|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Ekonomi bir dengeler manzumesidir. Birden fazla makro dengenin birlikte harmanlandığı ve değerlendiği disiplindir. Belki, içinizden, bunda ne var, bunu herkes bilir zaten diyebilirsiniz. Teorik olarak bilinmesine rağmen uygulama aşamasında en azından bazı ülkeler için radikal değişime uğradığı tartışmasızdır. İsterseniz önce makro dengelerin neler olduğuna bakalım ve daha sonra söz konusu dengelerin harmonize edilmemesinin ortaya çıkaracağı yan etkilerini ortaya koymaya çalışalım. Öncelikle belirtelim ki büyüme ekonomi biliminin hedefidir. Bir başka ifade ile büyüme bir amaçtır. İrdeleyeceğimiz makro dengeler ise büyüme hedefi için birer araçtır. Denge konusu olacak makro büyüklüklerin başında enflasyon gelmektedir. Faiz hadleri, döviz kuru, parasal büyüklükler, cari denge, bütçe dengesi ve sermaye hareketleri belirleyici olanlardır. Enflasyon ve büyüme
Düşük enflasyon ortamının, büyümeyi tahrik ettiğine inanılır. Zira, risk priminin düşük olması maliyetleri azaltır. Esasında, tahmin edilebilen enflasyon oranı da ihmal edilebilecek hata payı ile aynı sonucu sağlar. İkinci iddia konusunda farklı görüşler ve tartışma mevcuttur. Birinci görüşe göre, tek haneli rakamın üzerindeki enflasyon oranları büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir. Bu görüşü savunanların başında Merkez Bankası gelmektedir. Örnek olarak da Türkiye'deki enflasyon oranı ile büyüme arasındaki ilişki gösterilmektedir. Enflasyon ile büyüme arasındaki ilişki ilerde ayrı bir yazı konusu olacaktır. Buna rağmen bu konuya kısaca değinmekte fayda var. Merkez Bankası tarafından yayınlanan bir grafikte, 1990 yılına kadar enflasyon ile büyüme arasındaki doğrusal ilişki bu tarihten sonra tersine dönmüş gibi görülmektedir. Yani enflasyon oranı büyüdükçe büyüme hızı yavaşlamaktadır. Bu tespit gerçeği yansıtmamaktadır. Adeta rakamlara yalan söyletilmektedir. Zira, 1990 öncesi enflasyon eğrisi ile 1990 öncesi enflasyon eğrisi arasıdaki en önemli fark enflasyon oranlarındaki istikrarsızlıktır. 1990 yılından sonraki enflasyon oranları, 1990 öncesi enflasyon oranlarına nazaran daha istikrarsızdır. Bu durum enflasyonda istikrarın, yani tahmin edilebilirliğin düşük enflasyon kadar önemli olduğunu göstermektedir. Hiç kuşkusuz, 1990 sonrasında büyüme oranlarının düşük olmasının tek nedeni istikrarsız enflasyon oranları değildir. Bu yıldan sonra, borçlanma politikasının sonucu olarak yüksek reel faizlerin ortaya çıkması, yatırıma gidecek kaynakların Hazine'nin finansmanı için Devlet tarafından çekilmesi ve tüketim harcamalarının kaynağı olan bütçedeki harcama kalemlerinin, bütçe büyüklüğü içindeki payının azalması 1990 sonrasından büyümeyi olumsuz yönde etkileyen temel faktörlerdir. Bu gerçekler inkar edilemez veri olarak ortada dururken, 1990 sonrasında enflasyon oranının büyüme hızını aşağıya çektiğini iddia etmenin bilimsel hiçbir alt yapısı bulunmamakta, kamuoyunu etkilemeye ve belirli politikaların uygulanmasına zemin hazırlamak amacıyla gündeme getirilmektedir. Hatta bir adım daha ileri giderek, özellikle Türkiye gibi marjinal tüketim eğiliminin yüksek olduğu ülkelerde, parasal tabanın genişletilmesinden kaynaklanan enflasyonun büyümeyi kamçıladığı söylenebilir. Yüksek faiz ve büyüme
Reel faizler ile büyüme arasındaki ilişkinin ters ilişki olduğunu biliyoruz. Reel faizler yükseldikçe, diğer değişkenler sabit olmak şartıyla, büyüme hızı azalır. Bunun iki temel nedeni bulunmaktadır. Reel faizlerin yükselmesi hem toplam arz ve hem de talep de azalmaya yol açar. Reel faizlerin yükselmesi toplumdaki tüketim-tasarruf dengesini, tasarruflar lehine değiştirir. Reel faizlerin yükselmesiyle birlikte, bazı kişiler tüketimlerini ertelerler. Tüketim harcamalarındaki azalma, toplam talebin azalması yoluyla büyümeyi olumsuz yönde etkiler. Reel faizler yükseldikçe yatırıma gidecek olan kaynakların bir bölümü, Hazineye borç olarak verilmeye başlanır. Hem riskinin olmayışı ve hem de yüksek getirisi nedeniyle yüksek reel faiz müteşebbislerin yatırım kararlarını değiştirir. 90'lı yıllarda reel faiz ülkemizde % 30'un üzerinde seyretmiştir. Sanayi sektörü dahil ortalama olarak kar oranı ise % 30 rakamının bir hayli altındadır. Böyle bir seçenekle karşı karşıya bırakılan müteşebbisin yüksek reel faizi tercih etmesi son derece doğaldır. Büyük sanayi kuruluşlarının bilançolarında faaliyet dışı karların çok büyük oranlara ulaşmasının nedeni kuşkusuz Türkiye'deki yüksek reel faizlerdir. Önümüzdeki hafta, döviz kuru ile büyüme arasındaki ilişki dahil bu konuya devam edeceğiz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |