|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Başbakan Tayyip Erdoğan, geçenlerde işkencenin kökünü kazımaya kararlı olduklarını açıkladı. Her devlet yetkilisinden zaman zaman işittiğimiz bir laftı... Arkasından, vatandaşların devlet dairelerinde horlanmasının da, vergi ödemek için saatlerce sıra bekletilmesinin de insan hakları ihlali olduğunu söyledi. İşte bu laf, insan hakları ile bu çağdaş yaklaşım çok ilgimi çekti. Çünkü artık günümüzde insan haklarından söz edebilmek için mutlaka falakaya yatırılmak, elektrik uygulamasına maruz kalmak, tecavüz vesaire gibi klasik vahşi saldırılara maruz kalmak şart değil. İnsan hakları anlayışı da, insan hakları mücadelesinin şekli de değişiyor. Kuşkusuz değişmeyen, bizim devletin, "Ben yasa, hukuk falan tanımam" anlayışı. Değişen şartlara metelik vermeyen bu anlayış, Başbakan'ın bu lafları ettiği günlerde, Milli Güvenlik Kurulu'nun fiilen denetiminde olan DGM eliyle, İnsan Hakları Derneği'ne baskın düzenledi. Çok garip bir durum aslında. Gülsek mi, ağlasak mı? DGM savcıları kağıt üzerinde, hükümetin bir üyesi olan adalet bakanına bağlılar. Savcıların talimatıyla İHD'yi basan polisler de yine ayni hükümetin üyesi olan içişleri bakanlığının memurları. İşte bir örnek daha. Af Örgütü, Bakü-Ceyhan boru hattının yapımı ile ilgili olarak insan hakları ihlallerinin yaşandığını ve tedbir alınmazsa daha da yaşanacağını ileri sürüyor. Neden olarak da, yapım şirketi BP'nin (British Petroleum) uluslararası çevre kurallarını ve bazı temel insan haklarını ihlal ettiğini söylüyor. Bu nedenle İngiliz hükümetinin, bu şirketin ihracat kredisi almasına onay vermemesini talep ediyor. İngiltere'de kamuoyunun ve sivil toplum örgütlerinin hükümetler üzerinde büyük etkisi bulunuyor. Daha önce de çevreci örgütlerin baskılarıyla İngiliz Hükümeti, Belfour Beaty şirketine Hasankeyf'i sular altında bırakacak Ilısu Barajı'nın yapımı için ihracat kredisi garantisi vermeyi reddetmişti. Bunun üzerine şirket ihaleden çekilmiş ve uluslararası yapım konsorsiyumu da çökmüştü. Böylece Ilısu Barajı'nın inşaatı, belirsiz bir tarihe kadar durdurulmuştu. Gerekçe, baraj inşaatı için uyulması gereken uluslararası ilke ve kurallara Türk devletinin hiçbir şekilde uymak istemeyişi idi.. Türkiye'de "Ulusal proje" olarak kabul edildiği halde insan haklarını ve çevre kurallarını ihlal eden her proje gibi, Bakü-Ceyhan boru hattı da tartışılmıyor. Nitekim, Af Örgütü'nün açıklaması da, daha önce uluslararası çevreci örgütlerin Londra'da yaptığı açıklamalar da medyaya yansımadı... Çevreci örgütler meseleyi hükümetlerden bile daha iyi incelediler. Türkiye'ye iki araştırma-inceleme heyeti gönderip boru hattının geçeceği güzergahta incelemeler yaptılar. Bu konuda kapsamlı raporlar yazıldı, yenileri yazılıyor. Çevreci örgütlerin vardıklerı ilk sonuç şu: "Petrol şirketleri hattın geçtiği ülkelerin hükümetleriyle yaptıkları yarı gizli anlaşmalarla o ülkeleri sömürgeleştiriyorlar." "Bu şirketlere çok büyük imtiyazlar tanınıyor." "Boru hattının yapımı sırasında temel insan hakları ihlal ediliyor, çevre kuralları hiçe sayılıyor, doğa tahrip ediliyor." Af Örgütü de aynı raporlardan yararlanarak insan hakları ihlallerine dikkati çekiyor. Mesele bu.... Ortaya böylesine önemli iddialar atıldığı halde konuya bu kadar ilgisiz kalınabilir mi? Kalınıyor. "Peki, bu Çatak hikayesi nedir?" diyeceksiniz. Mart ayında boru hattı güzergahında inceleme yapmak üzere bölgeye gelen uluslararası heyet Kars'ın Çatak ilçesi civarında jandarmalar tarafından durduruldu. Çamlık Karakolu'na buyur edilip gözaltına alındı. Bahane kimlik kontrolü yapmaktı ama, asıl neden yabancıların köylülerle konuşmasıydı. Çevreciler keyfi bir şekilde saatlerce karakolda bekletildiler. "Öyle elini kolunun sallayan her yabancı bu memlekette gezemez, vatandaşlarla konuşup böylesine hassas konularda inceleme yapamaz" der gibiydiler. Anlayış buydu. Bir süre sonra telefonlar çalışmaya başladı ve çevrecilerin bağlı oldukları ülkelerin temsilcileri ya da insan hakları kuruluşları karakolu aramaya başladılar. Saatler sonra heyet bırakıldı. Bölgeyi derhal terketmeleri istendi. Buna rağmen bir köye yöneldikleri gerekçesiyle yine gözaltına alındılar. Sonra özel timin refakatinde, yani karga tulumba en yakın hava alanına kadar götürüldüler. Boru hattı güzegahı yabancıların tasallutundan korunmuştu!. Peki ya insan hakları? Türkiye'nin uluslararası yükümlülükleri? Türkiye bir kapalı ülke mi? Kars yasak bölge mi? Başbakan istediği kadar, "işkencenin kökünü kazıyacağız" desin. Önemli olan sesini Çatak Çamlık'taki karakola duyurabilmesi... Oradaki jandarmalar, polisler farklı hedefleri olan, farklı anlayışta bir devlet görüntüsü çizdikleri ve adeta farklı bir devletin personeli gibi davrandıkları için Türkiye'nin işi zor. İnsan hakları anlayışı Çatak Çamlık Karakolu'na da girdiği zaman Avrupa Türkiye'nin bu konuda kararlı olduğuna inanacak. Yoksa yetkililer bu konuda güzel sözler söyledikleri zaman değil...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk |
© ALL RIGHTS RESERVED |