|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sanat tarihçisi Hilmi Aydın, sırtında dünyanın en ağır sorumluluğunu taşıyor. Topkapı Sarayı Müzesi Kutsal Emanetler Dairesi sorumlusu olan Aydın'ın zimmetinde, İslâm ülkelerinin bir tekine bile sahip olabilmek için can attıkları, Peygamberimizin hırkasından kılıcına, Hz. Musa'nın âsâsından Hz.Yusuf'un sarığına dek tam 605 parça paha biçilmez eşya var!
Aydın'ın "soygun riski"nden yana içi rahat; çünkü çok sıkı güvenlik önlemleri altında korunan müzede bu tür bir olay yaşanacağına inanmıyor. Ancak, son aylarda bazı Kur'an şifrecilerinin ortaya attıkları "Hz. Mehdi İstanbul'a gelip Davud Peygamber'in kılıcını müzeden alacak" şeklindeki kehanet söz konusu olunca, "İşte o zaman fena yanarım" demekten de kendini alamıyor.
ALİ MURAT GÜVEN
"Hazine"den "Padişah Giysileri"ne, "Silah Koleksiyonu"ndan "Harem Dairesi"ne dek bütün bölümleri insanı tarihin derinliklerine alıp götüren binlerce anı eşyasıyla dolu olan müzede, ziyaret saatlerinde gözleri bu ihtişam karşısında faltaşı gibi açılmış değişik uluslardan turistlerle karşılaşmak vak'ayi âdiyeden bir durum sayılıyor. Hele de teşhir salonları arasında "dinler tarihi"ne adanmış öylesine ayrıcalıklı bir bölüm var ki, burası özellikle dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen Müslümanlarda adetâ bir çeşit "trans hâli" meydana getiriyor. Sözünü ettiğimiz bölüm, kamuoyunda "Kutsal Emanetler Dairesi" olarak da bilinen "Hırka-i Saadet". Osmanlı sultanlarının tahta çıkış törenlerinin gerçekleştirildiği "Has Oda"nın Cumhuriyet döneminde yeniden düzenlenmesiyle oluşturulan "Kutsal Emanetler Dairesi", günümüzde sadece Müslümanlar için değil bütün semavî dinlerin inananları açısından paha biçilmez öneme sahip olan yüzlerce anı eşyasına ev sahipliği yapıyor. Özellikle Museviler, müzenin bu bölümünün önde gelen ziyaretçileri arasında yer almakta. Bunun da nedeni, "Kutsal Emanetler Dairesi"nin Hz. Musa'nın -Kızıldeniz'i ikiye ayırırken elinde bulunduğuna inanılan- ünlü âsâsına, ayrıca Hz. Davud'un kılıcına, Hz. İbrahim'in yemek pişirdiği tencereye ve Hz. Yusuf'un sarığına ev sahipliği yapması... Bölümde bunların yanısıra, İslâm tarihine ilişkin olarak yeryüzünde bulunan en değerli anı eşyaları sergileniyor. Hz. Peygamber'in yaptığı savaşlarda kullandığı iki kılıcı ve yayı, Uhud Savaşı'nda kırılan dişi, peygamberlik mühürü, Mısır hükümdarı Mukavkas'ı İslâm'a davet eden ünlü mektubu, siyah cihad sancağı, bir kaç adet ayak izi kalıbı, şair Ka'b bin Zuheyr'e armağan ettiği hırkası, mubarek sakalından bir kaç kıl ve âsâsı ile Halifeler Hz. Ali, Hz. Osman ve Hz. Ömer'e ait olan muhtelif kılıçlar bu paha biçilmez hazinenin parçalarından yalnızca bir kaçı. Burada bulunan eşyaların büyük bir bölümü Yavuz Sultan Selim'in 1517'deki Mısır seferinden sonra, yani hilafetin Osmanlılar'a geçmesi vesilesiyle İstanbul'a getirilmiş. Diğer bir kısmı da yine başka diyarlardaki fetihler ve kimi dost ülke hükümdarlarının bağışları yoluyla edinilmiş.
En ağır zimmetin sahibi
"Kutsal Emanetler Dairesi"nin hazineleri, yalnızca camekânlar ardında teşhir edilen 105 parça eşyayla da sınırlı değil. Müzede, resmî kayıtlara göre bu bölümün ilgi alanına giren tamı tamına 605 parça eşya var. Ancak, Hz. Peygamber'in pabuçları ve su içtiği tas gibi bazı istisnai eşyalar güneş ışığından etkilenip bozulma riskleri bulunduğu için kapalı kutularda saklanıyorlar. Bunca eşyanın bütün idarî ve hukukî sorumluluğu ise günümüzde tek bir kişinin üzerinde bulunmakta. "Kutsal emanetler"i tüm İslâm âlemi adına koruyup kollayan bu kişi ise sanat tarihçisi ve araştırmacı Hilmi Aydın. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi bölümü mezunu olan Aydın'ın müzecilik serüveni, 1988 yılında İstanbul Resim ve Heykel Müzesi'ne atanmasıyla başlamış. Memuriyetine paralel olarak yüksek lisans çalışmasını da yürüten araştırmacı, genç yaşında ortaya koyduğu başarılı çalışmaları nedeniyle 1990 yılında Topkapı Sarayı Müzesi'ne tayin edilmiş. O tarihten bu yana da bu ünlü müzenin hem "Kutsal Emanetler" hem de "Silah Koleksiyonu" bölümlerinin sorumlusu olarak hizmet veriyor. "Topkapı Sarayı Müzesi'nde görev yapmak, bu ülkede yetişmiş bir müzeci için en büyük manevî ödüldür" diyen Aydın, o tarihten bu yana da bütün hayatını sorumlusu olduğu "Kutsal Emanetler Bölümü"ne adamış. Hilmi Aydın, bu görevde bulunduğu yıllar boyunca sıradan bir bölüm sorumlusu olmamak için elinden geleni yapmasıyla tanınan gerçek bir tarih sevdalısı. Literatüre giren özgün araştırmaları, O'nu bir çok kez ulusal ve uluslararası medyanın gündemine taşımış. Sözgelimi, Türk ve dünya kamuoyu Hz. Peygamber'in teşhirde bulunmayan pabuçları ve su içtiği tasın müzedeki varlığını da ilk kez onun çeşitli dergilere yazdığı bilimsel makalelerden öğrenmişti. Nitekim, Türk-İslâm tarihi üzerine derin bilgi birikimi ve uzmanlığından ötürü, 2000 yılında Washington'da düzenlenen "Osmanlı Hazineleri" sergisine de Kültür Bakanlığı tarafından sergi komiseri olarak gönderilmiş. Taşıdığı manevî sorumluluğun çok ağır olduğunu söyleyen ünlü araştırmacı, "Burası, yeryüzündeki en önemli kültür miraslarından birine ev sahipliği yapıyor. Ve zimmetimizde bulunan her parça da İslâm dünyasının ortak malı. Bizim görevimiz, onları tüm insanlık için sonsuza dek korumak ve kollamak. Kutsal Emanetler Bölümü Fas'tan Endonezya'ya, Nijerya'dan Bosna-Hersek'e kadar her gün İslâm dünyasının dört bir köşesinden ziyaretçiyi ağırlıyor. Hepsi de peygamber ve sahabe yadigarı olan bu anı eşyalarının ne denli özenle korunduğunu görüp buradan büyük bir iç huzuruyla ayrılıyor. İşte, bizim için en büyük ödül de bu; ziyaretçilerin gözlerinde yakaladığımız o mutluluk ve huzur ışıltısı" diyor.
Emanetlere "dokunma" imtiyazı
Hilmi Aydın, bölüm sorumlusu olarak, "Kutsal Emanetler" envanterinde kayıtlı bulunan bütün parçaları yakından inceleme, yani diğer bir deyişle onlara "bizzat dokunma hakkı"na sahip. Çünkü, eşyaların düzenli aralıklarla camekânlardan çıkartılıp bakımlarının yapılması gerekiyor. Bunu duymak bizi oldukça heyecanlandırıyor ve derhal kendisine soruyoruz, "Hz. Peygamber'in fetihleri esnasında belinde taşıdığı kılıca, sırtına astığı yaya dokunmak nasıl bir duygu? Peki ya, parmaklarınızı Hz. Musa'nın en büyük mucizesini sergilediği âsâsı üzerinde gezdirmek? Dünyayı değiştiren anların tanığı olmuş bu gibi sıradışı eşyaları temizleyip parlatırken aklınıza neler geliyor?" "Bu duyguyu tanımlamak çok zor" diyor Aydın, "Düşünün, dışarıda, buradan yalnızca bir kaç yüz metre ötede çağdaş dünyanın koşuşturmacası bütün hızıyla devam ederken, sizin elinizde ise Peygamberin kılıcı var. Ortamın derin sessizliği içinde oturmuş onu bakımdan geçiriyorsunuz. Bir tarafınızda Hz. Davud'dan bir yadigâr duruyor, diğer tarafınızda ise Hz. Yusuf'tan. Dört bir tarafınız insanlık tarihini değiştirmiş özel insanların anılarıyla dolu. Doğrusunu söylemek gerekirse, burada geçirdiğim huzur dolu saatlerden sonra dışarıya her çıkışımda, yaşadığımız hayatın keşmekeşine adapte olmakta güçlük çekiyorum."
"Oldukça karmaşık bir durum"
Sözün burasında, aklımıza son aylarda sık sık gündeme gelen, Hz. Davud'un kılıcına ilişkin çarpıcı bir iddia takılıyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, cengaverliğiyle ünlenmiş bu peygamberin kılıcı teşhirdeki kutsal emanetler arasında yer almakta. Kur'an'da bazı şifreli bilgiler bulunduğunu ileri sürerek bu konuda sansasyonel bir kitap yazan genç bir araştırmacı, Hz. Mehdi'nin yakın gelecekte yeryüzünde zuhur edeceğini ve Nisan 2006'da da İstanbul'a, Topkapı Sarayı Müzesi'ne gelerek "kötülerle savaşmak üzere Hz. Davud'un kılıcını buradan teslim alacağını" söylüyor. Hilmi Aydın'a muzipçe soruyoruz: "Olur ya, o tarihte bir zât buraya gelip 'Ben Mehdi'yim ve kılıcımı almaya geldim' derse, böyle bir durumda zimmetin sahibi olarak ne yaparsınız?" Aydın sorumuz üzerine önce bir kahkaha atıyor ve biraz düşündükten sonra da şu cevabı veriyor: "Sözkonusu iddiayı ortaya atan arkadaşı şimdiye dek hiç görmedim, ancak kılıca ilişkin kehanetini ben de duydum. Sanırım, iddiasını Muhyiddin-i Arabi'nin bazı dörtlüklerine dayandırıyor. Ben bir bilim insanıyım ve bir yargıya varabilmek için her alanda bilimsel verilerden hareket etmek durumundayım. Mehdi'nin varlığı da, dünyaya gelişi de İslâm kaynakları açısından hayli tartışmalı bir konu. Ancak, herşeye rağmen o tarih gelip de kendini Mehdi olarak tanıtan bir zat-ı muhterem bana başvurursa, bu talebine bir devlet memuru olarak sonuna kadar direnmekten başka şansım yok. Çünkü, o kılıç buradan giderse devletimiz beni pek fena yapar. Öte yandan, gelen kişi eğer gerçekten Mehdi ise, biz ne kadar direnirsek direnelim zaten boşuna. Bu ilâhî görev gerçekten de O'na verilmişse, kılıca eninde sonunda mutlaka bir şekilde sahip olacaktır. Ben Kutsal Emanetler'i bir bölük asker ile ölümüne savunsam bile. Ancak, yine de dilerim ki bu olay benim zimmetimi devretmemden önce gerçekleşmesin!"
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
|
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © ALL RIGHTS RESERVED |