|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
"Modernizm"in en "merkez" kurumlarından birisi olan "Okul"un artık ömrünü tamamlamakta olduğunu ileri sürenlere aşağı yukarı yirmi yıldır ben de katılıyorum. "Okul" da diğer kurumlar gibi tabii ki ancak "tarihsel" bir bakış açısından değerlendirilmelidir. "Tarihsel", yani tarihin belli bir noktasında ortaya çıktığı için bir "tarihi" ve sonuç itibariyle bir de "ömrü" olan bir varlık... Ayrıca biliyoruz ki, başka bazı kurumların yanında bizim bugün anladığımız anlamda "Okul"un tarihi öyle çok gerilere de gitmiyor. Hepsi hepsi bilemediniz üç dört yüzyıllık bir tarih... "Okul"un artık ömrünü tamamlamakta olduğunu ileri sürenlere katılıyorum, derken, sadece ülkemizde ayakta olan "Okul"u kastettiğim sanılmasın. "Bizim Okul", hiç şüphesiz, hiçbir türden gelişmeye ayak uyduramamış, rolü ve işlevi üzerine hiç kafa yormamış en "antika" okullardan birisi... Nitekim son günlerin hararetli tartışmalarından da açıkca anlaşıldığı gibi, "Bizim Okul" iki adım atmaya, hatta emeklemeye her zamanki gibi yine çok gönülsüz, çok isteksiz. Siz söyleyin, bu "Okul" ile "çağı yakalamak" filan gibi abartılı iddiaların gerçekleştirilmesi mümkün mü? "Bizim Okul" öyle bir okul ki, zamana, tarihe, her türlü ilerlemeye meydan okuyan bir tarzda sadece kendisinin "yeniden üretimi"ni düşünüyor! Bu "Okul" ile değil "çağı yakalamak", geçmiş çağları bile kavrayabilmek mümkün değil. Yani özetle, öyle şurasına burasına az biraz makyajla ülkedeki milyonlar ve milyonlarca çocuk ve gencin formasyonunu layıkıyla üstlenebilmesi mümkün değil. Belki şöyle sıkıca tutup sıkıca "sallanırsa" adam olur, o da belki.... Ama o zaman da şu soru: Kim tutup kim sallayacak? Çocuklar ve gençler "Okul"da artık çok sıkılıyorlar. Sadece bizde değil, Batı'nın okullarını yenilemek için hergün birbir formül üreten gelişmiş ülkelerinde de. Doğrusu bu "sıkıntı" çok anlaşılır bir şey. "Okul"un kuruluş ve gelişme döneminde sıkı sıkıya sarıldığı ve o dönemler belki bir anlamı olan çocukları ve gençleri günün belli saatleri ve yılın belli aylarında dershaneye ve avluya "kapatma" ilkesi bugünün dünyasında anlamını her gün biraz daha yitirmekte. O hantal ve bilgi edindirme açısından "tekelci" yapı çoktan çatlamış durumda. Çocuklar ve gençler "Okul"da sıkılmasın da ne yapsın? Birkaç gün öncesinin Le Monde'unun başyazısı "Okulda sıkılmak" temasına ayrılmıştı. Durduk yerde değil tabii ki; çünkü Fransa şu günlerde "Okul"daki "sıkıntı"ya bir çare arıyor. "Okul"la ilgili hemen herkes, ilgili bakanlıklar, pedagoglar, filozof ve sosyaloglar, aklınaza kim gelirse... Yapılan araştırmalar, yayımlanan kitaplar artık apaçık olarak ortaya çıkarmış ki, öğrenciler okulda sıkılıyor. Hepsi bu kadar da değil, "Okulda sıkılmak" neredeyse "Okul"un tarihiyle yaşıt olmasına rağmen, görünen o ki, bugüne kadar "pasif" bir biçimde yaşanan bu "sıkıntı" artık "saldırgan" özellikler kazanmaya başlamış. Peki ne yapmalı? Öğrenciler okulda sıkılmasın diye nasıl bir yol izlemeli? Bu soruya cevap vermek hiç mi hiç kolay değil. Düzenlenen onca toplantıya, alınan onca önleme rağmen öğrencilerin okulda sıkılmasının önüne geçilemiyor. "Okul"a yeni olarak ne sokmalı ki ("eğlence" mi, "oyun" mu?) öğrenciler okul hayatını bir "işkence" gibi yaşamasınlar? Araştırmacılar bu "sıkıntı"nın nedeni olarak "arzu yokluğu"na işaret ediyorlar. "Okul"da özellikle gramer, jeoloji, "matematikte vektörler", "tarihte belli tarihler" gibi ders ve konular öğrencilerin hayatını hepten karartmakta. Bu ve benzer derslere öğrenciler "uyutucu disiplinler" diyorlarmış! Anlaşılır bir şey şüphesiz; bir psikoloğun dediği gibi öğrenciler için "hayat başka yerde". Bir başka uzman bu durumu bilgiye yönelik "libidinal" ilişkinin yokluğuyla açıklıyor. Bir başkası ise, tarihsel olarak "aile ve din"e karşı yapılanmış olan okul kültürünün bugün "hız" ve "eğlence" üzerine kurulu "medyatik kültür"ün rekabetiyle de karşılaştığına dikkat çekiyor. "Okul"da yavaş akan "zaman", "zapping"in tersine olarak okulda sıkıntıyı kaçınılmaz kılıyor. Evet sonuç olarak, "Okul" artık eskisinden de fazla ve önemli olarak giderek "saldırganlığa" da dönüşen bir "sıkıntı" fabrikasına dönüşmüştür! Öğrencilere "Okul"da "sıkılarak" geçirdikleri günler ve yılların sonraki hayatlarında ne işe yarayacağını açıklayabilmek artık eskisinden çok zordur. Le Monde'un konuya ilişkin hazırladığı dosyasında dikkatimi şu çok hoş bilgi de çekti: Meğer Fransa Milli Eğitim Bakanı da zamanında "Okul"da çok sıkılırmış! Halihazır eğitim bakanı aslında bir filozof: Luc Ferry. Ama şöyle böyle değil, bir kitabı Türkçeye de çevrilen (YKY'den) Luc Ferry, Fransa'da son yılların önde gelen filozoflarından birisi. Gerçekten önemli birisi. Meğer işte dünün fizolofu bugünün "filozof bakanı" Ferry de, lise yıllarında "Okul"un "otoriter otoritesini" kaldıramadığı için liseyi terkedip, "mektupla öğretim" sistemine geçmiş.... "Liseyi terketmek müthiş bir mutluluktu" diyor. "Benim zamanımda yüzde 80'imiz ölü fareler gibi sıkılırdık" diye de ekliyor. Ne güzel değil mi? Bir eğitim bakanının "Okulda sıkılmak" konusunu bu derece açık yüreklilikle anlatması ne güzel değil mi? Unutmayalım, kendisi bugün en önemli filozoflardan birisi aynı zamanda.... Görüyorsunuz; "Okulda sıkılmak" konusu da hiç fena bir konu değil... Kısmetse ilerde tekrar gözden geçiririz bu konuyu...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |