|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Irak'ta her biri Amerikalılar tarafından seçilerek Geçici Yönetim Konseyi'ni oluşturan kişiler Türk askerine "gelmesin" diyorlar... Kürt'ü, Arap'ı, hatta Tükmen'i, Şii'si hatta Sünni'si... "Gelmeyin kötü olur" diyor. Herbirisinde birdenbire "bağımsızlık duygusu" depreşiverdi anlaşılan... Türk askeri "Yabancı asker" ya... Yabancı asker Irak'ın bağımsızlığını gölgeler ya... Doğrusu, hiçbir kimse yabancı bir askere "gel gel" yapıyor görünmez... Peki onların meşruiyyetleri nereden kaynaklanıyor? Iraklılar'ın özgür iradeleri ile mi seçildiler? Onlar da mevcut statülerini bir "işgal gücü"ne borçlu değiller mi? Onlar kalkıp, topu tüfeği ile Irak'ı işgal eden bir gücün "sizi temsilci seçtim" sözünün ardından bir konsey oluşturmuş değiller mi? Böyle olduğu açık. Ayrıca her bir temsilcinin toplumsal tabanı çok net değil. Hemen hepsi tartışmalı... Şii temsilcilerin Şiiler'in tamamını, Sünni temsilcilerin Sünniler'in tamamını, Kürt temsilcilerin Kürtler'in tamamını, Arap temsilcilerin Araplar'ın tamamını, Türkmen temsilcilerin Türkmenler'in tamamını temsil ettikleri kuşkulu... En azından Türkmenler arasındaki tartışmadan biliyoruz ki, Amerikan iradesi tüm Türkmenler'i tatmin etmiş değil. Bizzat kendileri "işgalin meşruiyyet kazanması için bulunmuş sembol isimler" durumunda... Durum bu kadar açıkken birdenbire bağımsızlık aşkları nasıl hareketlenmiş oluyor? Üstelik, onları orada tutan "işgalci" Amerika Türk askerini Irak'a götürmek için Türkiye üzerinde yoğun baskı uygularken... Nasıl iş bu iş? Soru şu: -Acaba Irak'ta statülerini işgal gücünün iradesine borçlu bulunan simalar, Türk askerine karşı çıkarken Amerikan iradesinden bağımsız mı hareket etmektedirler? Sorunun altındaki şüphe çok gizli değil. İşte o şüpheyi ortaya koyacak bir değerlendirme ve bir soru daha: -Bu kişilerin Amerikan iradesinden bağımsız hareket etme güçleri bulunmadığına göre, daha doğrusu, bağımsızlık söylemi geliştirebilmeleri için önce kendi konumlarını, ardından Amerikan işgalini sorgulamaları gerektiğine ve şu ana kadar böyle bir söylemleri bulunmadığına göre, acaba başka bir oyun mu oynanmaktadır? Mesela şöyle bir oyun: Amerika, bir yandan onları Türk askerine karşı bağımsızlık nutku atmaya sevkedip, Türkiye'yi "istenmeyen ülke" konumuna düşürürken, diğer yandan Türkiye'ye dönüp "Asker gönder" diyerek, Türkiye'ye "Görüyorsun ki seni kimse istemiyor. Oysa Irak'la ilgilenmek zorundasın. Irak'taki her türlü oluşum seni ilgilendiriyor. Ben istemesem hiçbir biçimde Irak'taki oluşumu etkileyemezsin. Bana mecbursun, mahkumsun. Irak'ta olan bitene alaka duyuyorsan şartları sen değil ben koyarım" mesajını mı vermek istiyor? Türkiye'de işin başından beri Irak politikasını Amerikan reel-politiğine göre dizayn etmeye teşvik edenler "Amerika istemese Irak'ta yerimiz yok" diyerek, son görüntüyü Amerika lehine not etmiş bulunuyorlar bile. Bunun tercümesi şu: "Irak'la ilgilenmek zorunda isek, -ki orada olan biten ve nihai planda Ortadoğu'nun geleceğini dizayn etmeyi amaçlayan her şey bir biçimde Türkiye'yi ilgilendiriyor- Amerika'nın izini kollamaya mecburuz." Sonunda denklem şuraya geliyor: -Amerika Irak'ta batakta. Batak büyürse bölge batağa düşer. Bu da uzun vadede hem bölgenin hem Türkiye'nin zarar görmesi demek. Öyleyse Amerika'nın Irak'ta bataktan kurtarılması lazım. Bunun için ona el uzatmak lazım. Amerika'nın bataktan kurtarılması demek işgalci ile işbirliği yapmak ve işgalin başarıya ulaşmasını sağlamak demek. Bu da uzun vadede bölgeye yönelik Amerikan politikalarının devam imkanı bulması anlamına geliyor. Oysa bölgeye yönelik Amerikan politikaları nereye kadar uzanıyor ve bu politikalarda ne kadar beylirleyici olunabilir hiç bilinmiyor. Ankara'nın derdi, göründüğü kadarıyla, Amerika gerçeğini görmek ama Amerika'nın mutlak dümen suyuna girmeden Irak'ta normal düzene geçiş sürecinde etkili olabilmek... Bu kolay kotarılacak bir mesele değil. O kadar çok hesap, o kadar çok aktör devreye giriyor ve Türk dış politikasını o kadar çok unsur etkiliyor ki... Onun için Ankara kıvranıyor. Hükümeti, MGK'sı, Cumhurbaşkanlığı ve Meclis'i ile... Bir tek, burnundan kıl aldırmayan TÜSİAD'ın birkaç ay içinde yüzseksen derecelik tornistan yapmasının altındaki sebepleri değerlendirmek bile işin ne kadar girift olduğunu anlamaya yeter. TÜSİAD bu kadar dalgalı ise, Türkmen temsilcinin kıvrım kıvrım kıvırması, Talabani-Barzani'nin oyunlar içine girmesi, Çelebi'nin Bağdat'ta başka Ankara'da bambaşka olması normaldir... Amerika'nın şahinleri bir büyük işe giriştiler. Ama altından kalkmakta zorlanıyorlar. Deniyor ki "şimdi bu büyük güç Irak'tan 'başaramamış' olarak dönmeyi içine sindiremez. O zaman karizma çizilmiş olur. Onun için ne yapıp edip başladığı işi bitirecek." Ardından "Türkiye yardım etsin, çabuk bitsin" talepleri geliyor. Oysa zor iş. Türkiye ile de zor iş. Bir kere iş Irak'la sınırlı değil. İş bir noktada Amerika'nın karizmasını kurtarmaya dönüşmüş bulunuyor. Bunu Türkiye başarabilir mi? Filistin işini Türkiye çözebilir mi? Şaron cinayetlerini durdulabilir mi? Amerika'nın İran'a yönelik öfkesini tanzim edebilir mi? Türkiye İran'la komşuluğunu Amerika hatırına feda edebilir mi? Görülüyor ki iş sadece Kuzey Irak hassasiyeti ile bitmiyor. Keşke Ortadoğu'da Türkiye'nin kıvranışlarını, sancılarını, Ortadoğu ve İslam coğrafyası hassasiyetini anlayan ve sözüne güvenilir birkaç İslam ülkesi daha olsaydı... Amerika Ortadoğu'da oynayacak sayısız kart (isterseniz piyon deyin) buluyor ve oynuyor. Türkiye de kıvranıyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |