AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

K R O N İ K  M E D Y A
Akkise olayları ve medyanın 'kırmızı' çizgileri (1)

"Manisalı gençler" ve "Metin Göktepe" davaları, medyanın işin ucunu bırakmaması durumunda, eksik gedik de olsa "adaletin tecelli edebileceğini" göstermesi açısından çok önemliydi. Ne var ki medya, zanlıları polis olan bazı davalardaki tavrını, zanlıları jandarma olan davalarda göstermiyor ya da gösteremiyor. Davası geçtiğimiz günlerde "kapatılan" Akkise olaylarında basın ilk günkü tavrını sürdürseydi, pekâlâ yeni bir "örnek olay"la karşılaşabilirdik. Hatırlayalım bakalım, basın Akkise'de bir günde nasıl rotayı değiştirmişti?

"Manisalı gençler" ve "Metin Göktepe" davaları, medyanın işin ucunu bırakmaması durumunda, eksik gedik de olsa "adaletin tecelli edebileceğini" göstermesi açısından çok önemliydi. Ne var ki medya, zanlıları polis olan bazı davalardaki tavrını, zanlıları jandarma olan davalarda göstermiyor ya da gösteremiyor. Davası geçtiğimiz günlerde "kapatılan" Akkise olaylarında basın ilk günkü tavrını sürdürseydi, pekâlâ yeni bir "örnek olay"la karşılaşabilirdik. Hatırlayalım bakalım, basın Akkise'de bir günde nasıl rotayı değiştirmişti?

Konya'nın Ahırlı ilçesinin Akkise beldesinde 10 Ağustos 2001 gecesi meydana gelen, asker uğurlama töreni düzenleyen halkla jandarmanın karşı karşıya geldiği olayların davası geçtiğimiz günlerde sona erdi. Olayların zanlısı olarak tutuklu bulunan jandarma kıdemli üstçavuş Ali Çalışkan tahliye edildi. Haberi veren tek gazete Radikal, bir yılı aşkın süredir devam eden davanın sonucunda, bir kişinin ölümü, beş kişinin yaralanmasıyla sonuçlanan olayda "kimlerin ateş ettiğinin saptanamadığını" duyurdu okurlarına...

Başta Hürriyet, Milliyet ve Sabah olmak üzere gazetelerin ilk gün olayı nasıl duyurduklarını bilenlerin, "kimlerin ateş ettiğinin saptanamaması" sonucuna nasıl ulaşılabildiğini anlamaları mümkün değil. Eminiz, o gazetelerde ilk günkü haberleri yazan muhabirler ve haberleri sayfaya yerleştiren editörler de anlamamışlardır olan biteni... Ya da, bu sonuçta kendilerinin sonraki günlerdeki tavrının belirleyici bir rol oynadığını bildikleri için her şeyi pek güzel anlamışlardır... Kimbilir, belki de bir yılı aşkın süredir devam eden davada hiçbir "haber takibi"ne yeltenmemeleri ve nihayet davanın "düştüğü" haberini vermemeleri de bir utançtan, bir vicdan yarasından kaynaklanmaktadır...

Gelin, o günlerde yayında olan Medyakronik'ten faydalanarak, medyanın nasıl bir günde "kırmızı çizgilerine" döndüğünün bu müstesna örneğini hatırlamaya çalışalım:

İLK GÜN HÜRRİYET

Konya'nın Ahırlı ilçesinin Akkise beldesinde 10 Ağustos 2001 cuma gecesi ne oldu? Bu sorunun cevabını almak için Türkiye'nin üç büyük gazetesini iki gün üst üste okuyanlar, "ne oldu?" ve "neden oldu?" sorularına verilmiş iki ayrı cevapla karşılaştılar. Çünkü birinci gün (12 Ağustos 2001) "normal" gazeteciler gibi, bütün "taraflar"la görüşüp yazdılar haberlerini; ikinci gün ise –suçlanan tarafın ordu mensupları olması nedeniyle– "Türk tipi" gazeteciliğe döndüler ve bu kez sadece resmî-askerî yetkililerle görüşerek düzenlediler haberlerini…

Ortaya çıkan iki farklı tabloya bakalım…

O gece Akkise'de olan biteni "Dehşet gecesi" başlığıyla aktaran Hürriyet'e göre (12 Ağustos), olay, asker uğurlama eğlencesi düzenleyen gençlerden kimlik isteyen jandarmanın sert tutumundan kaynaklanmıştı:

"Jandarmalar, 'Herkes kimliğini çıkarsın' deyince, eğlencelerinin kesilmesinden rahatsız olan gençlerden bir bölümü, 'Bu da nereden çıktı?' diyerek kimlik göstermek istemedi. Asker adayı gençlerden bazıları da 'biz de askeriz' diyerek sevk belgesini göstermek istedi. Asker adayı gençlere, jandarma erlerinden biri 'başlarım sizin gibi askere' deyince, gerginlik tırmandı. Jandarmalar, üzerinde kimlik bulunmayan iki genci götürmek isteyince, önce kahvede bulunan gençler ve daha sonra da meydanda toplanan kalabalık karşı çıktı."

Tartışmanın ardından kısa bir itiş kakış yaşandı ve jandarmaların başındaki Astsubay Üstçavuş Recep Karabacak'ın emriyle, köyde bulunan 20 asker geri döndü.

Saat 22.00 sıralarında yaşanan bu olaylardan bir saat kadar sonra bu kez Ahırlı Jandarma Bölük Komutanı Kıdemli Üstçavuş Ali Çalışkan komutasındaki 100 kadar jandarma 8 araçlık bir konvoyla beldeye döndü, köy meydanı kuşatıldı ve Çalışkan elinde Kalaşnikof tüfekle bir masanın üstüne çıkarak "Nedir sizden bu çektiğim" diyerek konuşmaya başladı.

Hürriyet, bundan sonrasını şöyle aktarıyor:

"Akkise Belediye Başkanı ANAP'lı Abdullah Kayaalp ile mahalle muhtarları Tahsin Oflaz ve Muammer Acar başta olmak üzere beldenin ileri gelenleri bir yandan kalabalığa sakin olmaları çağrısında bulunurken, bir yandan da Çalışkan'dan olayın büyütülmemesini istedi. İddiaya göre, Çalışkan'ın emriyle Jandarmalar Kayaalp ve yanındakileri tüfek dipçiği ile vurarak uzaklaştırdı.

"Meydanda toplananlarla jandarma arasında itiş-kakış başlayınca Üstçavuş Çalışkan, havaya üç el ateş etti, ardından jandarmaların da havaya ateşi başladı. Meydandaki kalabalık panik içinde kaçarken; jandarmanın kurşunlarına hedef olan Hasan Gültekin yere düştü…"

Hürriyet'in ilk günkü haberinde (ki yazıldığında olayın üzerinden yaklaşık 24 saat geçmişti –olayla ilgili bütün ayrıntılara ulaşılabilecek kadar uzun bir süre) "halkın da ateş açtığı", "çok sayıda askerin yaralandığı", "araçların tahrip edildiği" gibi bilgiler hiç yer almıyordu.

Gazete, "Üstçavuş Çalışkan'ın daha önce de kadınlara ateş açtırdığı" bilgisine yer veren bir de çerçeve unsur sunuyordu okurlarına…

SABAH: 'AĞIR İDDİA'

Sabah gazetesi de Hürriyet gibi, olaylardan jandarmayı sorumlu tutan başlık ve haberlerle yayımlandı 12 Ağustos pazar günü…

Sürmanşetten duyurulan haberde şöyle deniyordu: "ANAP'lı Belediye Başkanı Abdullah Kayaalp, kimliksiz iki asker adayını jandarmaya teslim etmek istemeyen halka ateş açıldığını iddia etti: 'Bölük komutanı, 80 jandarmayla geldi, bir sandalyeye çıkıp ateş açtı. Askerlere de 'Niye ateş açmıyorsunuz' diye bağırdı. Allahtan asker emre uymadı, yoksa en az 50 kişi ölürdü."

Milliyet de, "Akkise halkı"na dayandırdığı haberini "Korkunç iddia… Jandarma rastgele ateş açtı" başlığıyla duyuruyor, "Akkise halkı, 'ateş' emri veren bölük komutanını suçluyor" diyordu…

Tıpkı Hürriyet gibi Sabah ve Milliyet'te de ertesi gün okuyacağımız, "askeri yetkililer" kaynaklı hiçbir haber yoktu… (A.G.)

YARIN: Büyük basından tornistan: 'Halk ateş açtı.'

Yönetmen iyi niyetli lâkin patron çok yayılmacı!

Bir kez daha söz etmiştik; Akşam gazetesinde genel yayın yönetmeni olmak gerçekten zor bir iş... Tamam, gazetenin künyesinde "sahip"lerden sonra en yukarıda onun adı yer alıyor ama herşeyden önce adı künyede geçmeyen daha güçlü biri daha var! "Sahip"ler derseniz, bağımsızlık açısından o fasıl da problemli, çünkü sahiplerin sahip oldukları şeyler o kadar çok ki, Akşam'ın sahip olunan bu şeylerin "yayılmacılığından" kurtulması da mümkün değil...

Akşam'ın bu yönüne tekrar dönmemize, gazetenin genel yayın yönetmeni Nurcan Akad'ın haftabaşında (19 Mayıs) yayımladığı yazısı neden oldu. Akad, tabii ki çok yerinde olarak, Türk basınını iki haftadır saran yeni "bir çılgınlık"tan şikayet ediyordu: "Bazı gazeteler, maliyetlerine korkunç bir yük bindirmesine rağmen, her gün yeni bir dergi, hafta sonları birkaç gazete ve birkaç dergi veriyor. Ücretsiz promosyonlar da cabası. Amaç, toplu halde aşağıya inen tirajları toparlamak."

Akad tespitlerinde haklıydı, çünkü gerçekten de bu "çılgınlık"ın sonu yoktu...

Akad'ın şikayet ettiği bir husus da şuydu: "Gazetelerin birinci sayfalarının üçte ikisi, bedava verilen gazete, dergi ve diğer promosyon ürünlerinin tanıtımını kaplıyor."

Akşam'ın genel yayın yönetmeni bu eleştirisinde de çok haklı. Gerçekten de, okurların bu "tanıtım" bolluğu içinde bir habere ulaşabilmeleri neredeyse imkansız. Akad'ın yazısı, kolayca tahmin edileciği gibi, Akşam'ın "adam gibi gazete" olacağı vaadiyle son buluyordu.

Akad'ın bu yazısını okuduktan sonra, yazıda dile getirilen "şikayetler" çerçevesinde Akşam'ı gözden geçirmeye başladık. Bakalım bu gazetede de, aslında okurların olan sayfalarda "torpilli" tanıtımlar var mıydı? Sonuç:

2. sayfanın tam yarısı "Hazır Kart / Özgür Hareketler"in tanımına;
4. sayfanın 1/3'ü "Super Online"ın tanıtımına;
5. sayfanın 1/3'ü "Carven" adlı, ev tekstili üreten bir firmanın tanıtımına;
13. sayfanın 1/5'i "ALEM FM 89.3"ün tanıtımına;
15. sayfanın 1/10'u (?) "SKY TURK"ün tanıtımına;
15. sayfanın 1/10'u (?) "Çukurova İthalat ve İhracat Türk A.Ş."ye;
16. sayfanın 1/4'ü "BMC"nin tanıtımına;
19. sayfanın 1/10'u "Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık"ın tanıtımına;
23. sayfanın 1/5'i "SHOW"un tanıtımına;
25. sayfanın 1/5'i "DIGITURK"ün tanıtımına tahsis edilmiş....

("Zenginin malı zügürdün kalemini yorarmış!" deyimini hatırlamanın tam sırası herhalde! "Pamukbank niye yok?" mu diyorsunuz? Yahu bilmiyor musunuz, o artık listede ve dolayısıyla Akşam'da değil!)

Bu "tanıtım"ların tamamının "Çukurova Grubu" içinde yer aldığını hatırlatmaya gerek yok sanırız....

Yani öyle bir manzara ki, genel yayın yönetmeni tamamen haklı olmasına haklı ama ne yaparsınız ki patron da haddinden fazla "yayılmacı"! Biraz daha gayret etse, Akşam'ın tamamına yayılıverecekmiş.... Bilinmez, belki de "Bu gazete babamızın malı değil mi" diyordur... (K.B.)

'Konunun, dünyadaki en büyük otoritelerinden biri olan ben…'

Megalomanları, megalomanisini hiç değilse bazı durumlarda dizginlemeyi becerebilenler ve beceremeyenler diye ikiye ayırsak münasip olur mu? Valla, siz isterseniz "olmaz" deyin, biz ısrarlıyız: Star gazetesi yazarı ve CHP milletvekili Yaşar Nuri Öztürk'ün Star gazetesinin "Matrix" filmi soruşturmasına verdiği cevabı okuyunca, yaptığımız tasnifin gayet münasip olduğunu, "beceremeyenler" kategorisinin de şimdilik bir kişiyle temsil edildiğini kabul edecek, bize hak vereceksiniz… Aşağıda Öztürk'ün sözlerini, ilaveten de Star yazarı Engin Ardıç'ın "Yaşar Nuri" konusundaki hoş önerisini okuyacaksınız:

Yaşar Nuri Öztürk (Star, 20 Mayıs): "(Filmde) İnsanlığın bütün mistik mirasından alıntılar var. Ancak bu film, Batı egoizminin etkisiyle İslam mirasından aldıklarını inkar etmiş. Hıristiyan, Musevi, Hint, Yunan ve Budizm mistisizmleri bir veya birkaç sembolle temsil edildiği halde İslam mistisizmi yok. Musevi-Hıristiyan kültürün ve biraz da Hint mistisizminin propagandası var. Malzemeyi İslam'dan almış, sofrayı Batı adına süslemiş. Buradan Türk aydınlarına ve sinema ustalarına sesleniyorum. Mistik mirasın dünyada en muhteşem oluşumu olarak gördüğümüz 13. yüzyıl Anadolu hümanizmini buna benzer çalışmalarla, eserlerle bugüne taşısınlar. Anadolu hümanizm ile biz de Türk Matrix'i yapabiliriz. Ve bu konunun şu anda dünyada yaşayan en büyük otoritelerinden biri olarak, her türlü hizmete hazırım."

Engin Ardıç (Star, 21 Mayıs): "Arkadaşlar, etmeyin eylemeyin, bu film alt tarafı 'B serisi' kategorisine giren bir 'macera ve aksiyon' filmi, o kadar. Karateci gibi hiyaaa hoaaaa uçarak dövüşenler, arabayla takip sahneleri, patlamalar, arada 'adolescent' aşkları (seks olmayacak!), bildik vur kır filmi. (…) Film, 10-14 yaş grubu için biçilmiş kaftan bir hafta sonu eğlencesi, cumartesi ya da pazar günü anayla babayla gidilecek, büfeden patlamış mısır ve gazoz da alınacak, keyifle izlenecek, 'on dakika arada' çişe de kalkılacak ve frigo da yenilecek... Ama bunu 24 yaşına gelmiş sıpa, dahası, 34 yaşına gelmiş kazık, hatta 44 yaşına, 54 yaşına gelmiş kart entel bu kadar ciddiye alıyorsa, bu ülkede gerçekten de çok sağlıksız bir durum sözkonusu demektir. (…) Görüntüyü kurtarmak için şimdi bir de 'efendim niçin biz de böyle bir tasavvuf filmi yapmayalım' lafı ortaya atıldı. Ben kendi payıma, 'Hazret-i Matrix'in Adaleti' isimli ilmi, içtimai, ailevi, terbiyevi, faideli filmi heyecanla bekliyorum. Dizilerden edindiği tecrübeyle, Bizans İmparatoru'nu Yaşar Nuri oynasın."


22 Mayıs 2003
Perşembe
 
YÖNETENLER: Kürşat Bumin
Alper Görmüş


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED