|
|
|
|
|
|
|
|
|
MEHMET ALKIŞ / ARAŞTIRMACI
Şehirler, bir arada yaşayan insanların ihtiyaçlarına göre şekillenirler. Hangi dünya görüşüne sahip olursa olsun, insanların yemek-içmek, giyinmek gibi değişmez ihtiyaçları olduğu gibi, değişkenlik gösterenleri de bulunmaktadır. Bazen, bir toplumda ihtiyaç olarak algılanan kimi ürünlerin, bir başka yerde varlığından bile haberi olan kimseye rastlamak mümkün olmayabilmektedir. Değişmez ihtiyaçların kaynağı, çeşitleri ve kullanış şekli gibi bazı hususlarda farklılıklarla karşılaşmak da son derece doğaldır. Et, hemen her toplumun tükettiği besleyici bir ürün olmakla birlikte; insan eti, vahşi hayvanların eti, kedi-köpek ve domuz eti, her toplumun tükettiği ürünler arasında değildir. Su ve türevleri de insanların kullanmak zorunda oldukları bir madde olmasına karşın Müslümanlar, alkollü içecekleri üretmez ve kullanmazlar. Keza, dinî görevlerin yerine getirileceği mabetler, inançlı bir toplumda vazgeçilmez bir ihtiyaç iken, dine inanmayan bir toplumun yaşadığı şehirde hiçbir anlam ifade etmez. Şehirleri kuran ve ona sahip olanların mensup oldukları inancın oluşturduğu kültür ve medeniyet, o şehirde silinmez izler ve eserler bırakır. Müslümanların yaşadığı bir şehir toplumunda, İslam'ın yapılmasını emrettiği kimi görevlerin yerine getirilmesi, çeşitli kurumların ortaya çıkmasını gerekli kılmıştır. Toplumsal yönü ağır basan bu görevlerin yerine getirilmesi amacıyla oluşan kurumlar veya şehirdeki kimi düzenlemeler, o şehre farklı bir kimlik kazandırır.Örnek: Başka anlamları yanında, İslam'ın beş şartından biri olan namazın bir arada kılınması için inşa edilen cami ve mescitler, İslam şehirlerinin sembolü olagelmişlerdir. Zekat, sadaka, infak kavramları etrafında şekillenen sosyal dayanışmanın, İslam tarihinin her döneminde ortaya çıkardığı aşevleri, imaretler, kervansaraylar, vakıflar, sebiller, şifahaneler şehirlerin sosyal dokusunun ve fiziki kurumlaşmasının şekillenmesinde etkin olmuşlardır. İnsanı gücün kaynağı ve merkezi olarak gören, dünyayı yaşanacak yegane yer olarak görüp, bir yaratıcı tanımayan, ölümden sonraki hayatı kabul etmeyen, her şeyi yaşadığı dünya için yapan, zevk ve mutluluğu yaşadığı hayatın anlamı olarak kabul eden seküler düşüncenin şekillendirdiği dünya görüşü de bu bakış açısının kurduğu şehirlere yansımıştır. Diğer bir ifadeyle; şehirler,bu dünya görüşünü sembolize edecek unsurları ön plana çıkarmıştır. Lüks, israf, şatafat, zevk, gösteriş, büyüklenme, ayrımcılık ve benzeri hususlar, bu şehirlerin kimliğini oluşturan kurumlara damgasını vurmuştur: Dev sütunlar üzerine kurulan yapıları, ilahlara ait olduğu varsayılan heykelleri, insanların birbirine ve vahşi hayvanlara kırdırıldığı arenaları, antik Roma şehirlerinin tipik sembolleri olarak ortaya çıkması, o topluma şekil veren pagan kültürünün yansımalarıdır. Lüks ve şatafatı dini bir kisve altında yaşatan görkemli katedrallar, mütevaziliğini yitirmiş kiliseler, dev saraylar, şatolarla bir kibir abidesi gibi duran şehirler; Roma kültürüyle sentez oluşturmuş olan, Hiristiyan Ortaçağ Avrupa'sının yansıttığı anlayışın fotoğrafından başka bir şey değildir. Refah toplumu hedefine kilitlenmiş, üretim-tüketim sarmalında dünyayı kendi cennetine çevirme telaşındaki günümüz dünyasını güden hakim anlayış da, kendine özgü bir toplumsal mekan(şehir) üretmiştir. Dünyanın büyük bir bölümünü yoksulluğa ve ölüme mahkum eden bu anlayış; insanları durmadan tüketen bir sürüye dönüştürürken, bu güdünün tatmin edileceği aşk yuvaları, başka bir deyişle, tüketim dininin mabetleri hükmünde olan devasa, uçsuz bucaksız alışveriş merkezlerini şehirlerin çekim merkezi haline getirmiştir. Öte yandan, bu sonu gelmez tüketim talebini bir yandan tahrik edecek, bir yandan talebi karşılayacak ürünleri yetiştirecek üretim merkezlerini organize eden lüks gökdelenler, şehrin ve hayatın egemenleri olduklarını göğe doğru yükselerek adeta ilan ediyorlar. Bunların yanında, yanıp sönen reklam ışıkları veya rengarenk reklam panoları, göz alıcı vitrinler, cadde ve sokaklarda hareket veya park halinde sayısız motorlu araçlar, dikkati en fazla çeken görüntülerdir. Bunlar ve şehirlerin mutfağı sayılabilecek sanayi tesisleri, üretim merkezleri ve teknoloji geliştirilen bilgi merkezleri, finans kapitalin belirleyici gücünü simgeleyen yapılanmalar olarak karşımıza çıkmaktadır. Tüketim çılgınlığı veya köleliği yoluyla refah toplumunu planlayan finans kapitalin gözü dönmüş iştahı; yalnızlaşan, kimsesizleşen, kimliksizleşen, heyecanını yitiren, yaşama sevincinden uzaklaşan, ölümden sonraki bir hayata hazırlanma kaygısı da bulunmayan, seküler düşünce girdabındaki insanı tekdüze bir ortamdan; ruhunda fırtınalar estirecek, ona kendini unutturacak bir sektöre yöneltir. Bu yöneliş, kişiyi bağımlılık da oluşturan sapkın eğilimlere, uyuşturucu kullanımına, kumar ve şans oyunlarına veya şiddetin kucağına atar. Böylece, arz-talep dengesi içinde sermaye birikimini ve egemenliğini güçlendiren maddi medeniyetin sahipleri, bu sektörün üretim ve tüketim mekanlarını da şehrin sembolleri arasına katmış olurlar.
Başörtüsü sorunu FRANSIZ MİRASI
TURAN KIŞLAKÇI / GAZETECİ-YAZAR
Fransa 1830-1962 yılları arasında 130 yıl Cezayir'i sömürdü. Bu dönemler arasında Fransızlar çoğunluğunu Cezayirli kadınların ve çocukların oluşturduğu yine kendi resmi rakamlarına göre 1,5 milyon Cezayirli Müslümanı katlettiler. Fransızlar Cezayir'e işgal için girdiklerinde, Fransız askerleri sokaklarda bulanan Müslüman kadınlara sarkıntılık etmiş ve onbinlerce kıza tecavüz etmişlerdi. Cezayirli bazı yetkililer sömürge döneminde bunu Fransız hükümetine iletmişlerdi fakat Fransız hükümeti Müslüman kadının örtüsüne saldıran ve onlara tecavüz eden askerlerine Lâiklik ilkesi adı altında başörtüsü yasaklayarak destek vermişti. Geçen yıl Fransız L'Express dergisi Fransız ordusunun Cezayir'de yaptığı tecavüz olaylarını resimleri ve belgeleri ile kapak konusu yapmıştı. Fransızlar, hemen hemen işgal ettikleri tüm Müslüman ülkelerde Müslüman kadınlara tecavüz etmek için başörtüsüne saldırmışlardır. Fransız düşünür ve yazar Frantz Fanon, "Cezayir'in Bağımsızlık Mücadelesinin Anatomisi", "Yeryüzünün Lanetlileri" ve "Siyah Deri Beyaz Maskeler" adlı kitaplarında Cezayirli kadının işgalci Fransızlara karşı verdiği başörtüsü mücadelesini sosyal ve psikolojik yönlerini de ele alarak geniş bir şekilde olayların tanıklarını da zikrederek anlatıyor. Fanon, Fransız sömürgesi altındaki Cezayirli kadınların tesettürünü ele alırken, Fransızların yüzyıl boyunca, Cezayirli kadınlara yönelik örtülerini bırakarak Fransız gibi giyinmeleri yönünde teşvik ve propaganda yapmaya çalışırken tam tersi bir durumla karşılaştıklarını çarpıcı örnekleri ile ortaya koyuyor. Frantz Fanon, "Cezayir'in Bağımsızlık Mücadelesinin Anatomisi" isimli kitabında "Cezayirli kadının çarşaftan çıkarılması" operasyonlarından da ilginç olaylar anlatır. Uygulanan yöntemlerden birisi, her "çarşaftan çıkma" olayı için ayrı ve görkemli törenler düzenlenmesi, çarşafını çıkarıp "atan" kadının yıldızlaştırılmasıdır. Bir başka özendirme de, eşi çarşaftan çıkan bürokratın terfi ettirilmesidir.
SÜTÇÜ İMAM FRANSIZ ASKERİNİ NİÇİN ÖLDÜRDÜ? Sütçü İmam Maraş'ta Fransızlara karşı savaşı başlatan yiğit bir Müslüman. 31 Ekim 1919 günü yerli Ermeniler Fransız askerleriyle birlikte şehri dolaşıyorlar ve önlerine gelen Türklere hakaretler ederek saldırılarda bulunuyorlardı. Bu yüzden şehrin çesitli mahallerinde olaylar patlak veriyordu. Ama bu olayların en meşhuru Sütçü İmam hâdisesidir. Olay Uzunoluk mahallesinde bir sabah vakti patlak verir. O sırada Uzunoluk Hamamı'ndan çıkıp evlerine gitmekte olan kadınları gören işgalcilerden biri onlara yaklaşarak "Burası artık Türklerin değildir. Fransız memleketinde peçeyle gezilmez" dedi. Bu sözlere önem vermeyen kadınlara güçlerini göstermek için peçesini yırttı. Peçesi yırtılan kadın olayın etkisiyle bayılınca diğer kadınlarda feryada başladılar. Hamamın yakınındaki Kel Hacı'nın kahvesinde bulunan Maraşlılar olay yerine gelerek Ermenileri ve Fransızları uyardılar. Fakat Fransızlar bunlara kulak asmadılar. Bunun üzerine Maraşlı çakmakçı Said ve Gaffar Kabuloğlu, hanımları Fransız işgalcilerin elinden almak isterken dipçik ve kurşunla ağır yaralandılar. Bu sırada yan tarafta küçük bir dükkanda süt satan ve olayları soğukkanlılıkla seyreden Sütçü Hacı İmam, karadağ tabancasını alarak olay yerine geldi. Silahını kadınların peçesini açan ve Çakmakçı Said'i yaralayan Fransız askerinin üzerine doğrultarak ateşledi. Kurşun isabet eden Fransız yere düştü diğerleri ise kaçtılar. Maraş'ta düşmana sıkılan bu ilk kurşun ile Türk milletinin işgalcilere ve Ermenilere yaptıklarının yanlarına kalmayacağı gösterildi. Bu hadise gerek Fransızların, gerekse Ermenilerin yoğun baskılarına yol açtıysa da Maraş halkının ve Anadolu insanının işgale ve sömürüye boyun eğmeyeceğini, dinine, namusuna el uzatanlara gerekli cevabı vereceğini göstermiştir.
FRANSIZLAR HÂLÂ BAŞÖRTÜSÜYLE MÜCADELE EDİYORLAR Fransa yüzyıl boyunca Cezayirli kızları tüm propaganda ve baskı araçlarını kullanmasına rağmen başörtülerinden alıkoyamadı. Bütün başarısızlıklar üzerine Fransa bu konuda son bir çalışma başlattı. Cezayir'den on Müslüman genç kızı alarak Fransa'ya götürdüler. Fransız hükümeti bunları okullara soktu, başörtülerini çıkardılar, Fransız elbisesi giydirdiler, Fransızcayı öğrettiler. Kızlar tamamen Fransızlaştılar. Aradan onbir sene geçtikten sonra bu kızları Fransızlıştırdıklarını göstermek için bir tören tertip ettiler. Törene Avrupalı bazı bakanlar, aydınlar ve gazeteciler davet edildi. Fransa bununla tüm dünyaya Müslüman kadını nasıl özgürleştirdiğini gösterecekti. Tören başladığında bütün davetliler törenin düzenleneceği salonda yerlerini almış, Fransanın başarısına tanıklık etmek için sabırsızlıkla bekliyorlardı. Fransız bir yetkili misafir konuklara Cezayirli Müslüman kadını nasıl özgürleştirdiklerini ballandıra ballandıra anlattı. Daha sonra Fransız okullarında onbir yıl eğitilen kızların nasıl modernleştiklerini göstermek için kızlar salona davet edildiler. Ama o da ne, tüm davetliler hiç beklemedikleri bir manzara ile yüz yüze gelmişti. Fransızlaştıkları söylenen Cezayirli kızlar salona başörtüleri ve Cezayir'in İslami kıyafetiyle girmişlerdi. Herkes şok olmuş birbirlerine bakıyordu. Gazetecilerden biri ayağa kalkarak yüksek sesle: "Fransa, 128 senedir Cezayir'de ne yaptı öyleyse?" dedi. Yaşanan olay karşısında şaşkınlıklarını gizleyemeyen Fransız yetkililer, Paris'in göbeğinde bu soruya ne tür cevap vereceklerini bilemediler. Ancak daha sonra Fransız müstemlekeler bakanı Lachost olup bitenleri herkesin huzurunda şu açık ifadeler ile açıkladı: "Kur'an Fransa'dan daha güçlü ve kuvvetli ise ben ne yapabilirim" Ramazan'ın MÂNÂSI
KÂMİL BÜYÜKER / ARAŞTIRMACI
Yaşadığımız dünyada pek çok şeyin içinin boşaltıldığını ve anlamını yitirdiğini, yeni anlamlar yüklenilmeye çalışıldığını, bu arada ibadî mevzuların da zamanla köklerinden uzaklaştırılmaya başlandığını bizzat müşahede etmekteyiz. Her sene Ramazan ayının gelmesiyle birlikte estirilmek istenen hava Ramazanın ruhuyla ne kadar örtüşmektedir? Bu üzerinde düşünülmesi gereken bir soru ve sorundur. Ramazan ayında kurulan sergiler, çadırlarda yapılan değişik programlar, havai fişek gösterileri, halk konserleri vs. acaba Ramazan'ın ruhunu anlamaya katkıda mı bulunuyor yoksa Ramazan ı bizden her geçen gün çekip alıyor mu? Öncelikle Ramazan ayı sadece oruç ayı olmakla kaim değildir. Oruçla beraber pek çok ziyneti de kuşanmış bir aydır. Bugün bu ayı sadece oruca endeksleyenler, orucun içeriğini de sadece aç kalmak olarak anlamaya mahkumdurlar. Saniyen bu ay bir karnaval, festival ayı mı dır ki, bunca debdebe ve gürültü kopsun? Veyahut paskalya bayramlarına eş zevkte, israfta, eğlencede yarış yapılsın? Bir kere şu düşünceyi kafamızdan çıkarıp atmamız lazım gelir: Ramazan geldi hoş geldi, zevk sefa eğlence, konserler geldi, enva-ı çeşit yemekler geldi, saçalım savuralım vs.. Bu anlayışın sonu bu ayda pek çok şirin görünen şeyin mubah addedilmesine kadar gider. Nitekim öyle de olmuyor mu? İnsanlar taate, ibadete daha fazla yer ayırmaları gerekirken, geçen yılların, kazançların ve kayıpların manen muhasebesini yapmak gerekirken, bizim yaptığımız, bu ayı amacından uzaklaştırmaktan başka bir şey değildir. Şöyle bir düşünelim, Peygamber Efendimiz'in orucu nasıldı, asr-ı saadette orucun manevi havası nasıl yaşanırdı? Bildiğimiz bir gerçek var ki Efendimiz (s.a.v.) bu günleri ve geceleri hakkıyla ve ona yaraşır şekilde ifa ederlerdi, bugün artık unutulan itikaf ibadetini de ihmal etmezlerdi. Evet itikaf, Ramazan 'ın -ki ìevveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennemden kurtuluş ayıdırî- önemli bir yanını teşkil etmekte, itikafa giren bir mü'min bu arınma ayının son günlerinde tabiri caiz ise beratını almak için daha fazla gayret sarfetmektedir. İtikaf, kişinin kendini bilmesi/kendini bulması/Rabbini bulması zamanlarına katkıda bulunan tahsis edilmiş özel zamanlardır. Ramazan içerisinde belki de en büyük imkanlardan birisidir. İnsanın kendini keşfine ve yenilemesine en büyük vesilelerden biridir. Diğer taraftan ìher geceyi kadir, her gördüğünü Hızır bilî şeklinde kültürümüze yerleşen bu kelam-ı kibar'la birlikte, her mü'min Ramazan'ın içinde saklı kadir gecesini aramakla değil, her geceyi kadir yapmakla yükümlüdür. Ve bu ay vesilesiyledir ki her gördüğünü Hızır bilip, herkese şefkatle, merhametle ve cömertlikle yaklaşmalıdır. Ramazan ayını taçlandıran ve onu ulvî kılan en önemli özelliklerden birisi ve en başta geleni Kur'an-ı Kerim'in bu ayda indirilmiş olmasıdır. Ramazan ayı diğer bir ifade ile Kur'an ayıdır. Kur'an'ın nuruyla aydınlanan bir aydır. Kelam-ı İlahi'de Cenab-ı Hakk: ìRamazan ayı, insanlara yol gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak Kur'an'ın indirildiği aydır.î (Bakara-185) buyurarak Ramazan ayını övmüş, Kur'an-ı Kerim'in Ramazan ayına yüklediği önemi apaçık zikretmiştir. Kur'an nuruyla aydınlanan bu ayda Kutsal Kitabımızı çokça okumalı, anlamalı ve ruhumuzu, hayatımızı bu hidayet nuruyla aydınlatmalı, hikmete ve hakikate yelken açmaya, yüreklerimizi ve bedenlerimizi hazırlamalı, bu seferden geri kalmamalıyız. Yoksa, bir festival havası içinde, eğlencelik günler şeklinde kanaatlerle, uygulamalarla bugünleri ziyan etmişlerden oluruz.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |