|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son günlerde yeniden gündeme gelen modernlik- müslümanlık, din- modernizm, İslam'ın modernleşmesi gibi tartışmalarda yeni ilahiyatçı tipinin tavrı ilginç. Bu konuda ortaya çıkan "ilahiyatçı"ların (bunu neden özellikle vurguladığımı belirteceğim) din adına konuşurken dinden mümkün olduğuca az bahsetmenin imkanlarını arayan bir yaklaşım hemen göze çarpıyor. Dinin ilerlemeye modernleşmeye mani olmadığı türünden alışılmış mahcup, edilgen tavırlardan bahsetmiyorum. İlahiyatçıların din konusunda vitrine çıkarılırken hem dinden hem de ilahiyatçı görüntülerinden alabildiğine sıyrılma çabalarından söz ediyorum. Şerif Mardin, Cumhuriyet döneminde batılaşma yolunda yapılan projelerin hayata geçirilmesini mümkün kılan en önemli adımın 'ulema'nın toplumdaki belirleyici konumunun, otoritesinin ortadan kaldırılması olduğunu söylüyor. Ulemanın toplumsal hiyerarşideki yerinin elinden alınması ve saygınlığını yitirmesi için her türlü düzenlemenin yapılmasıyla, "medeniyet projesi"nin önündeki en büyük engel kaldırılmış oldu. Gerçekten de ulemanın otorite ve saygınlığının olmadığı bir Müslüman toplumda sekülerleşme projesinin gerçekleştirilmesi için atılan adımların sonuçları açısından ilginç bir örnek teşkil ediyor/uz. Toplumsal etkisinin kalmadığı veya asgariye indirildiği bir müslüman toplumda İslam düşüncesinin, bilginin, yeniden üretilmesi bağlamında ortaya şizofrenik model çıkıyor. Bu yönüyle ulema-toplum-bilgi üretimi anlamında radikal bir toplum mühendisliği uygulaması olarak İslam dünyasında gerçekleştirilen belki de tek örnektir.
İslam medeniyetinin armağanı: alim
Ulema sadece siyasal ve toplumsal konumunu yitirmekle kalmadı, alim tipinin yetişmesini mümkün kılan her türlü kurumsal yapılar ortadan kaldırılarak, ulemanın bir model olarak yaşatılabilmesinin imkanı kalmamış gibidir. Oysa alim prototipi İslam medeniyetinin kazandırdığı yeni bir insan ve ilim adamı tipidir. Bu yönüyle batıdaki ne ruhban sınıfına ne de aydın/entelektüel kesime karşılık gelmektedir. İslam medeniyetinin geliştirdiği alim tipi hayatın içinden bir medeniyetin inkişaf etmesine öncülük eden, taşıyan ve bunu evrensel ölçekte üretebilen bir tiptir. Eğer Batı dünyası İslam medeniyetinden aldıklarıyla karanlık çağı aşabilmişse bu alim tipinin geliştirdiği bilgi birikimine çok şey borçludur ve bu özellikleriyle Müslüman toplumundaki ulema aynı zamanda evrensel bir tiptir. Son dönemde bizdeki ulemanın epistemolojik ve sosyolojik anlamda bu özelliklere sahip olup olmadığı sorusu bu yazının konusu değil. Fakat şu kesin, cumhuriyet eliti medeniyet değiştirmeye karar vermişti, ve bu medeniyetin en önemli dayanaklarından biriyle hesaplaşmaya girişmişti. Cumhuriyetten sonra ulemayı besleyen kaynakların kurutulması ve toplumsal konumunun elinden alınmasının doğurduğu boşluğu neyin doldurduğu sorusu önemli bir konu. Ancak alim tipine alternatif olarak ortaya çıkan ilahiyatçı tipinin hiç de bilinen anlamda bilgi üretimi, ahlak ve toplumsal sorumluluk anlamında çok farklı olduğu kesin. Sonuçta, akademiye hapsedilmiş bir din ve onun taşıyıcısı, yeni ilahiyatçı tipinin yetişmesi hedeflenmiştir. Son iki yüzyılın olduğu gibi bu ilahiyatçı tipinin de temel sorunsalı modernliktir.
Sosyal bilimcilik kompleksi
Bu yazıda niyetim hiç de alim- ilahiyatçı tipi arasında bir karşılaştırma yapmak değil. Ancak burada söz konusu etmek istediğim olanca modern, akademik ve hatta seküler görüntülerine karşın ekranlara taşınan kimi ilahiyatçıların bu kimliklerinden ne kadar uzaklaşmak istedikleridir. İşin ideoloji boyutunu hiç tartışmadan şu husus son derece rahatsız edici; bağlamı ne olursa olsun din adına bir şeyler konuşması için vitrine çıkarılan kimi ilahiyatçılar adeta ilahiyatçı olarak ekrana gelmekten açıkça rahatsız olduklarını hissedebiliyoruz. Toplum karşısına ilahiyatçı olmalarından dolayı görüşlerine başvurulan, kimi zaman bu fetva anlamına da gelmektedir, bu zevatın daha çok sonradan edinilmiş bir sosyolog olmak ister gibi bir tavırları dikkatlerden kaçmıyor. Sosyolog dedimse ilahiyat dışı, modern, laik sosyal bilgilerden çok hazzettikleri, dinin kaynaklarına atıf yapmaktan çok bir Weber şakirdi gibi konuşma özentisinin ardındaki psikolojiyi anlamlandırmak mümkün değil. Burada benim kafama takılan medyatik bazı ilahiyatçıların kendilerine yüklenen kimliklerinden hoşlanmamaları değil. Doğrudan dine ilişkin meselede sanki sosyolojik bir konuda tartışma yapan sosyolog edasına bürünmeleri tuhaf daha doğrusu en hafifinden ciddiyetsizlik. Din topluma ve insana yani hayata ilişkindir ve bu yönüyle sosyolojik (disiplin anlamında değil ama toplumsallık anlamında) bir tarafı vardır. Ancak din'i sosyal bilim düzeyine indirgeyen aşağılayıcı bir yaklaşım, dinin özüne ilişkin temel duruşu örseleyen bir ciddiyetsizliğin işaretidir. Söz konusu olan, bir din üzerine ilmi çalışma yapan birinin farklı disiplinlerden beslenme ihtiyacı değil. Tuhaf ve ürküntü veren bu insanların yıllarını verdikleri en azından akademik anlamda önemsemeleri gereken bir alanı ciddiye almamalarıdır. Üstelik hiç de bilmedikleri hemen anlaşılan konuya taşıyarak, meseleyi illa ki o alanla ilişkilendirme, birkaç sosyolojik, teknik kavram kullanma alışkanlığının yıllarına verdikleri kariyerlerine en azından saygısızlık olduğunun farkındalar mı acaba? Dini, modernliğin yedeğinde açıklanmaya çalışan, her haliyle yapay duran sosyal bilimcilik gayretini ciddiye alınır bir yanı yok. Asıl tartışılması gereken bu medyatik vaizleri bu şekilde davranmaya özendiren sosyal ve psikolojiyi doğuran toplumsal durumumuz; yani medeniyet değiştirme hayallerinin doğurduğu tarihi boşluktur. Toplumsal bir karşılığı kalmayan ulema ile ilişkilendirilemeyecek olan bu yeni ilahiyatçı sınıftan şöhrete erdirilmiş isimlerin bu davranış bozukluklarını arkasında Türk modernleşmesinin şizofren yanı aranmalıdır.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |