|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Her tarafı kapalı ve dışarıya ses geçirmeyen bir telefon kulübesinde konuşan birinin ne dediğini anlamak mümkün değildir, ama onun jestlerinden, mimiklerinden kısmî anlamlar çıkartmak mümkündür. Ne var ki, çıkartılan bu kısmî anlamların gerçeğe uygun düşüp düşmediğini kesinleştiremeyiz. Ne denildiğini kesinleştirebilmek için durumu konuşan nezdinde sağlamadan geçirmemiz gerekir. Aksi takdirde elde ettiğimiz çıkarımlar bizim tahminlerimizden ve yorumlarımızdan ibaret kalır. Şimdi durumu, yalnızca taraflardan birinin bir telefon kulübesine kapanmış olmasıyla sınırlı tutmayıp birbiriyle irtibat kurmak isteyen iki tarafın da, kendi kulübesine veya fanusuna kapanmış olduğu halde, karşı tarafı anladığı iddiasına bakalım. İki taraf da, birbirini anladığını ileri sürüyor. Çünkü iki taraf da, karşı tarafın jestinden, mimiğinden şöyle şöyle anlamlar çıkartılabileceği iddiasını taşıyor. Ortak kabul görmüş bazı jestlerin, mimiklerin, el kol işaretlerinin kullanıldığına bakarak, bu belirtilerin tazammun ettiği anlamları dile getiriyor ve bu anlamlara göre, karşı tarafın niyetini bildiği iddiasında bulunuyor. Ortak kabul görmüş bu beden işaretlerinden yola çıkıldığında bile, acaba karşı tarafın ne dediğini, niyetinin ne olduğunu kesin biçimde anladığımız iddia edilebilir mi? O konuşmanın içine girmeden ya da konuşan nezdinde kendi çıkarımlarınız sağlamaya tâbi tutulmadan, böyle bir iddia da boşlukta kalmaya hükümlüdür. Çünkü bizim beden dilinin işaretlerinden çıkartabildiğimiz anlamların mutlak biçimde ifade ettiği hususlar olabileceği gibi, aynı işaretlerin göreli olarak ifade ettiği anlamlar da bulunabilir. Fanusun içinde gülümseyen veya el kol işaretleri yapan birinin bununla ne demek istediği, neye gülümsediği, ne için elini kolunu öyle salladığı, ancak konuşmanın içeriğine nüfuz edilebilirse açığa çıkartılabilir. Aksi takdirde, bütün çıkarımlar, mesnetli de olsa, konuşanın anlatmak istediği anlama tekabül etmeyebilir; elde edilen anlam olsa olsa yorum mesabesinde kalır. Kafka, bir güncesinde, insanların Yahudileri tanımak istemediğini, çünkü tanırlarsa onlara karşı düşmanlık yapmakta daha ihtiyatlı davranacaklarını yazıyordu. İnsanın, komşusuna düşmanlık yapamamasının sebebinin de, onu tanımasına bağlı olduğunu, ekliyordu. İmdi aynı durum kendi fanusunun içine tıkılıp kalmış insan için de söz konusudur. Taraflardan birinin kendi kulübesinin veya fanusunun dışına çıkması karşı tarafı anlama veya en azından kendini karşı tarafa anlatabilme bakımından bir teşebbüstür. Ancak tarafların anlaşabilmesi, iki tarafın da kendi fanusunun dışına çıkmasıyla mümkün olur. Tek taraflı teşebbüsler, bu durumda, bir iyi niyet gösterisinden ibaret kalır. Günlük hayatta gördüğümüz ne? Yalnızca bir veya iki veya üç kulübeye sıkışmış insanları değil, bir çok kulübenin içine tıkılmış öbek öbek insanları görüyoruz. Sonra bunlardan biri, her nasılsa, kendi kulübesinden çıkıp başka bir kulübeye girdiğinde, onların da kendisi gibi insanlar olduğunu söylüyor ve daha önce görmüş olduğu işaretlerin, hiç de önceki çıkarımlarına tekabül etmediğini fark ederek şaşırdığını ifade ediyor. Onun şaşkınlığı da şaşkınlıkla karşılanıyor. Ama gene de, herkes, kendi kulübesinden seyrettiklerinden başkasına inanmamakta ve itimat etmemekte diretiyor. Benim gördüğüm gerçektir, diyor. Kendi gördüğü gerçektir, ama o gerçeğin hangi doğruya tekabül ettiğini bilemeyeceğini kabul edemiyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |