|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Türkiye'nin Aralık 2004'te Avrupa Birliği'ne tam üyelik yolunda müzakere tarihi alacağına ilişkin "güç kanaat" yavaş yavaş etkisini kaybediyor. Özellikle Amerika ve İngiltere'nin Ortadoğu müdahalesinden sonra Türkiye'ye güçlü sinyaller veren Avrupa'dan karamsar haberler gelmeye başladı. Avrupa Birliği Komisyonu yarın yayınlayacağı Türkiye ile ilgili 2003 yılı ilerleme raporunun olumsuz olduğuna dair haberler bu karamsarlığı besliyor. Fransız Le Figaro gazetesi, AB Komisyonu'nun Türkiye ile ilgili raporunun olumsuz olduğunu yazdı. Gazetede, "Brüksel Ankara'yı sert bir biçimde yargıladı" başlığıyla verilen haberde, "Türkiye'nin tam üyelik yolunda 2003 yılında kaydettiği ilerlemeye ilişkin AB Komisyonu'nun yargısının hoşgörüsüz olduğu" belirtildi. Le Figaro, 2004 yılında çözülmemesi halinde, Kıbrıs konusunun AB'nin Ankara ile tam üyelik müzakerelerini başlatmasına engel olacağı yolundaki Komisyon görüşüne dikkat çekti. Bu karamsarlık devam edip, Türkiye'ye müzakere tarihi verilmesini de engellerse hem AB'ye tam üyelik yolunda belirsiz bir tarihe doğru yelken açacağız hem de Türkiye'de ciddi siyasi krizlerle karşılaşacağız. MGK, Kıbrıs, savunma harcamaları, anadilde eğitim ve yayın, reformların uygulanması, işkence, azınlıklar, özgürlükler gibi daha bir çok konuda eleştirilerini sürdüren AB ile Türkiye arasındaki temel kriz aslında bunlar değil. İki tarafın da itiraf etmekten kaçındıkları en önemli anlaşmazlık konusu "dış politika" ve "güvenlik"le ilgili. 21. yüzyılın güçler dengesi üzerinde AB ile Türkiye'nin tezleri örtüşmüyor. Gücü Avrupa'dan alıp Amerika ile iş tutmak
11 Eylül sonrası "Anglo-Amerikan cephe"nin Ortadoğu'ya yönelik yayılmacısı seferberliği ile paniğe kapılan Kıta Avrupası, Türkiye'ye hiç alışık olmadığı sıcak mesajlar verdi. Öyle ki Türkiye, Avrupa'nın İslam dünyasıyla 21. yüzyıla yönelik diyalog ve işbirliği arayışlarında kilit ülke haline geldi. Buradan hareketle, özellikle Almanya ve Fransa, Türkiye'nin üyeliğine yönelik sert tutumlarını terkedip, Ankara'ya güçlü mesajlar vermeye başladı. AK Parti iktidarının Brüksel'de ve Avrupa başkentlerinde yürüttüğü yoğun temaslar, Kıbrıs ve siyasi reformlar konusunda ortaya koyduğu uzlaşmacı çizgi Avrupa'nın Türkiye'ye yönelik yeni bakış açısını besledi. Ancak Avrupa'nın istekleri bunlar değil. Avrupa, Atlantik içinde yaşanan ayrışmaya paralel biçimde bir Avrupa Birleşik Devletleri vizyonunu hayata geçirmeye, Türkiye'den de bu projede Avrupalı güç olarak yer alacağına dair güvence almaya, böylece Kafkaslar ve Orta Asya'dan Ortadoğu'ya kadar Anglo-Amerikan yayılmacılığına karşı mevzi kazanmaya çalışıyor. 11 Eylül sonrası uluslararası diplomasinin merkezinde Amerikan cephesi ile Merkez Avrupa, Rusya ve Çin'in İslam dünyası üzerindeki güç mücadelesi var. Türkiye'nin AB'ye tam üye olup olmayacağını belirleyecek temel faktör de bu. 11 Eylül sonrası yeni bir dünyada yaşıyoruz ve bu dünyanın öncelikli konusu güç ve güvenlik. Bu anlamda güvenlik ve hakimiyet, ekonomik ve kültürel faktörlerin önüne geçmiş durumda. Aralık 2004'te Türkiye'ye müzakere tarihi verilmemesinin tek sebebi Ankara'nın yürüttüğü dış politika, daha doğrusu Irak politikası olacaktır. Bu güne kadar Türkiye'nin üyeliğine karşı duran ülkelerin açıklamaya yanaşmadıkları en önemli gerekçeleri şu oldu: Avrupa Birliği içinde Amerika'nın "truva atı" olacak ikinci bir İngiltere'ye tahammül edemeyiz. Alman-Fransız ekseni ve çevresinin ABD-İngiliz cephesinin Avrupa Birliği projesine yönelik şüpheci ve tehditkar tutumları ile Türkiye'nin üyelik girişimi aynı kaynaktan beslenip aynı hedefe yönelmişti. Özellikle Kopenhag Zirvesi sırasında Washington'dan Brüksel'e baskı yapmaya kalkılan AK Parti yönetimine AB'nin rahatsızlığı açıkça yansıtıldı. Türkiye'nin ABD ve İngiltere'nin ileri gücü gibi birliğe girmesinin mümkün olmadığı hissettirildi. Ancak Ankara, Irak işgaliyle başlayan süreçte yakaladığı yeni fırsatı da Amerika ve İngiltere adına heba etti. AK Parti hükümeti için şöyle bir kanaat var: "AB'nin gücünü kullanarak Türkiye'de manevra alanını genişletiyor, iktidarını sağlamlaştırıyor, reformları daha rahat yapabiliyor. Ancak dış politikada AB ile iş tutmuyor, doğrudan Amerika ile hareket ediyor. Bu da çoğu zaman Avrupa Birliği'nin 21. yüzyıla ilişkin hedeflerine zarar veriyor." Irak politikasının bedeli Aralık 2004'te ödenecek
Türkiye'nin Irak konusunda bütün hesaplarını Amerika ve İngiltere'ye bağlı olarak yapması Brüksel'de şiddetli rahatsızlığa neden oluyor. ABD'nin Doğu Avrupa ile Balkanları "Yeni Avrupa" olarak birleştirip AB'nin çekirdek ülkelerini Avrupa kıtasına hapsetme projesine karşı Türkiye ile bir çıkış yakalamaya çalışan AB, kendini aldatılmış hissediyor. Türkiye'ye üyelik yolunda verilen bütün krediler, bölgesinde Avrupa ile bir gelecek kurmayı amaçlamasına bağlıydı. Ankara Irak krizinde bırakın AB dış politikasını dikkate almayı AB ile diyaloglarını bile neredeyse kesip bütün gücüyle Amerika'nın yanında yer aldı. Ankara'nın bu tercihin bedelini Aralık 2004'te görme ihtimali çok yüksek. Brüksel/Paris/Berlin hattında Türkiye'ye yönelik şüphe ve öfke daha baskın durumda. Böyle devam eder, Ankara'nın ABD-İngiltere'ye bağımlı dış politika çizgisinde bir değişiklik yaşanmazsa, Türkiye'ye müzakere tarihi verilmeyecek demektir. O zaman Türkiye'de ne siyasi kriz peşinde koşanlar oldukça elverilşi bir fırsat yakalamış olacaklar.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |