AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Yine kırk hafız bulundurulsun...

Neyse sonunda anlaşıldı ki, Topkapı Sarayı Kutsal Emanetler Dairesi'nde Yavuz Sultan Selim'in "Emânât-ı Mübâreke"yi Mısır'dan İstanbul'a getirdiğinden bugüne bir an olsun susmayan hafızlar hatim indirmeye yine devam edecekler.

Oysa bir gazete, "Yazıklar olsun!" başlıklı haberinde, yüzyıllardır süren bu geleneğin sonunun gelmekte olduğunu haber vermişti. Haber gerçekten de okuyana "Yok artık, tasarrufun böylesi de fazla olmuyor mu?!" dedirtiyordu. Alınan bilgilere göre, bundan böyle sadece sabah 08.00'den akşam 17.30'a kadar Kur'an okunacaktı. Bugüne kadar geceleri hatim indiren hafızlar ise "gişeler"e kaydırılacaktı.

Haberi veren gazeteye göre Topkapı Sarayı'ndaki bu gelenek aslında 1920 yılında yasaklanmış, gece gündüz Kur'an okunmasına yıllar sonra ancak (Allah tuttuklarını altın etsin) Refahyol Hükümeti zamanında başlanabilmişti. Gazete ilk bakışta çok dikkat çeken bu haberini, asıl olarak, Yahya Kemal'in konuya ilişkin eski bir yazısına dayanarak zenginleştirmişti. Ancak burada ufak bir hata yapılmıştı. Gazete Topkapı Sarayı'nda 24 saat Kur'an okunmasının 1920'de "kesintiye uğradığını" söylüyorsa da, Yahya Kemal'in Saray'da süren bu gelenekten söz ettiği yazısı 14 Şubat 1921 tarihini taşıyordu.

Neyse, Hürriyet'ten Murat Bardakçı'nın geçen gün yazdığı gibi, meğer gazetenin iddiasının aslı yokmuş. Kur'an okunmasına yine eskisi gibi 24 saat devam edilecekmiş... Ayrıca, Bardakçı'nın verdiği bilgiye göre, Kutsal Emanetler Dairesi'nde zaten bugüne kadar aralıksız Kur'an okunduğu doğru değilmiş. Çünkü Saray'ın bu bölümünün kapısı da akşam saatlerinde kapatılıp mühürlendiği için, hafızlar sabaha kadar olan saatlerde hatim indirme işini Daire'nin dışına yerleştirilen bir bölümde tamamlarlarmış. Nitekim yazarın verdiği bu bilgiyi, habere eşlik eden "kabin" fotoğrafı sayesinde teyit edebiliyoruz.

Bardakçı, şöyle bir öneri de getiriyor: "Bugün Kutsal Emanetler Dairesi'nde 24 saat boyunca kesintisiz olarak Kur'an okunması isteniyorsa, bunu sağlamanın tek bir yolu var: İçeriye bir ses sistemi yerleştirilmesi ve kapının akşamları mühürlenmesinden hemen önce bir CD çalıcının, yahut bir bilgisayarın devreye konarak geleneğin dijital şekilde devam ettirilmesi."

Olabilir, bu da bir öneri... Ama siz söyleyin, "Kutsal Emanetler Dairesi"ndeki bu geleneğin "dijital" şekilde sürdürülmesini istemek, en başta, bu gelenek hakkında nefis bir yazı kaleme almış olan Yahya Kemal'in kemiklerini sızlatmaz mı?! Yani artık müze yönetimini öğrenmiş bir ülke olarak, bu geleneği de mi dijitalleştireceğiz? Varsın o da eski haliyle kalsın, diyemez miyiz?

Hatırlayanlarınız çoktur; Yahya Kemal'in sonradan "Topkapı Sarayı'nda" adı altında yayımlanan (İlk kez İleri gazetesinde yayımlanan yazının asıl adı, "Hilafete Yakın Bir Gün"dür. Bilmem bu bilgi de ilginizi çeker mi?!) hepsi 4-5 kitap sayfalık yazısı, bize, büyük bir "estet" olan şairin Topkapı'da yüzyıllardır 24 saat sürekli Kur'an okutulduğunu öğrendiği günkü ruh halini aktarır. Her gördüğü, duyduğu, karşılaştığı "güzellik", "görkem", "çoşku" ile (aynen Fransa'nın büyük sosyalisti Jaures'e çok güzel iki dize armağan ettiği gibi... Çünkü Jaures'in heyecanı ve onun etrafında oluşan coşku da şairi etkilemiştir.) başı nasıl dönüyorsa, o gün Topkapı Sarayı'nı ziyaretinde haberdar olduğu 400 yıllık gelenek de şairi göklere uçurmuştur... Elimizdeki üç-beş sayfalık yazıyı öyle de güzel tasarlamıştır ki... Saray'daki padişah odalarını tasvirle başlayan yazı, bizi aniden Revan Köşkü'nde kulağına gelen Kur'an sesiyle başbaşa bırakmıştır. Sonrasını artık sormayın! Rehberine yönelttiği "Hırka-i Saadet'te ne zamanlar bu hatim indirilir?" şeklindeki naif sorusu ve rehberinin "Her gün" Her saat! Dörtyüz seneden beri geceli gündüzlü bilâfâsıla..." şeklindeki şairi artık yakalamanızı imkansız kılan cevabı... "Her gün! Her saat! Dörtyüz senedin beri..."

Yahya Kemal, daha sonra bu gelenek hakkında edindiği bilgileri aktarır. Yavuz Selim, Mısır dönüşü, Kutsal Emanetler'i İstanbul'a "hatimler indirerek" getirmiştir... İstanbul'a ulaştığında, mimarbaşı ve ustaların bu emanetlere yakışır bir yer yapmaları bitmeden uyumamıştır... O gece geceli gündüzlü Kur'an okunması için tez elden kırk hafız tayin etmiştir.... Ama unutmayın, hafızların "kırkıncısı" bizzat kendisidir...

Düşünün; böyle bir gelenek ve arkasında böyle bir hikaye ile karşılaşan şairi tutmak artık mümkün müdür?!

Ne güzel bir yazıdır bu, ne zaman karşılaşsam bir kez daha okumadan edemem... Güzel bir yazıdır, çünkü şair önce şaşırmakta, sonra büyülenmekte yerden göğe kadar haklıdır. Şairin "muhafazakarlığı" da zaten böyle bir şey değil miydi? Yani onun en başta bir "estet" olmasının tabii sonucu olan bir muhafazakarlık değil miydi?

Sonuç olarak; ben de bugün isterim ki Saray'da tamı tamına yine kırk hafız olsun. IMF böyle istiyor filan gibi bahanelerle bu sayı 10'a 15'e indirilmesin! Daire'nin kapısına yerleştirilen o teneke "kabin" de doğrusu çok çirkin... Tamam, hafızların belli bir saatten sonra içeride kalmaları sakıncalı olabilir; ancak tek çözüm bu teneke kabin olmadığına göre, yaşasaydı Yahya Kemal'in de beğeneceği bir çözüm bulunsun... Bana kalsa, içeriye "ses sistemi" filan da sokmam, "dijital" de dışarı da kalsın... Öyle bir düzen kurulsun ki, eskisini aratmasın...

Ve sonra biz de, kim olursak olalım, arada bir Saray'a gidip ülkede ayakta kalan belki de bu tek geleneğe şahit olalım... Ne olursak kim olursak olalım, Saray'a girince "muhafazakar" olalım!


22 Eylül 2003
Pazartesi
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED