|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Şu sözler 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e ait: "Türkiye eğer ABD'ne, 'Irak'a bir hareket yapacaksanız, biz sizinle beraber oluruz.' dediyse, bu sözünü yerine getirmesi lazımdır. 'Ne yapayım halkım razı değil, ne yapayım Meclis'im razı değil' demek olmaz. ABD, çok enteresan bir devlettir, hazımsızdır. Bu, büyük devlet olmasından kaynaklanmış olabilir. Bize, elinden gelen kötülüğü yapar. Durup durduğumuz yerde, kendi ayağımıza kurşun sıkmanın manası yoktur. "Bir şeyi başından yaparsanız, makbule geçer; sonradan bir şey yapmaya çalışırsanız, makbule geçmez. Bu tezkere olayında da yan çizemezsiniz; yan çizerseniz, daha çok sıkıntı olur. Kıbrıs ambargosu dolayısıyla 1975'te ben bunun çok acısını çektim. Canımı zor kurtardım. Kötülük yapmak, ellerinden gelir. "Beni alakadar eden taraf, ABD'lilerden korku değildir. Ben, 10 sene 'Terör hadisesi'ne karşı mücadelenin başında bulundum. "Yani bu mesele, yeni baştan ateşlenir mi? Bugün ateşlenmez ama, yarın ateşlenir. Şurasından burasından ateşlenir. Bu bölgedeki insanlar, devletimize sadık, vefakar ve cefakar insanlardır. Kürtçe konuşan bu insanlar, bizim öteki bölgelerdeki insanlarımızdan farksızdır. Ama, fitnenin işlemediği bir şey yok ki... Bu olayda, fitneyi işlettiler. "Bugün dış politikada zaafa düşersek, her türlü kötülüğe muhatap olacağımızı varsaymak lazım. Ekonomik bakımdan, milli birliğimiz bakımından zaafa düşersek, her şey olur." (Sabah, "Hasta Adam'dan Dünya Devleti"ne" Sabah, 21 mart 2003) Bu sözlerin özünün "Canımı zor kurtardım" gibi gerçekten çarpıcı cümlede toplandığı açıktır. 9. Cumhurbaşkanı bu duyguya hangi somut olayda gelmiştir ve bir "Menderes sendromu"nu yansıtıp yansıtmadığını bilmek zor, ancak Türkiye'yi yıllarca her kademede yönetmiş bir kişinin ABD ile ilişkide böyle bir duygu yaşamasının anlamı üzerinde ibretle durulmalıdır. Demirel açıkça söylüyor ki, "ABD elinden gelen kötülüğü yapar. Onunla çelişmek kendi ayağımıza kurşun sıkmaktır. PKK terörü yeniden ateşlenebilir." Demirel, buradan "ABD'yi küstürecek bir davanış içine girilmemesi gerektiği" görüşünde noktalanıyor. Bu çizgi, bugün Türkiye'de bir kesimin yoğunlukla paylaştığı bir politika halinde ortaya çıkıyor ve hükümetin ABD'ye ayak dirediği ve Türkiye'ye bedel ödettiği yönünde gelişiyor. İlk planda Türkiye adına bir kaygıyı seslendirir gibi gözüken bu söylemin bir kademe ilerde, sürmekte olan müzakereler safhasında ABD adına Türkiye'ye yönelik bir baskıya dönüştüğünü görüyoruz. Sürekli, müzakerelerde neyin niçin tartışıldığını bilmeden "Amerika'yı boş yere küstürüyoruz, Amerika bizi yokeder" yollu bir baskının kime hizmet edeceğini tahmin etmek, özellikle Demirel gibi birisi için zor olmamalı. Kaldı ki, bu söylemin biraz daha ilerisi var. Neredeyse Amerika adına bir sıkıştırma eylemi içinde olanlar... "Ankara'da kimi bürokratların ideolojik tavırla ABD karşıtı politikalar geliştirdiği" jurnalleri oluşturmak.. "Strateji dehaları" diyerek nokta atışlarla arkadan vurmak... Bu çizginin başat sözcülerinin, tv kanallarını ve gazetelerdeki köşelerini ABD ağzına kenetlediklerini söylemek hiç de abartı ve bühtan değil. Eski Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'a atfen gazete manşetlerine çıkarılan "ABD bize mahkum sandık, çok yanıldık" sözleri "Tarihi itiraf" diye ve "İşte bulduk" edasıyla manşetlere taşınıyor ve ardından ekranlarda ahkam kesiliyor. Ancak Yaşar Yakış CNN Türk'e çıkıyor ve o sözlerin kendisine ait olmadığını açıkça söylüyor, üstelik, ABD ağzıyla yapılan bütün sıkıştırmalara "Türk hükümetinin her konuda ABD ile aynı düşünmek zorunda bulunmadığını ve stratejik işbirliği içinde olanların bile çıkarlarının zaman zaman buluşmayabileceğini, Türkiye'nin kendi açısını korumasının en tabii hakkı olduğunu" söyleyerek veriyor. Örnek olarak da Türkmenler ve Kuzey Irak'taki Kürtlerin silahlanması konusunda farklı noktalarda bulunulduğu anlatılıyor. (Dışişleri Bakanlığı sırasında çok tartışılan Yaşar Yakış'ın bu programda, iki tv yorumcusuna "Milli çıkarlar - ABD çıkarları" ekseninde tam bir psikoterapi uyguladığını söylemek lazım.) Evet gerçek bu. Türkiye ile ABD arasında açı farkları bulunabilir ve Türkiye'nin kendi çıkarları konusunda duyarlı olmasından daha tabii bir şey olamaz. Ne yapmalı yani? ABD ile işler bozulmasın diye çıkarlardan vaz mı geçilmeli? Bu psikoloji ile masaya oturduğunuzu hisseden Amerika'nın sizin çıkarlarınızı dikkate alması mümkün mü? Amerika'nın bu kadar aşağılayıcı, ezici, emir kulu seviyesine indirici tavırlarında, buna karşılık görmediğinde öfkelenmesinde de, bu boyun eğici tavra alıştırılmış olmasının etkisi yok mudur? Allah'tan ki Demirel aktif politikada değil. Bu psikolojiyi taşıdığı bilinen bir devlet yöneticisinin Türkiye adına pazarlık yaptığını bilen bir ABD nasıl davranırdı? Kaldı ki Demirel'in şu an hükümette olması halinde ABD'nin ferman türü taleplerine boyun eğeceğini beklemek de belki doğru olmayabilir. Çünkü Demirel "Canımı zor kurtardım" diyor. Demirel, haklı olarak Türkiye'nin ambargolu günlerini yaşadığını söylüyor. Demirel, ABD Büyükelcisi tarafından "haşhaş tarlalarının buldozerle sürülmesi" talebi iletilen ve "Peki o buldozerin üzerinde kim olacak?" gibi şok edici bir soruyu soran insandır. Yani "ABD'yi küstürmeyelim"i kendi yönetiminde benimseyemeyen, bunun bedelini de ödediğini düşünen insandır. Demirel'in karşılaştığı 12 Mart Muhtırası'nın, 12 Eylül'ün arkasında ABD manipülasyonu bulunduğu her zaman gündemde olmuştur. Ben en azından Demirel'e derim ki, ABD'nin "belalı" duruşunun Türkiye'ye zarar vermesinden endişe etmenizi anlamak mümkün ama, bunu Ankara'nın pazarlık gücünü zayıflatmadan yapmak da bir devlet adamı duyarlılığını gerektirir. Bir devlet adamı zaman zaman canını zor kurtardığı duygusuna kapılabilir, ama bence bunu seslendirmez. Ötekiler mi? Ah onların Amerika'dan çok Türkiye'yi düşündüklerinden emin olsam...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |