|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Satılık müttefik" diye başlık atmıştı bir yazısına... Şimdi aynı üslupla küstahlığını sürdürüyor. William Safire. New York Times'ın başyazarı... Amerika'daki Yahudi lobisinin en etkin -en şahin isimlerinden... "Fiyat etiketi yapıştırılmış bir ittifak artık ittifak değildir." Yani Türkiye böyle yapıyormuş... "Huysuz bir ev sahibi" gibi bir görüntü sergiliyormuş, "stratejik bir müttefik" gibi değil. Ne yapmalıymış Türkiye? "Amerikan birliklerinin konuşlanabilmesi için yasal ve yapısal değişiklikler yapmalı, üstelik 100 bin askerini Kuzey Irak sınırına yığmaya gönüllü olmalı"ymış! Eğer bunu yaparsa "bir süper gücü gelecek on yıllarda hep yanında bulur"muş! ABD'nin eski Türkiye Büyükelçisi Mark Parris de, kısa süre önce aynı tehditkar üslupla seslenmişti: -Eğer şimdi Amerika'nın yanında olunmazsa yarın bölgede masa kurulursa Türkiye paltosu ile ötede beklemek zorunda kalırdı. Telefon ettiğinde de Washington'daki telefonlar hep meşgul çalardı! Amerika Türkiye üzerine abanıyor. En çok Türkiye üzerine abanıyor. Oysa Türkiye Amerika'nın Irak'a müdahale gerekçelerine inanmıyor. (İşin gerçeği, ABD'nin gerekçelerine İngiltere yönetimi ve İsrail dışında dünya da inanmıyor. Üstelik BM Güvenlik Konseyi'nde silah denetçilerine 27 Ocak'a kadar süre verilmiş. Şu ana kadar denetçiler Irak'ta müdahaleyi haklı çıkaracak hiçbir bulguya ulaşamamışlar. Ve denetçiler, BM Güvenlik Konseyinden ek süre istiyor. Ama Amerika, denetçiler sanki onu hiç ilgilendirmiyormuş gibi, savaş seçeneğinde ısrar ediyor, bölgeye müthiş bir yığınak yapıyor.) Türkiye, Amerika'nın bölgeye niçin geldiğini bütün boyutlarıyla okuyamıyor ya da okuduklarından hem kendi güvenliği hem de bölge adına endişe duyuyor. Ama "Hayır" da diyemiyor Amerika'ya... Evet, halkın yüzde 88'i savaşa da, Türkiye'nin Amerika'nın yanında yer almasına da "hayır" diyor. Ama yönetim planında "hayır" demenin güçlüğü gözleniyor. İçerde ve dışarda yapılan bütün değerlendirmelerde iş gelip Türkiye'nin ABD'ye muhtaç olduğu, yarınlarda da olacağı, ABD ile ilişkilerin bozulmasının Türkiye'ye bedelinin en azından ekonomik açıdan ağır olacağı, ayrıca bölgenin yeni yapılanmasında Türkiye'nin ne ile karşılaşacağını kestiremeyeceği görüşlerine dayanıyor. Bunun altında da "Amerika gelir, savaşır, bölgeye yerleşir ve bölgeyi dilediği gibi tanzim eder, siz de bundan payınıza düşene katlanırsınız" değerlendirmesi yatıyor. Yani "Amerika'ya kim hayır diyebilir!" yaklaşımı, Türkiye üzerine abanışın ana çerçevesini oluşturuyor. Bu abanışa boyun eğmek, halkımızın onaylamadığı, yönetim planında da gerekçelerine iştirak edilmeyen, üstelik uzun vadede ne getireceği öngörülemeyen bir sürecin içinde sorumluluk üstlenmek anlamına geliyor. Anlaşılıyor ki yönetim de, net bir "hayır" demeden, yani ilişkileri bozmadan Amerika'yı caydıracak zemin oluşturma arayışında. Başbakan Gül'ün gezisi böyle bir zemin arayışı olarak görülebilir. Burada Irak'ı BM Silah Denetçilerini "temiz" oldukları noktasında ikna etmeye yöneltmek de, ABD'yi gerekçesiz bırakma ve bir "hayır"ı geliştirme gayreti olarak değerlendirilebilir. Türk yönetiminin bu tavrının da, ABD'deki savaşçı - şahin lobide öfke uyandırdığının belgesini gene, William Safire'ın makalesinde gözlemliyoruz: "AKP'liler Saddam'ın devrilmesinin gerekliliği konusunda halkı hazırlamak için hiçbir şey yapmıyor. Bunun yerine, geçici Başbakan Gül, ABD'nin yanında yer almamaya ne kadar hevesli olduğunu göstermek için Arap ülkelerini tavaf ediyor. BM kararı olmadan herhangi bir müttefik harekatında işbirliğini reddediyor. Türk işadamlarından oluşan geniş bir heyet Bağdat'ı ziyaret ediyor. "Seçmenleri komşu ülkedeki baskıcı rejimi sona erdirmek suretiyle sağlanacak uzun vadeli çıkarlar etrafında birleştirmeyi başaramamak bir numaralı hata oldu. Daha da kötüsü, AKP'nin şu anda yaptığı, değerli Türk - Amerikan ittifakına zarar verecek hata, Irak halkını özgürleştirme çabamıza katılıma bir fiyat etiketi yapıştırıyor gibi görünmek." Üsluptaki iğneleyici yapıya dikkat ediniz. "Geçici başbakan", "hevesli", "tavaf ediyor" bunlar Abdullah Gül'e yönelik yargılamanın anahtarları... "Irak halkını özgürleştirme çabamız" ifadesi de Irak'a yönelik müdahalenin müphem muhtevasının alımlı göstergesi... Barış nerede duruyor? Türkiye'nin Amerikan eksenli bütün reel - politik tehditlerine rağmen, barıştan yana kararlılığını sonuna kadar sürdürmesinde... Irak'ın "kendini temize çıkar" şeklindeki talepleri, bunların özündeki "suyu bulandırma" niyetlerine bakmadan, en azından savaşı önlemek isteyen dostlarına yardımcı olmak amacıyla olumlu karşılamasında... Ve Amerika'nın, gözü dönmüş, dünyanın istediği bölgesine dilediği gerekçeyi üretip girebileceğine inanan bir süper güç tavrından çıkıp, insanlığa karşı daha sorumlu bir çizgi geliştirmesinde... Savaş Amerika'yı daha onurlu kılmayacak. Ne bugün, ne yarın...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |