|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
19 Mayıs arifesinde küçük bir soruşturma yaptım. Karşılaştığım birçok kimseye "Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkarken yanında kaç subay vardı?" sorusunu yönelttim. Sorduğum kişi bir öğrenci ise, sorunun içine "Bandırma vapuru"nu da kattım. Muhataplarımın çoğu, neredeyse hepsi, böyle bir soru karşısında şaşırdı. "Size bir şey sorabilir miyim?" gibisinden terbiyeli ve yatıştırıcı bir giriş cümlesiyle başlamış olmama rağmen, "Nereden çıktı şimdi bu soru?" dercesine baktılar yüzüme. Hattâ, kimileri, acaba bu sorunun altında bir hinlik, bir tuzak, bir tehlike mi var kaygısına kapılır gibi oldu. Çünkü, herhangi bir işin ya da sözün içinde Mustafa Kemal Paşa, hele "Atatürk" varsa, orada bir tehlike ihtimali olabilir, çok dikkatli olmak gerekir; hiç umulmadık yanlış anlamalarla, suçlamalarla karşılaşabilirsiniz; resmî, yaygın, baskın anlayışın şu veya bu biçimde dışında bir tutumunuz varsa ya da böyle bir tutuma sahip olabileceğinize ilişkin bir kuşku uyandırırsanız, başınız belâya girebilir, soluğu mahkeme kapısında alabilirsiniz. (Abarttığımı düşünenler, 18 Mayıs 2003 tarihli Hürriyet ve Milliyet gazetelerinde yer alan "dürzülü şiir" haberine bakabilirler. Hürriyet, manşete çıkardığı "Özel haber"e "Bu dava tam Aziz Nesin'lik" başlığını uygun görmüş, Milliyet ise haberi, daha küçük ama yine birinci sayfadan " 'Be Hey Dürzü' şiirine gözaltı" başlığıyla sunmuş. ) Daha bu alana –hatırlayalım: "Atatürk" alanına– yaklaşırken, içinizde, sanki otomatik olarak şöyle uyarı levhaları parlamaya başlar: "Dikkat! Tehlikeli Madde!", "Baretsiz / kasksız / miğfersiz / eldivensiz / maskesiz dolaşmak tehlikeli ve yasaktır!", "Yüksek Gerilim Hattı! Yaklaşmayınız!" "Sigaranızı Söndürünüz!" "Ateşle Yaklaşmayınız!" "Ölüm Tehlikesi!"… Üstelik bu uyarı levhaları, gözle görülür bir somutluk taşımamaktadır. Sadece sizin ve muhataplarınızın ve elbette üçüncü kişilerin kafalarında yanıp sönmektedir. Hele o üçüncü kişilerin Büyük Birader ya da adamları olma ihtimalini hep aklınızda tutmalısınız. Durum böyle olunca, başınızdaki kaskı takmamış gibi yaparak takmak, yüzünüzdeki maskeyi sanki maske değilmiş de gerçek yüzünüzmüş gibi taşımak, elinizde bir eldiven bulunduğunu kimseye hissettirmemek zorunda kalırsınız. Gülünç olduğu kadar acıklı, acıklı olduğu kadar gülünç bir durumdur bu. Bu duruma katlanmak, neredeyse ülkemize özgü bir "yazgı" niteliği kazanmıştır. Yazgıya boyun eğmek de yarı dinsel, yarı ulusal bir alışkanlığa dönüşmüş, özgürlüğün ve rahatlığın uzak diyarlara özgü bir masal kuşu olduğu kanısı, belki bilinçlere değil ama altlarına iyice yerleşmiştir. Bu kazanılmış, yerleşmiş zorunluluk ortamında "Mustafa Kemal Paşa Samsun'a çıkarken yanında kaç subay vardı?" sorusuyla karşılaşan kişilerden bazıları, daha önce hiç böyle bir soruyla karşılaşmadıklarını "itiraf" ettiler; bir yandan bu itirafın acılığını –evet, acılığını, acımış peynir tadını– sindirmeye çalışırken, öte yandan "bilmiyorum", "hiç düşünmemiştim" gibi sözler söylediler. Onların bu biraz mahçup, biraz şaşkın davranışlarını izlerken içimde herhangi bir kötü niyetin bulunmadığını kanıtlamaya çalışan yumuşak bir sesle, bunu bilmemenin çok büyük bir ayıp olmadığını, bilmiyorlarsa bir tahminde bulunmalarını söyledim. Aldığım yanıtlar beklediğim gibiydi. Bir rehberlik uzmanı "bir kişi" dedi, bir teknisyen "iki kişi" dedi, bir öğretmen "dört kişi" dedi, bir öğrenci "beş kişi" dedi. Beşi aşan pek olmadı. Yalnız bir genç kız, belki de masallardan ödünç aldığı bir tahmin yürüttü: "Kırk kişi vardı." dedi. Başka bir genç kız da, konuyu ilk kez düşündüğünü belli eden bir edâ ile, kendince bir hesap yapıp "yirmi" dedi. Kendisini kutladım. Bilgisizliğini tahmin yeteneği ile telâfi etmekten hoşnut görünüyordu. Doğruya çok yakın yanıtı yalnızca bir matematik öğretmeni biliyordu: "Kemal Paşa, Samsun'a çıktığında yanında on dokuz subay vardı, biri de Refet Bele'ydi" dedi. Bir zamanlar bu konuda bir kitap okuduğunu hatırlıyordu. Soruşturmaya katılanlardan bazıları, doğru yanıtı öğrenmek istediler, bazıları böyle bir istekte bulunmadılar. Ama ben hepsine Paşa'nın yanında on sekiz subayın bulunduğunu söyledim. Kimi teşekkür etti, kimi etmedi. (Bu soruyu tarih öğretmenlerine sormadığımı belirtmeliyim.) Sonra da CHP'nin 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında Ankara'da toplanan ikinci kurultayında reisicumhur Gazi Mustafa Kemal Paşa'nın altı günde okumuş olduğu, millî mücadelenin önemli kaynaklarından biri sayılan Nutuk adlı kitabı açtım. İlk cümle şöyleydi: "1919 yılı Mayısının 19'uncu günü Samsun'a çıktım."
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |