|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Birkaç gündür İnsan Haklarında Yeni Taktikler Projesi'nin 4. toplantısını yapmak üzere Diyarbakır'dayız. Bu köşede daha önce de dile getirdik. Yöneticiliği yaptığım bu proje 60'a yakın ülkede yürütülen daha büyük bir projenin Türkiye ayağı. Bu çalışma çerçevesinde insan hakları ihlallerini gidermek için kullanılan bildik yöntemler yanında, sivil kişi, grup ve kesimlerin geliştirdikleri şiddet içermeyen yeni, kendiliğinden yöntemler taranıyor ve farklı gruplar arasında bir teknik ve fikir alışverişi oluşturulması hedefleniyor. Bu projenin Türkiye ayağı kapsamında daha önce İstanbul, İzmir ve Ankara'da yapılan toplantılarda HAK-İş'in sosyal etiketleme kampanyası, Polis Akademisi'nde işkence yapmış polislerin soruşturma ve yargılama görüntülerinin izletilerek polis adaylarının uyarılması ve eğitilmesi çalışması, 4000 civarında kadının ailede şiddet konusunda eğitimini gerçekleştiren ve önemli sonuçlar alan Kadının İnsan Hakları taktiği ele alınmıştı. Diyarbakırlılar ise şu çalışmaları dinleyecekler: Bireysel başvurulara etkili hukuki yardımda bulunan, işkencenin hukuki ve tıbbi olarak tespit edilmesi için standart bir prosedür haline gelen İstanbul Protokolü'nü hayata geçirmeye çalışan İzmir Barosu avukatlarının oluşturduğu "İşkenceyi Önleme Grubu"… Kartal Avukatlarının ilköğretim okullarında verdikleri çocuk hakları ve insan hakları eğitimi ve Bosna-Hersek'ten "Sanal İnsan Hakları Kütüphanesi girişimi"… Ve "Aydınlık için bir dakika karanlık kampayası"… İnsan hakları meselesi bu ülkenin hala en temel sorununu oluşturuyor. Hak ihlalleri tesettürlü gençlerden Güneydoğu kökenli vatandaşların zaman zaman maruz kaldıkları uygulamalara, çocuk haklarından kadın meselesine, siyasi parti faaliyetlerinden sıradan vatandaşların kamu otoritesiyle karşılaşmalarına kadar sosyal, kültürel, politik ve ekonomik hayatın hemen her yanında, hemen her noktasında dev gibi bir sorun olmayı sürdürüyor. Buna karşılık, bu ülkede insan hakları mücadelesinin ortak paydalar, ortak tavırlar, ortak hassasiyetler ürettiği pek söylenemez. Hatta insan hakları kavramı ve mücadelesi merkez güçler tarafından bazı siyasi kimliklerle özdeş hale getirildi ve marjinal ilan edildi. Bu hakların bir gün herkese, sadece ötekine değil, insanın kendisine de lazım olduğu unutuldu. Biz geleneksel insan hakları meselesinde, yani devlet-birey ilişkisinde ortaya çıkan sorunlarda bile duyarsızlığımızı sürdürürken, dünya başka bir hatta giriyor. İnsan hakları gerek alanı, gerek kapsamı, gerek tanımları itibariyle genişlemeye başlıyor. Nitekim artık devlet yanında çeşitli güç merkezlerinin oluştuğu iş dünyası, siyasi dünya ve toplumsal çevrelerdeki hak ihlalleri de insan haklarının içinde yer bulmaktadır. Ve bu genişletilmiş insan hakları bugün işlevleriyle de tanımlanmaktadır. Bu yöndeki insan hakları politikası ise, bireylerin ve toplumsal kesimlerin kendi aralarında kurdukları ilişkilere referans olacak "haklar ve özgürlükler ortak paydası" yaratmak olarak ele alınmaktadır. Bu çerçevede insan hakları rejimi, bireylerin ve grupların temel haklarını garanti altına alan, temel güvenlik endişelerini gideren, çatışma önleyici bir mekanizma olarak, diğer bir deyişle barış ve güvenliğin kurucu unsuru olan bir görev yapmakta ve yapsın istenmektedir. Asıl önemlisi, bu hatta insan hakları mücadelesi ve sivil toplum arasındaki ilişkiler yoğunlaşması, insan hakları ihlallerinin sivil toplum kuruluşları ve sivil inisiyatifler tarafından çeşitli strateji ve taktiklerle giderilmeye çalışılmasıdır. Ve bu aynı zamanda, dünyaya git gide egemen olmaya başlayan sivil toplum merkezli "yeni siyaset biçimlerinin merkezi"nde yatan olgudur da. Kısacası, insan hakları sadece sivil merkezli bir ortak siyasi dil haline gelmekle kalmamakta, aynı zamanda siyasetin de tam göbeğine yerleşmektedir. Evet, İnsan Haklarının artan önemini Diyabakır'dan Edirne'ye kadar anlatmak, tartışmak, en azından düşünmek her zamankinden daha hayati…
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |