|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
'Savaş çok kısa sürecek' Amerikan ya da İngiliz medyasının Pentagon'dan "sızdırdığı", önü arkası kesilmeyen savaş planlarının Türk basınındaki en sadık müşterisi Hürriyet ve Sabah... 3 Şubat'ta yayımlanan son planda onlara Vatan da katıldı. Bütün planların "ana fikri" şu: Bu iş çok kısa bir sürede bitecek! Bu ana fikir, savaş konusunda "nötr" bir tutum alanlarda "Eh, katılalım bari" duygusunu uyandıracak nitelikte...
Şu soruyu sormanın zamanı geldi: Amerikan "askeri planlamacıları"ndan ya da "Pentagon kaynakları"ndan elde edilen "ABD'nin savaş planları" haberlerinin haber değeri nedir? İlk bakışta tuhaf gibi gelebilir bu soru. Fakat soruyu, bizzat ABD Savunma Bakanı Rumsfeld'in bir "samimiyet krizi" sırasında gazetecilere yaptığı "ABD teröre karşı mücadelesinde gerekirse dezenformasyona da başvuracaktır" açıklamasıyla ve ABD basınının sürekli olarak "savaş planı" yayımladığı gerçeğiyle birlikte okursanız, hiç de tuhaf gelmeyecektir... Şahsi düşüncemizi hemen söyleyelim: Bütün planların, "Irak'ın işinin çok kısa bir sürede bitirileceği" duygusunu yaydığını düşünürseniz, bu tür yayınlardaki "haber değeri"nin hiç değilse "propaganda değeri"nden daha düşük olduğunu anlarsınız... Dikkatimizi çeken bir nokta var: Türk basınının iki büyük gazetesi (Hürriyet ve Sabah) Batı basınına yansıyan bu tür "savaş planları"nın şaşmaz alıcıları olarak öne çıkıyor. Hatırlarsanız, birkaç hafta önce de "senaryodan bozma" bir savaş planında "Saddam'ın işi" gene çok kısa bir sürede (10 gün) bitiriliyordu ve o plan da gene iki büyük gazetemiz tarafından büyütülmüştü... Hafızası güçlü okurlarımız, o plana neden "senaryodan bozma" sıfatını uygun gördüğümüzü de hatırlayacaktır: "Plan" ancak bir senaryoda (ya da "savaş oyunu"nda) olabilecek şekilde Irak kuvvetlerinin muhtemel tepkilerini de içeriyordu. Irak kuvvetlerinin mesela 3. günde, mesela 6. günde nasıl tepkiler vereceklerini belirten bir "plan"dı bu ve biz, Hürriyet (Sabah'ın tersine), yayımlanan şeyin aslında bir plan değil, senaryo olduğunu fâş eden bu ayrıntıları gizlemeyi akıl edemediği için bunun bir "plan" olmadığını fark edebilmiştik... Ama ne gam, Hürriyet'in genel yayın yönetmeni Ertuğrul Özkök, bu "plan"daki bilgilerin gerçeği yansıttığından yola çıkarak, "On gün sürecek bir savaşa katılmayıp Amerikalıları küstürmek Türkiye'nin çıkarına değildir" mealinde bir yazı bile kaleme alabilmişti...
'48 SAATTE 3 BOMBA'
Bu tür "senaryo-plan-haber"ler mutlaka "anonim" birtakım uçak-bomba-füze vb. fotoğrafların eşliğinde sunuluyor... Bakalım bu son planı birinci sayfadan sunan üç gazete Hürriyet, Sabah ve Vatan nasıl vermiş haberleri... (Dediğimiz gibi, Hürriyet ve Sabah'ın mutlaka "değerlendirdiği" bu tür haberler zaman zaman başka gazeteler tarafından da veriliyor...) Hürriyet, sürmanşetten "48 saatte 3 bin bomba" başlığıyla ve şu spotlarla veriyor haberi: "ABD, harekâtın ilk 48 saati içinde hava bombardımanıyla Irak'ı mat etmeyi planlıyor... The New York Times'ın haberine göre iki gün içinde tam 3 bin adet nokta atışı yapan güdümlü bomba ve füzeler kullanılacak... Böylece Irak ordusu tamamen tecrit edilecek ve derhal kara saldırısı başlayacak. Şok içindeki hükümet devrilecek." Hürriyet'in bu haberde kullandığı görsel malzemeye de bakalım... Sürmanşette, yani gazetenin tepesinde aşağı doğru bombalar bırakmakta olan bir B-52 var. Haberin devamında aynı fotoğraf tekrar ediliyor; bu defa, kadraj daha aşağıdan uygulandığı için bomba sayısı neredeyse iki katına çıkmış. Devam sayfasında, modeli belirtilmeyen, sayfada özgürce uçmakta olan bir başka savaş uçağı daha görülüyor... Ve nihayet haberin içine gömülmüş bir "Tomahawk füzesi..."
'DAKİKADA 1 BOMBA'
Vatan, haberi manşetten, daha ince bir hesapla veriyor: "DAKİKADA 1 BOMBA... Oğul Bush daha bombacı çıktı. Babası ilk 48 saatte 300 bomba atmıştı. Bu kez 10 kat fazla atılacak.. The New York gazetesi, Pentagon'un 'çok gizli' savaş planlarını açıkladı. Buna göre Bağdat'a ilk 48 saatte 3 bin füze fırlatılacak. Yaklaşık dakikada bir bomba düşecek... 1991'deki Körfez Savaşı'nda ilk 48 saatte atılan 300 füzeden sadece yüzde 9'u lazer ve uydu güdümlü 'akıllı bomba'ydı. Bu kez 3 bin füzenin yüzde 75'i 'akıllı' olacak... Pentagon 'cehennem bombardımanı' olarak nitelediği bu saldırıyla Irak ordusunu psikolojik olarak çökertmeyi; savaşı en çok bir-iki haftada bitirmeyi hedefliyor." Vatan, birinci sayfada, "Köşe bile dönüyor" başlığıyla bir "akıllı bomba" fotoğrafına yer veriyor. Devam sayfasında, sayfanın tepesinde "sekiz sütuna" çekilmiş "eğitime giden Amerikan askerleri" fotoğrafı bulunuyor... Bunun dışında spot başına birer ve haberin içinde de iki adet olmak üzere toplam dört uçak ve ABD komandosu fotoğrafı kullanılmış...
'500 UÇAKLA BOMBA YAĞMURU'
Sabah, bomba sayısı yerine uçak sayısından çıkarmış başlığını: "IRAK'A 500 UÇAKLA BOMBA YAĞMURU..." Spotlarda o da New York Times'ın yayımladığı son planı anlatıyor, Hürriyet ve Vatan'dan aktardığımız için artık burada tekrar etmeyelim... Sabah, manşetten sonraki ikinci önemli haber olarak kullanmış planı... Hürriyet ve Vatan'ın tersine, fotoğrafsız... Bunun muhtemel nedeni, manşetteki haberde kullanılan füze fotoğrafı olabilir... Artık bunun üstüne, bir de bitişikte yer alan "500 uçakla bomba yağmuru" haberinde bomba fotoğrafı kullanılmasının fazla kaçacağı düşünülmüş olabilir. (Sabah'ın manşetini de verelim: "ŞAHİN KALKANI... Askeri havaalanlarına ve limanlara yerleştirilen Hawk füzeleri, Saddam füzelerini havada avlayacak...") Birinci sayfada fotoğraf kullanılmaması, haberin devamında telafi ediliyor... Burada, "Bomba yağmuru"nu gerçekleştirecek uçakların nereden kalkacağını göstermek üzere çok unsurlu bir ilüstrasyon tasarlanmış her şeyden önce. Bu ilüstrasyonda iki uçak gemisi ve gemilere inen ya da gemilerden kalkan dört savaş uçağı görüyoruz... Sayfanın dibinde ise yıkıntılar ve dumanlar içinde yerden yükselen iki savaş uçağı var... Fevkalade eforik başlıklar, fevkalade eforik görsel malzeme tercihleri... Bütün bunlar, "planlar"ın ana fikri olan "Bu iş çok kısa sürecek"i besleyen; okurda, "Eh, katılalım bari" duygusu uyandıran bir rol oynuyor... Gazete yazıişlerinin böyle bir niyeti olmayabilir, ama bunun ne önemi var? (A.G.)
Gianni Agnelli'yi nasıl bilirdiniz?
Evet, Hürriyet Pazar'dan (2 Şubat) "Sevgi'nin diviti"nin de söylediği gibi "Bu dünyada hiç kimse ölümsüz değil. Elbet bir gün gelecek hepimiz ebediyete intikal edeceğiz." "Sevgi'nin diviti"nin bu meseleyi açmasının nedeni, "FIAT İmparatorluğunun Kudretli Kralı" Gianni Agnelli'nin geçenlerde ebediyete intikal etmesi. Sevgi Gönül, bir tam sayfayı bulan yazısına "Ortağımız Mr. FIAT" başlığını uygun bulmuş. Agnelli'yi de "ölümü yakıştıramadığı" insanlarndan biri olarak takdim ediyor. Agnelli özetle nasıl bir insandı? "Sevgi'nin diviti": "Agnelli'nin, Allah babanın lütufkâr davrandığı kullarından biri olduğu muhakkak. Zira, Agnelli, hem servetin içine doğmuştu, hem yakışıklıydı, hem akıllıydı, hem karizmatikti, hem her hareketi değişik olan, arkasından bir stilin yaratıldığı, dünyanın yakından takip ettiği insanlardan biriydi. Bir zamanlar dünya sosyetesini kasıp kavurmuş, pek çok kadının gönlünü çalmıştı. Adamcağıza yaşlılık bile yakışmıştı." Görüyorsunuz; insan daha ne ister? Para ise para, yakışıklılık ise yakışıklılık, stil ise stil, vesaire... "Sevgi'nin diviti"nin Agnelli hakkında verdiği bilgiler tabii ki bundan ibaret değil. Sevgi Gönül, ortakları olan Agnelli'yi, söylediğimiz gibi bir tam sayfaya sığdıramamış bile. Dolayısıyla Agnelli hakkında bilgilenme faslını daha fazla uzatacak değiliz. Ancak bu uzun metinden bir iki satırı daha, biraz sonra işimize yarayacağı için yine de bir kenara koymayı unutmayalım: "Gianni, Valletta'dan devraldığı FIAT'ı otomotiv sektörü dışında da yaptığı büyük yatırımlarla gerçek bir sanayi devi haline getirdi." (Yani demek ki, Agnelli'nin 'otomotiv sanayi dışında da büyük yatırımları" varmış.) İsterseniz, "Sevgi'nin diviti" faslını, köşenin yazarının yazısını noktalarken dile getirdiği bir dileği aktararak kapatalım: "Keşke, Türkiye'nin de böyle bir kaç tane Gianni Agnelli'si olsaydı..." Şimdi de gelelim Sabah gazetesinde, gazetenin Roma muhabiri Yasemin Taşkın imzasıyla bugün (3 Şubat) ikinci bölümü yayımlanan "FIAT İmparatorluğunun Kudretli Kralı" başlıklı yazı dizisine: Taşkın Roma'dan yazdığı için okurlara Agnelli hakkında daha geniş bir dosya sunuyor. Ancak tahmin edebileceğiniz gibi, bu yazı dizisinde de Agnelli'nin yatırımlarından çok "hazcı" hayat anlayışı ön plana çıkmış. Doğru bir seçim tabii ki; okurların Agnelli'nin sahip oldukları şirketlerin bilançolarını merak edecek halleri yok ya! Dolayısıyla, dizinin ikinci bölümünün başlığı da bu çerçevede seçilmiş: "İflah olmaz playboy". Ve tabii arkasından gelsin Agnelli'nin "tatlı hayat"ı... Nitekim Agnelli'nin kendisi de, hayat felsefesini bu çerçevede tanımlıyormuş: "Biraz güzel vakit geçirmek." Yasemin Taşkın, Agnelli'nin iki büyük tutkusunu, FIAT patronunu çivileme denize atlarken görüntüleyen bir fotoğrafın altında şöyle ifade etmiş: "Kadınlara, bir de denize asla dayanamazdı". İyi, güzel... Önümüzdeki bu iki yazıdan Agnelli'nin zevk ü sefa içinde geçmiş hayatını epeyce öğrenmiş bulunuyoruz. Darısı FIAT İmparatorluğu'nun başına geçecek olan torununun başına... Agnelli'nin ölümü tabii ki dünya basınında yer alan bir olaydı. Peki, Agnelli hakkında buralarda (magazin dergilerini saymazsak) başka ne tür bilgiler dolaştı? Bütün gazeteler bizimkiler gibi işi gücü bırakıp günlerce Agnelli'nin ne derece kudretli bir "playboy" olduğunu mu tartıştı? Elimizde bu soruya cevap teşkil edecek bir yazı var. Mutlaka benzerleri de yayımlanmıştır. Elimizdeki yazı Fransa'da yayımlanan Liberation gazetesinde yer alıyor. Yazının başlığı, bu zamana kadar okuduğumuz Agnelli biyografilerina atılan başlıklardan epeyce farklı: "Agnelli bomba satıyordu". Haydaaaa... Şimdi bu da nereden çıktı böyle? Büyük patron'un hayatta ki asıl amacı "biraz güzel vakit geçirmek" değil miydi? İsterseniz önümüzdeki yazıya göz atmaya devam edilem: Jean- Louis Bernard imzalı bu yazı, Agnelli'nin dünyanın en büyük "antipersonnel" mayın üreticisi olduğuna dikkat çekiyor. Fabrikalarının son kırk yıl içinde milyorlarca insanın ölümüne ve sakat kalmasına neden olan milyarlarca bomba ürettiğini hatırlatıyor. Ayrıca şunu da unutmamamızı tavsiye ediyor: Bu mayınlar dünyanın dört bir tarafında tarlalarını sürmek isteyen insanaları, top oynamak isteyen çocukları tehdit ediyor. Hatırlayın; "Anitpersonnel" mayının ne demek olduğunu bizler de yakından biliyoruz. Afganistan'ı bir "ölüm tarlasına" çeviren bu "sinsi" silahlar değil miydi? GATA'da ömür boyu yatağa mahkûm olarak yaşayan "Gaziler"in önemli bir bölümü bu mayınların kurbanı değil miydi? Ve hatta şunu da hatırlayın: Güneydoğu'da patlayan mayınların İtalya çıkışlı olduğu yazıp çizilmiyor muydu? İşte böyle... Artık seçim sizin... Mütefevvayı nasıl hatırlayacağınız sizin bileceğiniz bir husus... "Playboy" olarak mı? Bir "kadın ve deniz tutkunu" olarak mı? "Yakışıklı" olarak mı? (....) Yoksa dünyanın en önemli mayın üreticilerinden biri olarak mı? (K.B.)
Bir genç gazetecinin itirafları
Sonunda olacağı buydu... Bugünlerde Akşam'da olan Tuncay Özkan sonunda dayanamayıp, "Türk medyası"nın zirvesinde yaşanan ilişkilerin nasıl olduğunu bütün çıplaklığıyla açıkladı! Doğrusu biz de düşünmüyor değildik ; kendi kendimize "Bakalım bu Doğan-Karamehmet savaşından ortaya hayırlı bir sonuç çıkacak mı?" diye sormuyor değildik... Demek son günlerin (her yönden) bu sinir bozucu kavgasının "en zayıf halka"sı Özkan'mış... Özellikle son günlerin "Yeni patronuma başka hangi servisi sunabilirim?" ruh hali ve arayışı içinde "Türk medyası"na özgü "Patron- Araştırmacı gazeteci" ilişkisinin bütün inceliklerini ortaya döküverdi... Aslında Özkan'ın asıl derdiyle meşgulken "kendiliğinden" verdiği bilgiler sadece kendisini değil, diğer tarafı da mahcup edecek nitelikte. Nitekim Taha Kıvanç dünkü (3 Şubat) haklı olarak "Aldı mı beni bir merak: Acaba Ertuğrul Özkök patronu Aydın Doğan'la karşılaştığında ne yapıyor? Elini öpüyor olabilir mi?" diye sormuyor muydu? Peki Tuncay Özkan, bütün bu el ayak öpme hikayesini ayrıntısıyla niçin aktardı? Yoksa, yakın zamana kadar karşı cenahın yeri sağlam gazetecilerinden birisi olarak bu itiraflarda bulunurken, asıl amacı kendisini feda ederek hakikatın ortaya çıkmasına yardım etmek miydi? Yani bir bakıma, kendisiyle birlikte dünyayı da yakmak, gibi bir ruh hali içinde bulunmasın! Yoksa nasıl açıklanır muhatap olduğu şu sözler: "Ben olayla ilgileniyorum ama sen de bir bak." / "Ama hiçbiriniz ilgilenmiyorsunuz." / "Kardeşim Ankara'ya söyleyin bu adamı kurtarırlarsa ben de çıkıp her şeyi yazacağım. Git Ankara'ya aktar, bu haksız rekabeti durdursunlar." / "Seni dinlerler, git anlat." / O senin arkadaşın Devlet Bahçeli para aldı, kararnameyi imzalamıyor." / "Senin arkadaşın Mesut Yılmaz da bunları koruyup kolluyor..." "Türk medyası"nın nasıl işlediğini gözler önüne seren bu diyaloğu , bazı yorumlarda sözü edildiği gibi "mutfağın sırlarını satmak" şeklinde değerlendirmek de doğru değil. Hatta tam tersine, bu tür bilgilerin bütün okurlar tarafından "paylaşılmasını" teşvik etmek bile gerekir! Baksanıza sonuç kötü mü oldu? Her ne sebepten olursa olsun "basireti bağlanan" genç bir gazetecinin önümüze serdiği "itirafları" sayesinde ne derece kirli bir dünyanın okurları olduğumuzu daha iyi anlamadık mı? Darısı diğer genç, orta kuşak ve yaşlı gazetecilerin başına....
|
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |