|
AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ |
| |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Gazeteler, kendi kanaatlerini, "habermiş gibi yapan metinler" marifetiyle sunarken, iki klişe kelimeyi kullanmadan edemezler: "Belirtiliyor" ve "savunuluyor…" Bu kategoriden en son haberle Cumhuriyet'in (19 Kasım) manşetinde karşılaştık. Habere göre, "İslamcı basının 'zaaf içinde' olmakla suçladığı emniyet yetkilileri ile valilerin büyük bölümünün AKP döneminde değiştirilmesinin terör örgütlerine yaradığı savunuluyor"muş… Okumakta olduğunuz bir haberde çok iddialı bazı hükümler, hiçbir kaynak gösterilmeksizin, "belirtiliyor", "öne sürülüyor", "savunuluyor" gibi yüklemlerle bol keseden savruluyorsa orada durun: Tipik bir kendi kanaatini haber kılığında yutturmak isteyen bir gazete ve gazeteciyle karşı karşıyasınız demektir. 19 Kasım tarihli Cumhuriyet'te karşılaştığımız Mehmet Faraç imzalı, "Şeriatçı örgüt operasyonlarının bıçak gibi kesilmesi saldırıya zemin hazırladı… AĞIR İHMAL" başlıklı manşet haber, bu türün tipik örneklerinden biriydi. İsterseniz önce haberin "ana fikrini" spotu aktararak anlayalım, ardından ayrıntılara girelim… Spot şöyle: "AKP'nin bir yıllık iktidarına bakıldığında radikal dinci örgütlere yönelik operasyonlarda önemli bir gevşeme olduğu gözleniyor. İslamcı basının 'zaaf içinde' olmakla suçladığı emniyet yetkilileri ile valilerin büyük bölümünün AKP döneminde değiştirilmesinin terör örgütlerine yaradığı savunuluyor. Sinagog eylemlerinin failleri olarak gösterilenlerin sık sık başta İran olmak üzere dinci örgütlerin kamplarının bulunduğu ülkelere nasıl rahatça girip çıktıkları merak ediliyor…" RAKAMLARIN DİLİ… Mehmet Faraç, "haber"inde öne sürdüğü tezi (tezleri) dillendirebilecek herhangi bir yorumcu bulamadığı için olsa gerek, oturmuş kendi kanaatini bir güzel haber haline getirmiş. Faraç, tezini temellendirmek amacıyla "İslamcı gazeteler"in yayınlarıyla, "şeriatçı örgüt operasyonlarının bıçak gibi kesildiğini" gösterdiğini düşündüğü bazı rakamlara dayanıyor. Daha "olgusal" olduğu için ikinciden başlayalım… Şöyle deniyor haberde: "AKP hükümeti, İslamcı basının 'zaaf içinde' olmakla suçladığı emniyet yetkilileriyle valilerin büyük bölümünü değiştirmişti. Çok ilginçtir, Ecevit hükümetini baskı altında tutan turban eylemleri de bu kadrolaşmalar sırasında bıçak gibi kesilmişti. Aslında hız kesen çok tehlikeli bir unsur vardı. Hizbullah'a yönelik operasyonlarda 2001 yılında 1596, 2002'de 710 kişi yakalanmıştı. Oysa AKP'nin iktidar olduğu dönemde yurt genelindeki operasyonlarda yakalanan militanların sayısı basına yansıyanlara göre 200'ü bile bulmuyordu.." Haberde, Hizbullah'a yönelik, Türkiye genelinde 17 Ocak 2000'de başlatılan operasyonun o yılki "yakalama" bilançosu da 3 bin 365 kişi olarak veriliyor. Yani 2000'den 2003'e "Hizbullah gözaltıları" sayısı şöyle bir seyir izlemişti: 3 bin 365, 1596, 710 ve 200… Cumhuriyet'e soralım: Başka nasıl olabilirdi ki? Elbette azalan bir seyir izleyecektir bu rakamlar… Gazetenin mantığıyla, mesela 12 Eylül döneminin dördüncü yılında gözaltına alınanların, birinci yılda gözaltına alınanların dörtte biri kadar olması, 12 Eylül yönetiminin "anarşiye karşı" aldığı sert tavrın yıllar içinde "gevşediği"ni gösterir… YENİ ŞAFAK NE YAZMIŞ? Haberde, öne sürülen "tez"i kanıtlamak için "İslamcı basın"ın yayınlarının da şahit gösterildiğini belirtmiştik… Hadi bunu da "dinci Yeni Şafak"tan verilen bir örnekle gösterelim. Mehmet Faraç'ın haberinden okuyoruz: "Dinci basın dün 'senaryo' yorumunu yapıyor, Yeni Şafak 'Terör fason çalıştı' derken, 'kimin fasonu!' sorusunu gözardı ediyordu…" Kendi kanaatini haberleştirme mesleğinin tipik özelliklerinden biri de, "tez"in kanıtlanmasına hizmet etmeyecek olguları gözardı etmektir… Yeni Şafak'ın, belirtilen "TERÖR 'FASON' ÇALIŞTI" başlıklı haberini, "kimin fasonu sorusunun gözardı edildiği" eleştirisi doğrultusunda bir daha gözden geçirdik… Gördük ki, Yeni Şafak da polisin verdiği, öbür gazetelerde de bulunan bütün bilgileri haberleştirmiş. Ferhat Ünlü'nün, Yeni Şafak'ın sürmanşetinden yayımlanan haberinin spotlarını okuyalım: "Üst düzey bir emniyet yetkilisi Yeni Şafak'a yaptığı açıklamada, intihar eylemcilerinden birinin İslami Hareket Örgütü üyesi Mesut Çabuk, diğerinin de Gökhan Elaltıntaş olduğunu ve DNA testlerinin bunu doğruladığını söyledi… Aynı yetkili, 'Olay çözüldü. El-Kaide'nin saldırıyı üstlenip üstlenmemesi önemli değil. Biz El-Kaide ile bağlantılı dış grupların organizatörlüğünde birkaç kişilik bir Türk ekibin olayda kullanıldığını tespit ettik…" Gazetenin en görünür yerine yerleşen bu satırlar ortada dururken "Yeni Şafak 'Terör fason çalıştı' derken, 'kimin fasonu!' sorusunu gözardı ediyordu…" diye yazmak mümkün mü? Kendi kanaatinizi (kanaatin samimi olması şart değildir) okurlarınıza haber diye sokuşturmaya karar vermişseniz, evet, mümkündür. (A.G.)
Yine aynı durum: Çandar versus manşet! Çok yadırgadığımız bir durum olduğundan değil tabii ki... Ama o kadar bariz ki, dikkat çekmemesi mümkün değil... Bir gazetenin haberciliğinde öne çıkardığı kriterler ile köşeyazılarında esen havanın her zaman birbirinin aynı olmasını beklemek tabii ki doğru değil. Gün gelir köşeyazarı gazetesinin tercih ettiği bakış açısının tamamen dışına çıkarak da görüş açıklayabilir... Hani köşeyazıları düşünülerek sürekli tekrarlanan "hür yorum" durumu... Ancak, bu farklılık ya da ara sıra karşılaşılan "taban tabana zıtlık"ın kronikleşmesi de normal değildir. Yani, bir gazetenin olaylara temel bakış açısı ile aynı gazetenin bir köşesini tutmuş bir köşeyazarının görüşleri hemen her zaman ("kronikleşmiş" bir halde) karşı karşıya geliyorsa, ortada bir yanlışlık var demektir. Tamam, bir gazeteden "tek bir ses"in yükseldiğine şahit olmak "çoğulculuk" açısından söz konusu gazetenin lehine bir durum değildir; ama unutmayalım ki gazete dediğimiz "şey" de, ısrarla söylenenin aksine, her türden düşüncenin sergilendiği bir "süpermarket" de değildir doğrusu.... İllâki bu çerçevede kalacaksak, olsa olsa, raflarında pek fazla çeşit bulunmayan bir "mahalle bakkalı" metaforunu kullanabiliriz! Tercüman (Ilıcaklar) gazetesi, özellikle bazı konulara ilişkin yayınları açısından, "süpermarket"i de geride bırakmış olarak sanki bir "hypermarket"i andırıyor.... Gazetenin, tarihinden de gelen bir alışkanlıkla özellikle bazı konularda "dünden bugüne" hemen hiç değişmediğini gözlemliyoruz. Bunlar hangi konular mı; varın o kadarını da artık siz tahmin edin! Neyse, işte 20 Kasım tarihli Tercüman'da yine sözünü ettiğimiz o "refleks"e uygun bir manşet: "Kulağı çekildi"(!) Yani: "Talabani için ne karşılama töreni yapıldı, ne kırmızı halı serildi, ne de bayrak çekildi / Erdoğan 'PKK'nın varlığına son verin. Boru hattına sabotajları önleyin' uyarısı yaptı". 20 Kasım tarihli diğer gazetelerde karşılaşmadığımız bir tarz doğrusu... Talabani'nin başkanlığındaki heyetin Ankara'da hiç değilse "sıcak" karşılanmadığı yolunda haber ve yorumlar diğer gazetelerde de yer alıyor tabii ki. Ama muhakkak ki, manşete kadar tırmanan bu "tarz" ile sadece Tercüman'da karşılaşıyoruz. Aslında gazetecilik açısından çok problemli bir "tarz" ile karşı karşıya bulunduğumuz da bir gerçek. Şöyle ki: Tercüman bu manşetiyle neyi demek istiyor şimdi? Yoksa, hepsi hepsi bir gazete olduğunu unutarak, "Türk askerinin Irak'a gitmesini önlemek için yürütülen kampanyanın başmimarı Celal Talabani"nin "kulağının çekilmesi"nden de tatmin olmamış bir biçimde "kulağından tutulup Kuzey Irak'a geri gönderilmesini" filan mı talep ediyor! Yani Ankara, Talabani'yi adam yerine koymasın mı? Yani Ankara, heyette bulunan Irak Geçici Yönetimi'nin Dışişleri Bakanı Zebari'yi, kimilerinin yaptığı gibi "Zıbari" muamelesi yaparak kapıda toplanan "ülkücüler"le bir araya getirmeye mi çalışsın? Şimdi de gelelim "Çandar versus manşet" meselesine: Kolayca tahmin ettiğiniz gibi, Tercüman yazarı Cengiz Çandar, gazetesinin manşetiyle hiç mi hiç aynı fikirde değil... Çandar, manşetin aşılamaya çalıştığı duygu ve düşüncelerin tamamen aksi istikametinde, Ankara'nın Talabani başkanlığındaki heyete uygun gördüğü muamelenin yanlış olduğunu vurguluyor: "Ankara'daki dünkü görüntü, İran'daki ile karşılaştırıldığında (çünkü heyet bir gün önce İran'dadır), 'dış politika doğrultusu' ve 'sezgisi' açısından doğudaki 'rakip komşumuz' lehineydi. (...) Gerçi Irak heyetini Başbakan Tayyip Erdoğan kabul etti, ana muhalefet lideri Deniz Baykal'la da görüşüldü ve Dışişleri Müşteşarı Uğur ziyal ile de bugün görüşülecek ama neresinden bakılsa Türkiye'nin Irak'a yönelik 'kavrayış eksikliği' Tahran-Ankara karşılaştırılmasında görülebiliyor. (...) Dolayısıyla, dün Ankara'ya gelen Irak heyetinin başkanının (Celal Talabani) ve heyetteki Irak Dışişleri Bakanı'nın (Hoşyar Zebari) bir 'Kürt' olmasının ifade ettiği 'sembolizm'i Türkiye'nin muazzam bir 'gelecek fırsatı' olarak yakalayıp değerlendirmesi lazımdır...." Evet görüyorsunuz; "Çandar versus manşet, manşet versus Çandar" durumu.... Peki şimdi Tercüman okuru ne yapsın? Manşet ile Çandar arasında sıkışmış okur ne yapsın? Birbiriyle taban tabana zıt iki tavırdan hangisini kendisine yakın bulsun? Haklısınız, "Artık o kadarını da Tercüman okuru düşünsün!" diyorsanız haklısınız! (K.B.)
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |