|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Son dönemlerde Kıbrıs meselesi tüm kritik anlarda, içinde başka çatışmaları, gerginlikleri barındırarak gelip gündeme oturuyor. Kıbrıs sorunu etrafında, Kıbrıs'ın geleceği kadar Türkiye'nin geleceği, Türkiye'deki mevcut güç dengeleri ve devlet geleneği öne çıkıyor. Bu aslında hep böyle olmuştur. Kıbrıs konusu ülkedeki bürokrasinin ve şahinlerin her zaman "son başvuru noktası"nı oluşturmuştur. Peki neden Kıbrıs? Çünkü Kıbrıs son dönemlerde resmi politikalar açısından kendi başına bir unsur olmaktan çok "başka amaçlar için kullanılan bir araç" haline getirilmiştir. Hatırlayın... Bu konuda son büyük kriz Katılım Ortaklığı Belgesi sırasında çıkmıştı. Bu belgede yer alan hususlar, Helsinki zirvesinde alınan kararlardan farklı olmamasına rağmen bir bardak suda fırtına koparılmış, belgede yer alan "barış görüşmelerinin kuvvetle desteklenmesi" ibaresi "devletçi ve içe kapanmacı dalga"yı ayağa kaldırmıştı. Helsinki belgesinde Kıbrıs sorununa 2004 yılına kadar çözüm bulunmadığı takdirde "Lahey Adalet Divanı'na gidilir" ibaresi yer aldığı, bu mahkemeden çıkacak karar ana hatlarıyla bilindiği halde bunlar olmuştu. Sonra Kıbrıs konusunda görüşmeler başladı. Ama bu görüşmeler neredeyse kerhen yürütüldü ve sorun her an ülke siyasetinin, ülkede asker-sivil ilişkilerinin üzerine patlayacak bir bomba gibi ortalarda salındı. Bugün bu "bombanın pimini yeniden çekmeye yeltenenler" var Zira, ülkenin iç ve dış dinamikler açısından karşı karşıya kaldığı değişim zorunluluğu içinde Kıbrıs, kendisinin de ötesinde dev bir bahanedir. Zira Kıbrıs, Türkiye'nin "kilit merkezleri"nin, Türkiye'nin çoğulcu siyasi, toplumsal ve ekonomik bir yapıya doğru yol almasına, yani değişmesine itiraz etmelerini sağlayan bir araçtan başka bir şey değildir. Zira bugün Kıbrıs; yoğun bir depolitizasyon ortamında neredeyse toplumu ikame eden, sisteme siyaset pompalayan AB'ye, yani topluma ve siyasete mesafe koyma aracı kılınmıştır. Devletin Kıbrıs sorununa bakışının üç önemli ayağı dünden bugüne hemen hiç değişmemiştir. Buna göre: 1. "ABD, Rusya, İngiltere gibi ülkelerin Kıbrıs'a yönelik açık ve kesin bir stratejileri yoktur. Ancak Kıbrıs meselesi, özellikle bu ülkeler, yani uluslararası irade tarafından Güneydoğu sorununun çözümünden insan hakları uygulamalarına, ekonomik yardımlardan AB'ye katılma koşullarına kadar; her birinin diğeriyle ilişkili olduğu bir paketin içine yerleştirilmektedir. Dolayısıyla, Türkiye'nin bu konulardaki en ufak bir tavizi, ülkenin parçalanmasına kadar gidecek bir yolu açar..." 2. "AB'nin Kıbrıs'ı da içine alarak genişleme meselesi, Kıbrıs sorununa ciddi bir boyut kazandırmaktadır... AB'ye bu koşullarda girilmez..." 3. "Türkiye'de siyasilerin bu gerçekleri görmeyişi, yaptıkları hatalar, daha doğrusu siyaset üstü uzun vadeli bir devlet stratejisinin etkin bir şekilde işlememesi Türkiye'yi güç koşullar içine sokmuştur..." Yakında bir kez daha anlaşılacaktır ki, Kıbrıs devlet tarafından "bağımlı bir değişken" olarak görülmekte, bu yüzden, uzun vadeli strateji tesisi çabaları toplumu da içine alacak şekilde dört koldan başlatılacaktır. Ve demokrat zihinler için Kıbrıs sorununu bu yönüyle anlamak, Türk iç siyasetini, yaşanan gerilimleri, arzu edilen düzeni kavramak açısından hayatidir... Anti-demokratik tutum nasıl parçalı değilse, demokratik tutum da parçalı olamaz; Kıbrıs'tan insan haklarına, zenginleşmeden özgürleşmeye kadar her sorunu kuşatır...
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |