AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
'25 yıl kalırız' haberi:
'savunma'lar ve kanaatimiz…

16 Mart tarihli Kronik Medya'da, ABD Büyükelçisi Pearson'ın "Bölgede 25 yıl kalacağız" dediğine ilişkin haberi değerlendirmiş, haberin ömrünün "kısa sürdüğünü" belirtmiştik. Değerlendirmemiz, haberi veren üç gazetede (Star, Akşam, Sabah) yer alan "savunma"ları hesaba katmıyordu. Bugün de onlara bakacağız...

13 Mart tarihli dört gazetede (Akşam, Star, Sabah, Zaman) çok önemli bir haber vardı. Akşam (manşet) ve Star'ın (sürmanşet) büyüttüğü haber, Sabah ve Zaman'da da birinci sayfa haberiydi. Haberde, ABD Büyükelçisi Pearson'ın Salı akşamı (11 Mart), aralarında milletvekillerinin de bulunduğu 20-25 kişilik bir gruba verdiği yemekte "Savaş sonrasında 25 yıl bölgede kalacağız" dediği öne sürülüyordu.

"Kaynak bolluğu" nedeniyle mantıken bütün gazetelere ulaşmış olması gereken bir haberin dört gazetede değerlendirilip öbür gazetelerce "görülmemesini" "tuhaf" diye nitelediğimizi hatırlayacaksınız. Şöyle demiştik:

"Savaş karşıtları 'Bunlar bir geldi mi, bir daha gitmez'i ısrarla vurgularken, 'Bunlar'ın büyükelçisinin, 'Irak'a girecek ve 25 yıl çıkmayacağız' diyerek savaş karşıtlarının eline böyle bir koz vermesi olacak şey değildi..."

HÜRRİYET'TEKİ DEĞERLENDİRME

Ertesi gün Hürriyet'te Yalçın Doğan imzasıyla yayımlanan yazıyı okuyunca, haberin ciddi bir güvenilirlik zaafı taşıdığına daha fazla inandık. Doğan, aynı haberin Hürriyet yazıişlerine de geldiğini; haberin yemeğe katılan bir milletvekiline dayandırıldığını; bir diplomatın bu tarzda konuşmasına inanmanın zor olması nedeniyle yemeğe katılan başka milletvekilleriyle de konuşulduğunu; sonunda da haberin doğru olmadığına kanaat getirildiğini ve kullanılmadığını yazdı.

Aslında haber Yeni Şafak dahil bütün gazetelerin yazıişlerine ulaşmış, ama yeterince "güvenilir" bulunmadığı için kullanılmamıştı. Ertesi gün (14 Mart), Akşam'ın kendi haberini savunurken içine düştüğü çelişki, habere ilişkin kuşkularımızı daha da artırdı. "Savunma"da, yemekte bulunan ANAP MKYK üyesi Vehbi Dinçerler'in tanıklığına yer veriliyordu ama, Dinçerler'in sözlerinden Pearson'ın "25 yıl"ı telaffuz etttiği katiyyen çıkmıyordu. Dinçerler'in tanıklığını Akşam'dan aktarırsak:

DİNÇERLER: "25 YIL LAFI BENİM"

"Masamdaki arkadaşıma ABD'nin Irak'ta ne kadar kalacağını sordum. O da bana '10 sene' dedi. Ben ise 'Ne 10 senesi, 20-25 hatta 40 sene' karşılığını verdim. (...) Ben bunu söyleyince, Sayın Pearson da genel bir anlatım içinde 'Zaten bu tür durumlarda teknik olarak 5 sene kalmak gerekir' dedi. Ancak doğrudan Irak'ı kastederek, bir zaman vermedi. 20-25 sene sözü masada benden geldi."

Pazar tarihli Kronik Medya'ları Cuma'dan teslim ettiğimiz için, Cumartesi günü (15 Mart) Star ve Sabah'ta çıkan "savunma"ları değerlendirmemize katmamıştık. Okurumuz Ahmet Bayırlı, Sabah'ta çıkan yazıyı okuduktan sonra, "Muhabirin yazdıkları, Yalçın Doğan'ın yazısını çöp sepetine atıyor..." değerlendirmesinde bulunmuş.

Acaba öyle mi? Madem Sabah dedik, onunla başlayalım... "Pearson '25 yıl kalırız' dedi mi, demedi mi?" başlıklı yazıda, haberin bir kişinin sözlerine dayandırıldığı kabul ediliyor, şöyle deniyordu:

"(...) Pearson'ın masasında bulunanlardan biri ise olanları olduğu gibi aktardı. Hatta, sadece bize anlatmakla kalmadı, kendi üstünü de aynen bize aktardıkları çerçevesinde bilgilendirdi. Bu kişinin, ne yalan söyleyecek bir zorunluluğu vardı, ne de geçmiş mesleki yaşamında yediği bir tekzip... Pearson'ın, 'Ben 25 yıl kalacağız diye bir söz söylemedim' sözünü duyunca, bize görüşmeyi aktaran kişiye yeniden dönüp sorma gereği duyduk. Dün sabah kendisiyle bir kez daha görüştük. Söylediklerinin aynen doğru olduğunu bildiriyordu."

'KAYNAK' ADIYLA STAR'A KONUŞUYOR

Sabah muhabirinin ismini açıklamadığı kaynak, CHP milletvekili, eski gazeteci Emin Koç'tu. Çünkü Koç, aynı gün adını vererek Star muhabirine geniş bir söyleşi vermişti. Koç, Star muhabirine her şeyi tek tek tekrar anlatıyor, Vehbi Dinçerler'i ise duyduğunu gizlemekle suçluyordu. Koç, Yalçın Doğan'ın da "savaş savunucusu olduğu için" böyle yaptığı kanısındaydı.

Konuya ilişkin son değerlendirme dünkü (17 Mart) Akşam'da, yayın yönetmeni Nurcan Akad'dan geldi. O da Koç'un Star'a verdiği demeci "haberin doğruluğunun kanıtı" olarak gösteriyor, Emin Koç'a güvendiğini söylüyordu:

"Emin Koç 3 Kasım'da Parlamento'ya girmeden önce 20 yıl gazetecilik yapmış bir meslektaşımızdır. Kendisiyle uzun yıllar aynı gazetede çalıştık. Son derece dürüst, yalansız-dolansız bir gazetecidir. (...) Büyükelçi Pearson'ı düştüğü zor durumdan kurtarmak uğruna, pırıl pırıl bir gazetecilik geçmişi bulunan yeni bir politikacıyı 'partisinin çıkarları uğruna işgüzarlık yaparak kasıtlı haber pompalayan biri' gibi sunmak insafsızlık değilse nedir?"

İKİ TARAF DA 'HAKLI!'

"Savunma"lar böyle... Kanaatimizi de yazarak bitirelim:

1. Sabah, Star ve Akşam'daki yazılardan da anlaşılabileceği gibi, bu gazeteler ilk gün, bir kişiye dayandırılan bir haberi, doğrulatma girişiminde bulunmaksızın yayımlamışlardır.

2. Apaçık ki, haber doğrulatma, ancak başka (ilave) kaynaklara dayandırıldığında anlamlı olur. Oysa üç gazete, kuşku uyandıran haberlerini ilk kaynaklarına doğrulatmaktadır...

3. Pearson'ın o sözleri söyleyip söylemediği konusunda kesin bir şey söyleyemeyiz... Bu durumda sözlerin manşetten, kesin bir dille yayımlanması "abartılı" olmuştur. Star ve Akşam, çok önemli ama güvenilirlik zaafı olan haberler için geçerli olan "gör fakat büyütme" kuralına uyarak haberi kullansa ve duruma uygun bir dil kullansaydı, tutumlarında eleştirilecek bir taraf olmazdı.

4. Son sözümüz Hürriyet'e: Yalçın Doğan, yazdığı yazıda "yanlış haber"i eleştirdikten sonra, "asıl haber"i şöyle aktarmıştı:

"(...) Ama şimdi, bir soruya Pearson'ın en önemli yanıtı: 'Irak'ta 150 bin askerimiz var, o güçle, biz orada rejimi değiştireceğiz. Rejim değiştirmek, Bosna Hersek'te ve Afganistan'daki gibi, en az beş yıl sürüyor...'"

Tamam, diyelim ki "25 yıl" demedi Pearson, ama "5 yıl" da hiç fena bir rakam değil. Hele ki "Irak üç günlük iş" sürmanşetleri ve "10 gün sürecek bir savaşta stratejik müttefikimizi darıltmaya değer mi?" mealli genel yayın yönetmeni yazıları ortada dururken... Hürriyet'e sorumuz şu: "Yanlış haber"i kullanmadınız, tamam da, "asıl haber"i neden kullanmadınız?

İki taraf da biribirlerini "Haberleri savaşa karşı pozisyonlarına göre değerlendirmekle" suçluyor ya; galiba iki taraf da haklı! (A.G.)

Milliyet işi 'gargaraya' getirmeye çalışıyor!

"Küçük Aleyna" meselesi tahmin ettiğimiz gibi yürüyor... Hatırlıyorsunuzdur; Sevgi Dağ adlı genç bir kadın tarafından evlat edilerek görmeyen gözlerinin tedavisine başlanan "küçük Aleyna" için medya tarafından önce büyük bir kampanya düzenlenmiş, hemen ardından da Milliyet'in önayak olduğu "aldatıldık" haberleri çıka gelmişti... Milliyet dedektiflerinin işaret ettikleri ipuçları, Aleyna'nın aslında Sevgi Dağ'ın "gayri meşru" çocuğu olduğuna işaret etmekteydi! Medyasıyla, hastanesiyle, Aleyna için açılan hesaba para yatıran hayırseverleriyle, yani kısaca toplum olarak aldatılmıştık!

Ama maalesef işler Milliyet'in öngördüğü gibi gelişmedi....Okurları en azından bir hafta oyalayabilecek bu "ipuçları"nın uçları maalesef boş çıktı... Milliyet dedektifleri yanılmışlardı; Sevgi Dağ, Aleyna'nın annesi değildi. Aleyna'yı doğuran anne "Evet çocuk benim, çocuğu ben verdim" diyordu...

(Bu arada Kronik Medya olarak bizim yorumumuzu da belki hatırlıyorsunuzdur. Aleyna'nın "gayri meşru" bir çocuk olabilme ihtimali bizi Milliyet gibi yersiz yere heyecanlandırmamış, Aleyna'nın hiç değilse bir gözünün tedavi edilmiş olmasını ve bankadaki hesabında 39 milyar liranın toplanmasını anne ve çocuk adına sevinçle karşılamıştık. Varsın medya "aldatılsın"dı! )

Ama bakıyoruz ki Milliyet (17 Mart) hâlâ ağzındaki lafı gevelemekle meşgul... Gazete özenle hazırladığı "özel haber"inin asılsız çıkmasını bakın nasıl değerlendiriyor: "Herkes birbirini suçluyor"(!) Sanki mesele, Aleyna'nın gerçek annesinin, gerçek olduğu şüpheli babasının, gerçek olmayan annesinin, gerçek olmayan babasının, gerçek olan anneannesinin birbirlerini nasıl "suçladıkları"ymış gibi! İlginç bir husus da, Milliyet'in Aleyna'yı Sevgi Dağ'ın "gayri meşru" çocuğu olarak sunan haberini tamamen unutmuş olarak vaziyeti kurtarmaya çalışması: "Milliyet, Sevgi Dağ'ın Aleyna'yı kendi çocuğu olarak nüfusa kaydettirdiğini ortaya çıkardıktan sonra, olayın kahramanları arasındaki tartışma büyüdü."(!) Gazete işi "gargaraya" getirmeye çalışıyor ama, iş çoktan büyüdü bile... İşte size bu çerçevede Akşam gazetesi genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın bu haftabaşı yayımlanan yazısından bir bölüm:

SEVGİ Dağ'ı artık tanımayan yok. Gözleri görmeyen bir bebeği, bakacak durumda olmayan annesinden alıp nüfusuna geçirten ve tedavisi için çırpınan gencecik bir kadın.

Dağ'ın kamuoyuna yansıyan öyküsü, en az tedavisi için çırpındığı minik Aleyna'nınki kadar hazin. Başından mutsuz bir evlilik geçmiş, doğru dürüst bir işi yok ama onca yokluk, yoksunluk içinde görmeyen bir bebeğe ışık verebilmek için varını yoğunu ortaya koyarak aslanlar gibi savaşıyor.

Bu öykü kahraman özlemi içindeki bir kısım medyaya ilaç gibi geldi.

Kahramandı gerçekten. Çünkü minik Aleyna için verdiği mücadele, pek çok insanın göze alamayacağı kadar çetindi.

Ama her kahraman gibi hemen saldırıya uğradı.

Üstelik saldıranlar onu kahraman olarak sunan aynı medya organlarıydı.

Ne yalancılığı kaldı, ne naylon faturacılığı...

Geçmişi didik didik tarandı, yaşamı lime lime edildi.

İddialara göre Aleyna'yı evlat edinmemişti. Aleyna gayri meşru çocuğuydu.

Dağ'ı kahramanlaştıran gazeteler, şimdi kamuoyunun zihnini bulandıran pek çok soruyla onu 'kurban' haline getirmişlerdi.

Ve hesap soruyorlardı: 'Çık, bu sorulara cevap ver!'

Peki acaba Sevgi Dağ haberini kamuoyuna ilk olarak duyuranlar, bu soruları neden haber hazırlanırken sormamışlardı?

Amerikan büyükelçisi söz konusu olduğunda kılı kırk yaran yazıişleri kadroları, neden aynı titizliği Sevgi Dağ olayında göstermemişlerdi?

Yoksa o sorular sorulsa, diyelim ki Aleyna gerçekten Sevgi Dağ'ın gayri meşru çocuğu olsa, hikaye öneminden kaybedeceği için mi?

Gözleri görmeyen bir çocuk için mücadele eden bir kadın, onu evlat edinmemişse ve gerçek annesiyse mücadelesinin öneminin azalacağından mı?

Gerçek bir annenin mücadelesinden bir kahramanlık öyküsü çıkmayacağından mı? Haber o haliyle sıradanlaşıp, etkisini kaybedeceğinden mi?

Sevgi Dağ, önceki gün ve dün, kendisi hakkındaki iddiaların hepsine yanıt verdi. Vermese de önemi yoktu.

Aleyna'nın gerçek annesi de ortaya çıktı. Çıkmasaydı da bir şey fark etmezdi.

Çünkü hiçbir şey, gencecik bir kadının bir çocuğun ışığa kavuşması için aşmak zorunda kaldığı engellerle mücadelesini küçültemezdi.

Bakalım, başkalarına gazetecilik dersi vermeye kalkanlar, Sevgi Dağ'ın açıklamalarından ve Aleyna'nın gerçek annesinin anlattıklarından ders çıkarabilecekler mi? (K.B.)

Önemli bir sorun: Yazının içeriğine uygun fotoğraf!

Gazetelerimizde yer alan yazar-köşeyazarı fotoğrafları gerçekten önemli bir sorun. Bir ara bu işten vazgeçiliyor gibi olduysa da, "gelenek" yine baskın çıktı.

Fotoğrafların sorun teşkil etmesinin birinci nedeni şu: Gazetelerde köşeyazıları ya da yazıdizilerini süsleyen yazar fotoğrafları çoğu zaman yazıların içeriğiyle uyum içinde olmuyor. Söz konusu fotoğraflar genellikle "gülümseyen" fotoğraflar olduğu için, eğer fotoğrafın altındaki yazıda hiç de gülümsenmeyecek bir şeylerden söz ediliyorsa, ortaya uygunsuz bir manzara çıkıyor.

Bu sorunu çözüm yollarından birisi, yazarların değişik ifadeler taşıyan fotoğraflarını el altında bulundurmak olabilir! Mesela yazar çok trajik bir olaydan söz ediyorsa, yazısının üzerine hemen kederli bir ifade taşıyan fotoğraf... Yok eğer yazının içeriği neşeli şeylerden (mesela yeme-içme, aşk-meşk, vs.) oluşuyorsa, bu sefer de yazarımızın güzünde güller açan bir fotoğrafı...

Siz ne düşünüyorsunuz bilemeyiz ama bu basınımızda gerçekten önemli bir sorun...

İsterseniz karar vermeden önce aşağıdaki örneğe bir göz atın.

Gördüğünüz gibi yazar Mustafa Çalışan, "Kerbelâ faciası ve Aşure Günü" başlıklı yazısının altında yer alan fotoğrafında bakın nasıl neşeli bir havada! (K.B.)


18 Mart 2003
Salı
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED