|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Sorun belki hâlâ tam olarak çözüm yoluna girmiş değil ama Kıbrıs sorunu konusunda 40 yıldır sağlanan ilerlemeden daha fazlasının son iki ayda gerçekleştiği görülüyor. Hele, kaçan onca fırsat, heba olan onca zamanla kıyaslanacak olursa AB süreci ve Annan Planı'nın açtığı Kıbrıs koridorunda ilerlemek bugün eskisinden daha kolay hale gelmiş bulunuyor. Bir adım geriye gidilecek olursa, Tayyip Erdoğan'ın seçimlerin hemen ardından 40 yıllık çözümsüzlüğe isyanı ile başlayan yeni politika arayışları da artık bir noktaya varıyor. Türkiye, yani siyasal iktidar sorunun tarihinde ilk kez çözüm adına inisiyatif alıyor çünkü, konunun sadece Rauf Denktaş'a emanet edilemeyecek kadar önemli olduğunun farkına varılıyor. Böyle olduğu içindir ki Başbakan Erdoğan, Kırbıslı Rumlar'ın Türkiye'ye vizesiz girişi gibi adımları rahatlıkla atabilmekte ve sonuç alabilmektedir. Nitekim, sınırların açılmasıyla zaten politik bir şok yaşayan Rum yönetimi bu son adımdan sonra iyiden iyiye sarsılmış olmalı ki Rumlar'ın lideri Papadopulos'un aklına ilk gelen şey, "şimdi ne yapacağız?" diye Atina'ya koşmak oldu. Ancak, bu yeni durum bile çözümsüzlüğün bir ayağı Rum Yönetimi ise bir ayağı da Ada'daki Türk Yönetimi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Aradaki duvarı kaldırarak geçişleri serbest bırakan Denktaş'ın bugün artık denetiminden iyice çıktığı anlaşılan süreçte gelinen noktayı nasıl değerlendirdiğini bilemiyoruz ama Erdoğan'a pek sempatiyle bakmadığını tahmin edebiliyoruz. Eğer çözüme ulaşılacaksa bu kadarcık bir görüş ayrılığını normal karşılamak lazımdır. Ayrıca, Kıbrıs'taki "dahili taraf"ların sadece Denktaş'la sınırlı olmadığını da görmek gerekiyor. Erdoğan, bu açıdan bakıldığında da çözüm için zorlu bir yola girmiş bulunuyor. MGK da bu zorlu alanlardan birisidir. Konu, birçok MGK'da olduğu gibi son toplantıda da masaya yatırıldı ve bir kez daha Türkiye'nin adadaki stratejik çıkarlarına referans yapılarak "Kıbrıs'taki kırmızı çizgiler"in altı çizildi. Askeri-sivil bürokrasinin ısrarcı olduğu bu çizgilerin en önemlisi, adadaki varlığı 40 bine ulaşan Türk askeriyle desteklenen garantörlüğün devam etmesidir. Ancak böyle bir "kırmızı çizgi" anlayışının ne kadar rasyonel olduğu tartışma konusudur. Erdoğan'ın baştan beri yapmakta olduğu da bu konuyu tartışmaktan ibarettir. O yüzden Başbakan, kırmızı çizgilerin yeniden belirlenebileceğini düşünüyor. Zihninde bu çizgilerin değişmez veya yenilenemez olmadığı fikrini pekiştiriyor. İnisiyatifini giderek geliştirmesinin temelinde de bu zihni altyapı yatıyor. Bu konu, Erdoğan'ın Bush ile geçtiğimiz hafta yaptığı telefon görüşmesinde de ele alındı. Bush, Başbakan'dan görüşmelerin Annan Planı ekseninde devam etmesini istedi. Erdoğan da Bush'a, temelde bu fikre yakın olduklarını ancak, çözüm için yeni bir sürecin Rumlar'ın bugünlerde atılan adımlara karşı tutumu netleştikten sonra ve Türkiye'nin çekincelerinin giderileceğine dair kanaat uyandıktan sonra başlayabileceğini söyledi. Türkiye bugünkü tabloda, diplomatik bir avantaj yakalamış bulunuyor ve bu durum da hükümetin elini rahatlatıyor. Bütün bunlardan anlaşılan, hükümetin Denktaş gibi Annan Planı'nı bütünüyle dışlamadığı şartlar elverişli hale geldiğinde planı masa üzerine koyabileceğidir. Zamanlamanın da AB süreciyle birebir ilgili olacağı da muhakkaktır.... "Sahici" Kızıl Elmalar, "sanal" kırmızı çizgilerin yerini alıyor. Kıbrıs krizi artık, AB üyeliği sürecinin ortaya çıkartacağı malzemelere paralel yönetiliyor ve Türkiye'nin stratejik çıkarları yeni bir eksene oturtuluyor. Sınırların açılması ve vizenin kaldırılması adımlarıyla, Türkiye'nin yıllar sonra Rumlar'dan siyasi olarak alacaklı hale gelmesi de bu politikanın denemeye değer olduğunu gösteriyor.
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |