AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
İyi olacak, iyi...

Şaşırıyorlar da; niçin bu halk bizi adam yerine koymuyor, niçin bir türlü "solcu" saymıyor, niçin seçimlerde oylarıyla desteklemiyor, diye...

Niçin sözümüz dinlenmiyor?

Niçin yaptığımız muhalefet ciddiye alınmıyor?

Üstelik köklü bir siyaset ve muhalefet geleneği üzerine oturduğumuz halde...

Niçin?

Bu soruları kendi kendilerine soruyorlar mıdır?

Sanmıyorum.

Aralarında, varlık nedenlerini (olmayan) "emek-sermaye çelişkisi"ne borçlu olduklarını söyleyen, daha doğrusu bu basit kitabî gerçeği kavramış ve askerî darbelerin gadrine uğradıkları için de resmî ideolojiye sıcak bakmayan müntesipler de var...

Ama onların lafı para etmiyor.

Oturur, solculuğun üretimsizliğe, verimsizliğe, adaletsizliğe karşı savaşmak olduğunu anlatırlar ballandıra ballandıra; faşizme, goşizme, oligarşiye, şuna buna karşıdırlar, Mustafa Suphi'yi Karadeniz'de boğduran "düzmece sol parti"yle aralarında "kesin bir kitle çizgisi" (ne demekse) vardır, ama pozitivist-jakoben gelenek iliklerine ruhlarına sindiği için, ilk fırsatta statükoya yatarlar.

Çok partili sistemden vazgeçilmelidir onlara göre.

Tek parti, tek sınıf, tek kültür, tek ideoloji olmalı, halk "bürokrasi eliyle terbiye" edilmelidir.

Birileri de, hatırlayacaksınız, bir vakitler, çıkmış, "bireyin özgürleştirilmesi" gerektiğini savunuyordu.

İsmi lazım değil.

"Kırk yıldır siyaset sahnesinde olan, ama ağzından bir tek somut proje duymadığımız muhalefet lideri" diyeyim de, anlayın.

Önce özgürlük olmalıydı.

Sonra kimliklerin tanınması yönünde bir politika izlenmeliydi.

Ardından, ülkedeki "kirli savaşa" (on yıl önce bu jargonu kullanıyorlardı) son verilmeliydi.

Çünkü, farklılıkları "karşıtlık" gibi sunan, kimlikleri külliyen reddeden "ulus devlet" anlayışı iflas etmiş, globalizmle birlikte toplumun önünde yeni ufuklar açılmıştı.

Böyle diyordu.

Özelleştirmeyi, serbest piyasa ekonomisini savunuyordu.

Tony Blair serbest piyasacı bir sosyal demokrattı, pekala biz de "liberalizme göre sosyal demokrasi" tezini işleyebilirdik, filan...

28 Şubat sürecinde su koyverdi.

Etrafına topladığı, eski aristokrat, yeni lumpen parti meclisi üyeleri, "gerçek ve evrensel devrimciliğin irticaya karşı savaşmak olduğunu" savunmaya başladılar.

Zaten kendisi de bir süredir "liberalizme göre sosyal demokrasi" tezini rafa kaldırmış, askerin siyasete müdahalesini "sivil tepki" kılıfıyla pazarlar olmuştu.

Şimdi de, vaktiyle "faşizan" diye nitelediği 12 Eylül Anayasası'nı savunuyor.

YÖK'ü sahipleniyor...

MGK'nın statüsünü demokrasinin "olmazsa olmaz"larından sayıyor...

Daha neler...

Bir ara, "Anadolu solculuğu" diye bir şey icat etmişti de, icat ettiğiyle kaldı.

"Anadolu solculuğu"nu kemalizme ihanet sayanlar partiden istifa edip "kendi küçük obaları"nı kurunca, ayrılanlardan boşalan yere IMF solcularını, sendika ağalarını, ses sanatçılarını, tapon Yeşilçam mallarını atadı.

Ama partiyi "bölünme çizgisi"ne gelmekten kurtaramadı.

Öğreniyoruz ki, kendilerine "Anadolu Hareketi" adını veren bir grup, mevcut yönetime başkaldırmış, ilk kurultayda partiyi ele geçirmenin (yani bölmenin) hesaplarını yapıyor.

İyi olur.

Çünkü "onlar" bölünmeden ("onlar" vurgusu rahmetli İdris Küçükömer'e aittir) Türkiye'de bir şeyler yerli yerine oturmayacak, toplum aslına rücu etmeyecek.


19 Mayıs 2003
Pazartesi
 
AHMET KEKEÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED