T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Maça gel, maça...

Maça gitmek için, bula bula, yağmurdan kara geçmeyi kafaya koymuş berbat havayı, çamurdan vıcık vıcık kabaran sahayı ve "Beşiktaş nasıl olsa yenecek, iyi bir bahane bulayım" niyetiyle oyuna başlayan Fenerbahçe'yi bulmuşum... O bahane, 16. dakikada, Fatih'in oyundan atılmasıyla geldi. Güzel ve çekişmeli geçti maç, ama, koca stadyum, ilk 16 dakikadan sonra Beşiktaş'ın ne zaman gol atacağını bekledi.

Plakası üzerinde 'BJK' harfleri bulunan aracını kilometrelerce uzağa park eden eski bir bakan, ben dahil FB'li dolu bir masada bizlerin zafer beklentilerimizi dinledi. Çıkarken, "Seyirciye olağanüstü üstünlük sağlayan saha olmasa ben diyeceğimi bilirdim" dedi kulağıma...

Bakanın ne demek istediğini elden geçirilmiş Şükrü Saracoğlu Stadı'na gittiğimde anladım. Elden geçirirken, tribünleri sahanın girişine kadar ve dik indirmişler; futbolcular nereye baksalar, rakipleri olarak onbinlerce seyirciyi görmek zorundalar. Hem de ne seyirci...

Bizim zamanımızda, ellerimiz yoruluncaya kadar alkışlar, ses çıkmayıncaya kadar hançeremizi zorlardık... Bir de, içi zemberekli tahtadan ibaret kaynana zırıltımız vardı... Şimdi iş hem daha kolay, hem de gürültüsü fazla. Hemen her seyircinin elinde birer kalın plastik bulunuyor; plastiğin iki tarafı birbirine değdirildiğinde korkunç bir gürültü patlıyor. FB taraftarı, stadyumun en kuytu köşesine sıkıştırılmış birkaç yüz Beşiktaşlıyı çıkardıkları sesle de rehin aldılar...

Stadyumun basına ayrılan bölümü kocaman. Elimde kalemim ve kâğıdımla Yeni Şafak sandalyelerinden birine kurulduğumda, hangi takımı tuttuğunu belli etmemeye kararlı ciddi bir spor yazarı kimliğine bürünmüştüm bile. Sarı-lâcivert kayak kıyafetiyle stada gelen spor yazarımız Hürol Birol "Hangi takımı tutuyorsun?" diye sorduğunda da renk vermedim. Beni cesarete getirmek için olacak, "Kıyafetime bakma benim" dedi Hürol Bey, "Aslında ben Beşiktaşlıyım..." Tebdil-i kıyafet gelmiş meğerse...

Bir yanımda FB'li Ali Bayramoğlu, diğer yanımda BJK'lı Ali Bayramoğlu... 'FB'li' Ali Bayramoğlu, gazetemizde siyasi yorumlarını okuduğunuz 'yazar'; 'BJK'lı' olan Ali Bayramoğlu ise, daha çok ekonomi sayfalarında beyanatlarıyla karşılaştığınız MÜSİAD başkanı... O gün ikisi de, maçı, kendi pencerelerinden yorumlamak üzere Yeni Şafak için oradaydılar... İyi de yorumladılar...

Bir ara, hem de daha ilk yarıda, 'FB'li' bildiğim Ali Bayramoğlu'nun ağzından, "Bu iş burada biter abiciğim" cümlesinin çıktığını duyunca, "Hangisi FB'liydi?" diye kendi kendime sormaya başladım. Çünkü 'BJK'li' bildiğim ve maç başlamadan önce taraftarlığını söze de döktüğü için "Güvenliğinden sorumlu değilim" diye uyardığım öteki Ali Bayramoğlu ise, "FB de fena takım değil" gibi teselli sözleri sarf etmekteydi...

Saha seyircilerin sosyal durumlarına göre dizayn edilmiş gibi geldi bana. Hatta, spor basını bile belli bir hiyerarşiyi yansıtıyor. Tribünlerin dört bir yanı "Ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik" diye bağırabilecek tiplerle doluyken, oturduğumuz yerin tam karşısındaki tribünler maç başlamadan az öncesine kadar boştu. Bilenler, "Orası, kombine bilet sahiplerinin" açıklamasını getirdiler. Bir de, dolar cinsinden satılan, önü camla kapatılmış, her türlü konfora sahip özel localar varmış... Futbol sezonu açılmadan toplu para ödenerek alınan biletlerin ve locaların sahipleri maçın başlamasına az kala geldiler... Benzer bir durum 'basın tribinü' için de geçerliydi; televizyona çıkıp maç yorumlayan ünlü spor yazarları da oyunun başlamasına beş kala yerlerini aldılar. Oysa, ben, "Erken gidersem iyi yer tutarım" diye bir saat öncesinden sahaya girmiştim...

Benimle birlikte erken gelen bir diğer kişi, hemen altımızdaki 'şeref tribünü'nde ayakta duran üniformalı bir subaydı. Önce, "Cumhurbaşkanı mı gelecek?" merakına kapıldık; sonra "Herhalde 1. Ordu komutanıdır" tahmininde bulunanlar çıktı. Subayın, biraz sonra diğer önemli zevatla birlikte yerini alacak MGK genel sekreteri Org. İlhan Kılınç'ın yaveri olduğu anlaşıldı...

Spordan da sorumlu başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin gelmişti; etrafında birkaç eski bakan ve milletvekili gördüm. Tayyip Erdoğan FB'li, Abdullah Gül BJK'lı olduğuna göre, her ikisi beraberce gelmiş olsalar, bu derbide yadırganmazlardı...

Benim maçlara yoğun biçimde gittiğim yıllarla şimdi arasında önemli farklar var: İlki, büyük kulüplerin birbirleriyle yaptıkları maçlara 'derbi' denilmezdi bizim zamanımızda; "Fener-Beşiktaş maçı" denirdi... Eskiden maçtan gâlip çıkan takım iki puan alırdı, bugünkü gibi üç puan değil... Bir de, o zamanların stadyumları, şimdikiler gibi, yemyeşil değildi; bazı bölgeleri yeşil olsa bile toprak bölümleri daha fazla göze çarpardı...

Önceki akşam, TRT'de, 18 yıl öncesine (1985) ait olduğu özellikle belirtilerek eski bir FB-BJK maçından görüntüler sunuldu. Turgut Özal'ın spora elini değdirip sahaları çimlendirmesinden önce...

Yaklaşık 800 kadarı 'aleni' Beşiktaşlı 56 bin seyircinin bir trilyon TL'ye yakın para ödeyerek maçı izlediğini öğrendim. 'Gizli' Beşiktaşlıların çoğu bizim tribündeydiler; bunu, Ahmet Dursun'un kaydettiği tek golle birlikte topluca ayağa fırlamalarından anladım. Biri, "Sen Saraçoğlu'na bir de Galatasaray derbisinde gel" tavsiyesinde bulundu.

Denemeye değer...


4 Şubat 2003
Salı
 
TAHA KIVANÇ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED