|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sayıştay Başkanı'nı kızdırıp önce "kamusal alan tanımam" dedirttiler, ardından özür dilettiler. Oysa, kamusal alan bilmecesinin çözümü (ve tarifi), biraz da o isyanda gizliydi. Sahi, nedir kamusal alan? Özel olmayan alanlar mıdır? (Ki, dünyanın her yerinde, özel mülk kapsamına girmeyen alanlar; yani caddeler, sokaklar, parklar, ormanlar, okullar, hastaneler, mahkemeler ve sair devlet daireleri kamusal alan sayılıyor.) Yoksa, kendilerine "laik" diyenlerin kurtarılmış bölgesi mi Eskiler hatırlayacaktır; 12 Eylül'den önce, bazı semt ve mahalleler, o bölgedeki hakim ideoloji tarafından "kurtarılmış bölge" ilan edilmişti; solcular sağcıların, sağcılar da solcuların "kurtarılmış bölge"sine giremezdi. Sarkık bıyıklıysan Ümraniye'den geçemezdin. Uzun saçlıysan Fatih'e giremezdin. "Kamusal alan" adı verilen bölgelerde de (üstelik, halktan kurtarılmış bölgeler bunlar) başörtüsü olmuyormuş. Sakal hiç olamazmış... Peki kamusal alan ("kamu alanı" demek istiyorlar aslında) neresi? Bu alanı kim, neye göre tayin ediyor? Kamusal alanı tayin eden bir "ilkeler" manzumesi mi var? Varsa, bu ilkeler meşruiyetini nereden alıyor? Bir dinden mi, bir öğretiden mi, bir felsefeden mi, bir "izm"den mi, bir paradigmadan mı? Nerden? Meşruiyetini "hukuk"tan ve çoğulcu kültürden almayan, üstelik kamuya yasaklanan bir varlığın kamusallığından sözetmek ne kadar doğrudur? "Kamusal alan" dediğiniz bozulamaz, dokunulamaz, değiştirilemez, yeniden düzenlenemez, üzerinde çalışma yapılamaz bir şey midir? Kutsal bir alan mıdır? Bu alan nasslarla mı belirlenmektedir? Peki, demokrasilerde "nass"lar ve "dogma"lar olabilir mi? Nasslar ve dogmaların belirlediği bir "demokrasi", demokrasi olabilir mi? En önemli soru şu: Kamu kimdir? Bu soruyu, başta resepsiyon yasakçısı Cumhurbaşkanımız Sayın Ahmet Necdet Sezer ve "değiştirilemez hükümler" irad ederek kendilerini yasama organı yerine koyan Anayasa Mahkemesi'nin değerli üyeleri olmak üzere, din ve vicdan özgürlüğüne ilişkin talepleri "inatlaşma" olarak yorumlayan "bağımsız" aydınlarımız cevaplasın. Bir soru daha: "Fitre" ve "zekat", herkesin bildiği gibi dinî kavramlardır; ancak din dairesi içinde mütalaa olunacak yardım ve iane kurumlarıdır... Başörtüsünü gerekçe göstererek "dinî görünürlüğe" kamusal alanda hayat hakkı tanımayanlar, niçin okullarda (hatta cadde ve sokaklarda) dağıttıkları zarflarla fitre ve zekat toplamaktadırlar? Fitre ve zekat, kamusal bir zorunluluk mudur? Dinen verilmesi farz olan zekatla, vacip olan fitrenin toplanmasını "resmî kayıt" altına alan devletlu, bu davranışını "laik demokratik hukuk devleti" ilkesiyle nasıl bağdaştırmaktadır? Tekrar gibi olacak ama, üzerine basa basa yinelemekte yarar var: Başörtüsü dinî bir ödevdir. Bu konuda (Diyanet İşleri Başkanlığı'nın görüşü dahil) yüzlerce, binlerce "fetva" bulunmaktadır. Zekat ve fitre de dinî bir ödevdir. Bu konuda da yüzlerce, binlerce fetva bulunmaktadır. Kamusal alanda başörtüsü olmuyorsa, fitre ve zekat da olmamalıdır. İsteyen zekatını ve fitresini bir hayır kuruluşuna, bir vakfa, bir derneğe, bir şahsa, ya da THY ve Çocuk Esirgeme Kurumu gibi "kamu yararına" faaliyet yaptığı öne sürülen kurumlara bağışlayabilmelidir. Dolayısıyla, kamuyu oluşturan insanlar da ister "başörtülü", ister "başörtüsüz" kamusal alanda varolabilmelidir...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |