğrafyada yaşanan temel sorunlarla çağımızda yaşanan temel sorunlar felsefî, siyâsî, toplumsal ve ekonomik açıdan büyük benzerlikler ve paralellikler arzediyor.

Bu sorunları kısaca şöyle özetleyebiliriz:

Birincisi, O dönemde de, çağımızda da Tanrı tasavvurunda bir sakatlık var: O dönemde, Mekke'de paganlar, Hıristiyanlar, Yahûdiler ve diğer gnostik / esoterik / mistik dinlere mensup topluluklar bir arada yaşıyorlar. Mekke'nin ve Hicaz'ın hinterlandı olan Bizans, Sâsâni ve Yemen topraklarında da bu topluluklar farklı oranlarda da olsa mevcutlar.

Bizans İmparatorluğu'nda 325'te toplanan İznik Konsili'nden önce ve sonra yaşanan siyâsî, toplumsal ve idârî sorunların kökeninde Tanrı'nın mâhiyeti sorunu gizli. O yüzden bu konuda yaşanan "mezhep" çatışmaları Bizans'ı bîtap düşürmüş ve parçalanmanın eşiğine getirmiş durumda. Sâsânîler, bu açıdan çok daha güçlü konumdalar: Bizans'ta olduğu gibi "mezhep" çatışmalarının yolaçtığı sorunlarla boğuşmuyorlar; ama hâkim mistik / esoterik dinsel anlayış, İslâm'da olduğu gibi güçlü bir "Tanrı" tasavvuruna sahip değil. Ve bir de paganlar var: Paganlardaki tanrı anlayışı da bu toplumları bütünleştirebilecek güçlü bir dünya tasavvuru sunmaktan elbette ki yoksun.

İslâm'ın gelişiyle birlikte getirdiği sade ama hayatın her alanına nüfûz eden tevhid inancına dayalı Yaratıcı tasavvuru, Tanrı'nın mâhiyeti konusundaki tüm tartışmaları ve çatışmaları ortadan kaldırıyor: İslâm, tevhid inancı ekseninde güçlü bir şahsiyet duygusu, muhkem bir toplum ideası ve ideali sunuyor. Çağımızda yaşanan en esaslı sorun da Tanrı tasavvurunun sakatlanması; yani sekülerlikle birlikle yeni paganizm biçimlerinin gücü; güç üreten bilim, teknoloji ve silahlar gibi araçları; parayı, seksi, insanın iç güdülerini putlaştırması sorunudur.

İkincisi, o dönemde siyasi, toplumsal ve ekonomik düzen baskıcı; adalet ve hakkaniyet duygusundan yoksun; yoksulları / zayıfları perişan eden bir düzen. Çağımızda da çok daha sofistike boyutlar kazanmış olsa da paradigmatik olarak benzer sorunlar yaşanıyor. İslâm, getirdiği hakîkat tasavvuru ve bunun yansıması olan hakîkat düzeniyle adaleti ve hakkaniyeti tesis ediyor; her türlü şirki, zulmü ve baskıyı ortadan kaldırıyor.

Özetle Hz. Peygamber'in vahiy-öncesi hayatı, onu çağdaşımız; vahiy-sonrası hayatı ise geleceğimiz kılıyor.

Hz. Peygamber'i çağdaşımız kılan ve vahiy-öncesi kişisel tarihi'nde belirginleşen üç temel özelliği var: Birincisi, çağının tanığı olması: Tanıklık özelliği, Suriye'ye, Bahreyn'e ve Yemen'e yaptığı -ticârî- yolculuklarla çağının sorunlarını tespit ve teşhis etmesini ve gözlemci bir kişiliğe sahip olmasını kolaylaştırıyor.

İkincisi, içinde yaşadığı toplumun ve dünyanın sorunlarına kayıtsız kalmaması ve müdahale etmesi anlamında Özne olması. Peygamberimiz, çağının sorunlarına ve hayata DOĞRUDAN müdahale ediyor ve böylelikle "eylem"ci özelliği belirginleşiyor: Vahiy-öncesinde de, vahiy sonrasında da (Hadid Sûresi 26. âyette özellikle Hıristiyanlığın vahyî paradigmasının sakatlanmasındaki en temel neden olarak dikkat çekilen) ruhban hayatı yaşamıyor: O dönemde toplumunun ve "dünya"nın sorunlarını tanımasını ve Özne olmasını mümkün kılabilecek en gözde meslek olan ticâretle iştigal ediyor ve ticârî kervanlarla seyahat ediyor.

Üçüncüsü de içinde yaşadığı toplumun sorunlarını çözme konusunda Öncü rolü üstlenmesi: Hz. Peygamber daha henüz 20 yaşındayken Ficar Savaşları nedeniyle 4 yıldır süren iç kargaşanın hâl yoluna konulmasında kilit rol oynayan Hılfü'l-Fudûl'ün (Erdemliler Anlaşması'nın) gerçekleştirilmesine doğrudan, aktif olarak katılıyor. Hz. Peygamber'in Öncü rolü, vahiy'le birlikte Elçi rolüyle doruk noktasına ulaşıyor ve taçlanmış oluyor.

Özetle, bizim sadece müslüman toplumların sorunlarını değil, tüm dünyanın sorunlarını önce kavrayabilmemiz, sonra çeşitli boyutlarıyla tartışıp anlamlandırabilmemiz ve son olarak da hâl yoluna koyabilmenin yollarını bulabilmemiz için Hz. Peygamber'in vahiy-öncesi kişisel-tarihini ve İslâm'ın doğduğu ortamı çok iyi bilmemiz gerekiyor.

Hz. Peygamber'i her bakımdan çağdaşımız kılamadığımız sürece, çağın sorunlarını da, İslâm'ın bu sorunları nasıl hâl yoluna koyabileceğini de kavrayamayız vesselâm.

Not: Daha önce yayımlanan bu yazıyı, burada geliştirdiğim argümanları daha da derinleştirmek amacıyla yazacağım yeni yazılara temel teşkil edeceğini düşündüğüm için yeniden yayımlıyorum. Çarşamba günü devam ediyoruz...


27 Ekim 2003
Pazartesi
 
YUSUF KAPLAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED