AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Niyet okumak

Hayır, bu defa Başbakan Erdoğan'ın sözlerine yansıyan "içerdekilerin içerdekilere karşı niyet okuyuculuğu"ndan bahsetmek istemiyorum. Bu defa, "Avrupa'nın niyetlerini okumak"tan söz edeceğim.

Sanırım AB ile ilişkilerimiz "niyet okuma" noktasında düğümleniyor. Hayati soru şu:

-Acaba AB'nin gerçek niyeti nedir? Türkiye'yi bünyesine almak mı, yoksa hiçbir biçimde almamak, ama "AB'ye alma" motivasyonu ile "Batı dünyası" adına tarihi bazı hesapları gerçekleştirmek mi?

Bunun devamında şu değerlendirme yapılıyor:

Avrupa bizi nihai olarak bünyesine alacaksa önümüze konan şartlara ona göre bakılır, ama ne yapsak almama niyetinde ise ona göre adımlar atılır.

Bu soru ciddi bir nitelik arzettiği için Avrupa'dan gelen her talepte açıkça olmasa bile niyet sorgulamasına gitme ihtiyacı duyuluyor.

Bu çerçevede zaten "Türkiye'nin de ihtiyacı olan" hususlar daha kolay kabul görüyor. Demokratikleşme – sivilleşme, insan hakları, ekonomik kriterler, kurulu yapının hakim odakları tarafından sergilenen kimi direnişlere rağmen, genelde destekleniyor. Hatta bunlar, "Avrupa istediği için değil, Türkiye'nin ihtiyacı olduğu için" ve "Sonunda Avrupa Birliğine giremesek bile" söylemiyle savunuluyor.

Ama bazı kritik alanlar var, orada bir kere ipin ucunu kaçırdığınızda "ülke güvenliği" açısından nerede durulacağı kestirilemeyen ve garip biçimde AB'nin özel titizlik gösterdiği alanlar...

Kıbrıs bunlardan biri...

Azınlıklar statüsüne ilişkin talepler, Kürt meselesine, Aleviliğe ilişkin hassasiyet bu çerçevede sayılıyor.

(Hatta belki AB'nin insan hakları ihlali alanındaki farkedilir hassasiyetine rağmen, islami taleplere karşı gösterdiği duyarsızlık, buna mukabil Avrupa'da Müslümanların özgürlük talepleri karşısında gözlenen sertleşme eğilimi, bir ayrımcılık olarak görülüyor ve bunun "neden"i sorgulanıyor)

Kaygı şu:

-Avrupa nihayetinde Türkiye'yi bünyesine almayacak, ama bu arada tarihten gelen bazı hesapları da görmüş olacak...

Bu kaygıların içine Kıbrıs'ı Yunanlılaştırmaktan (Girit gibi), Türkiye'yi iç kargaşalar içine itmek, bir Endülüs süreci ile Hristiyan dünyasının İstanbul'la ilgili ukdelerini çözmek dahil gerçekten her türlü ihtimal giriyor. Buna Türkiye'de "Ne olursa olsun AB" diyen bir kesim "paranoya" olarak bakabilir ama, bir başka kesimin bunları "ciddi kaygı" çerçevesinde gördüğü açık.

"AB'ye girmiş bir Türkiye neden güvenlik, bölünme gibi kaygılar taşısın?" söylemi ne kadar dikkate değer ise, "Bizi asla almayacaklar" düşüncesinin kaygıları beslemesi, büyütmesi ve insanları daha kuşkucu hale getirmesi de ondan daha çok kaygı sebebi. .

Kaldı ki, "asla almayacaklar" kanaatini besleyen Avrupa kaynaklı tavırlar da var.

Evet, gene Avrupa kaynaklı "Türkiye Avrupa'nın bir parçasıdır" tarzında açıklamalara da rastlanıyor ama, Avrupa'daki farklı değerlendirme kademeleri dikkate alındığında bunların bile, hangi noktada ne kadar direnç gösterebileceklerine dair kuşkular ortadan kalkmıyor.

Avrupa Birliği Komisyonu, Avrupa Parlamentosu, Hristiyan Demokratlar, Sosyalistler, Yeşiller, halk oylamaları, Avrupa Konseyi... her kademede bir başka ameliyattan geçirilmek ve sonunda masada kalmak...

Mesela, "Kıbrıs meselesinde niyet okumak" Türkiye'yi pek rahatlatmıyor.

Manzara şu:

AB, Ada'daki Türklerin iradesini hiç hesaba katmadan, Rum kesimini Kıbrıs hükümeti olarak tam üyeliğe alma kararı vermiş ve Türkiye'ye "çözüm için masaya otur ve şu tarihe kadar Annan planı üzerinde anlaş" çağrısı yapmış. Ardından da, "bunu yapmazsan AB üyeliğin tehlikeye girer ve AB toprağını işgal etmiş konuma düşersin" demiş. Ardından AİHM'nin tazminat kararı gereği, Avrupa Konseyi'nin "Loizidu'ya tazminatını şu tarihe kadar öde, yoksa..." diye başlayan ültimatomu gelmiş... Bu, tüm Avrupai kurumlar adına tam bir kol bükme operasyonu...

"Peki Kıbrıs'ta çözüm olursa Türkiye'nin üyeliği garanti mi?" Öyle bir garanti de yok...

İşte bu tavırdan sadece kuşku ürüyor.

Bu durum Türkiye – Avrupa ilişkilerini ve sorunlu alanları sürekli bir ihtiyat çerçevesinde değerlendirmeye sevkediyor. Buna rağmen, Türkiye AB hedefini ıskalamayı ve AB de Türkiye'yi gözden çıkarmayı göze alamıyor. Çünkü her iki taraf için de hayati stratejik çıkarlar söz konusu...

Bu durumda bize göre Kıbrıs özelinde Türkiye için en iyi duruş şöyle olabilir:

-Çözüm için çaba göstermeyen taraf görünümünden çıkmak. Aksine çözümü isteyen taraf olmak.

-Annan Planına ilişkin tüm farklı önerileri masada dile getirmek. Mümkünse Denktaş dışındaki bir heyetle...

-Avrupa'nın kol bükme tavrının dostlukla, iyi niyetle ve Rum yanlısı duruş sebebiyle çözüm arayışı ile bağdaşmadığına sürekli vurgu yapmak. Çözüm yolundaki arayışın, Rumları da çözüme zorlamaktan geçtiğini vurgulamak.

-Avrupa'nın Kıbrıs ve benzeri konuları, Türkiye'nin önünü kesmek için kullanmaması gerektiğine dair sürekli ve her platformda uyarılarda bulunmak.

-Türkiye'nin garantörlüğünü ıskalayan ve sonunda Türkiye'yi AB'ye almama ihtimalini barındıran hiçbir anlaşmayı çözüm gibi kabul etmemek.

-Ve nihai politikaları AB'nin niyetini doğru okuyarak belirlemek...


15 Kasım 2003
Cumartesi
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED