|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Soğuk savaş döneminin hemen ardından ortaya çıkan yeni dengelere miyop bakan pek çok siyasetçi, entelektüel, uzman-akademisyenin nasıl aceleci bir değerlendirmeyle iyimserlik havasına girdikleri hatırlanacaktır. Bu iyimserlikle o kadar toz pembe tablolar çiziliyordu ki Türkiye'nin Amerikanın seçilmiş müttefiki olarak nelere layık ve muktedir olduğuna ilişkin hamasi beyanlardan geçilmiyordu. Özellikle Amerika'nın Balkanlarda izlediği strateji bu iyimserliği pekiştiren somut gelişmeler olarak okunuyordu. Bu iyimser bakışa göre, Türkiye'nin dış politikası ile Amerika'nın bölge politikası hiçbir zaman bu denli örtüşmemişti. Almanya'nın bölgede atağa geçtiği dönemde Amerika'nın önce Boşnakları koruyan, daha sonra Kosova ve Makedonya'da olduğu gibi Arnavutlara oynayan bir politika izlemesi beklentileri iyiden iyiye büyüttü. Oysa kara Avarupa'sının balkan politikasında tarihi nedenlerin de etkisiyle Balkanlarda Sırp,-Ortadoks ve Katolik-Hırvat Hristiyan unsurlara dayalı bir genişleme stratejisi izlemesi, bunların beslendiği jeokültürel alanlarda etkinlik kurmaya çalışması karşısında Amerika farklı bir strateji geliştirdi. Bölgenin jeokültürel haritasına bakıldığında Amerika açısından hem dışlanan hem de jeostratejik açısından kilit konumda bulunan Osmanlı bakiyesi unsurlara yatırım yapmanın rasyonalitesi hemen anlaşılacaktı. Böylelikle, AB şemsiyesi altında Alman nüfuzu kırılırken, diğer tarafta bölgeyi yeniden dizayn edebilmek için, dışlanan ama başka seçeneği kalmayan unsurlara yatırım yapması gerekiyordu. Bölgenin asli unsurlarını yanına çekerken bölgenin otantik halklarına yaslanmanın avantajını elde ediyordu. Diğer tarafta, bunların doğal müttefik olarak gördükleri Türkiye'nin nüfuz alanına girmeleri engellenirken kısa vadede küresel güç olduğun gösteren AB'yi de doğudan çevrelenmiş olacaktı. Türkiye'nin dramatik bir sonla tükenen Ortaasya beklentileri yine aynı döneme denk gelir. Ne bölgeyi tanıyan yetişmiş insan potansiyeli açısından ne de Türk Cumhuriyetlerinin beklentilerini karşılayacak ekonomik kaynakları açısından Türkiye'nin rekabet edebilecek gücü yoktu. İyimserliği kamçılayan Balkanlarda ve Ortaasyada Amerika'nın, kimi asli olmayan konularda/rant getirmeyen Türkiye ile ortak tavır içindeymiş gibi bir görüntü sergilemesidir. İkinci körfez savaşına girerken Türkiye yine Amerika ile müttefik ve üstelik birlikte savaşa girecek kadar yan yana görünüyor. Dışardan bakışta böyle görünse de Türkiye'nin bölgesel ve hatta küresel çıkarları ile Amerika'nın bölgesel ve küresel stratejileri arasında bu denli çatışmanın olduğu dönem az bulunur. Türkiye açısından birinci körfez savaşı ile ikinci körfez savaşı arasındaki temel çelişki, ABD'nin bölgenin jeokültürel yapısına ilişkin niyetleri ile Türkiye'nin konumu arasındaki uzlaşmaz farklılıktan kaynaklanıyor. Soğuk savaş sürecince dondurduğu Ortadoğu ilişkileri, bugün Türkiye'yi ertelenemez bir tarihi yüzleşme yapmaya zorunlu kılıyor. Ortadoğuda çatışan sadece Amerikan çıkarları ile Türkiye'nin hesapları değil. Türkiye'nin hala yanlış yerden tuttuğu bu politikayla kendisiyle yüzleşmesidir, tarihle hesaplaşmasıdır. Bu yüzleşme sadece Türkiye için geçerli değil. Bölgede sadece Türkmenleri kollayan, diğer farklı etnik ve kültürel unsurlara karşı yabancılaşan Türkiye hala tarihle yüzleşebilmiş değildir. AB Türkiye sınırları içinde bir Kürt politikasını yürütmek, Amerika Kuzey Irak'taki Kürtler üstüne oynamak istiyor, bölgedeki Müslüman ülkelere karşı Kürt hamisi olabiliyorsa bölgenin kendi kendisiyle yüzleşmesinin zamanı geçmek üzere demektir. Temelde yatan bu yüzleşme sorunu pratikte stratejik yönelimleri biçimlendirmektedir. Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı açmazın temelinde bu yatmaktadır. Ortadoğu ülkelerinin içten içe hissetmeye başladıkları, sıranın kime geldiği korkusunun temelinde de bu yabancılaşma yatmaktadır. Gücünü bölgenin ekonomik, kültürel birikiminden çok küresel güç merkezlerin ihsanından alan Ortadoğudaki siyasi yapılanmalar artık gelip tıkanmıştır. Bu coğrafyanın çocuklarını bu coğrafyayı tarumar eden sömürgeciler savunmaktadır sözüm ona. Kürtleri Farslara, Araplara, Türklere karşı bölgeyi yagmacıların korumaya (!) kalktığı; bunların da gönüllü olarak İsrail uydusu olmaya hazır hale getirildiği bir manzara karşısında pazarlıkları aşan bir hesaplaşmaya girmek gerekmiyor mu? Ortadoğu yeni bir hesaplaşmanın arefesindedir: Çok geç olmadan her birim kendi hesaplaşmasını, tarihle yüzleşmesini gerçekleştirmedikçe kaçınılmaz son/uç bölgeyi beklemektedir. Kurtuluş adına yeni serapların peşine koşacaktır. Savaşın kapıya dayandığı bir günde kimilerince gerçeklerden kaçmak gibi algılanacak bu yüzleşme önerisi, ertelenmiş hesapların bir an önce görülmesi, haneye çeki düzen verilmesi önerisidir. Medeniyet havzamızı yeniden yeşertmenin başka yolu yok.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |